57. Ve keza, şu mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki…
Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, şu mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki Sâni-i failin pek gizli kemalâtı vardır. Ve daima o kemalâtı, enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek ister. Çünkü daimî bir kemal, daimî bir tezahür ile takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza eder. Çünkü adem-i mutlaka namzet olan insan kemalâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Ef’al-i kerîmâne: Cömertçe yapılan işler / Tezahürat: Görünmeler / Sâni-i fâil: Fiilin sanatkârı (olan Allah) / Enzar-ı âlem: Âleminin bakışları ve seyri / Adem-i mutlak: Sonsuz yokluk / İstihsan: Beğenmek, güzel bulmak / İstiskal: Hoşlanmamak, yüz vermemek)
Allahu Teâlâ’nın kemali denildiğinde, Allah’ın zatına ait sıfatlar olan hayat, ilim, kudret, irade, işitme, görme ve kelam gibi sıfatlar kastedilir. Bu sıfatlar Allah’ın kemaline delalet eden sıfatlardır. Bu sebeple, bu ve benzeri sıfatlara kemalî sıfatlar denir.
Şu göz önündeki mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmâne perde arkasındaki bir Zata ve O’nun gizli kemalâtına delalet eder.
Mucizeli ve hikmetli fiiller demek, her fiilin bir mucize olması ve onda bir hikmetin gözükmesi demektir.
– Yumurtadan kuşu çıkarmak,
– Çekirdek ve tohumlardan nebatatı halk etmek,
– Bir damla sudan insanı yaratmak,
– Yağmuru yağdırmak,
– Ağaçların elleri hükmünde olan dallarına meyveler takmak,
– Bal arısına balı yaptırıp, ipek böceğine ipeği ördürmek,
– Yıldızları ve gezegenleri intizamla gezdirmek…
Bunlar gibi, saymakla bitiremeyeceğimiz fiillerin her biri âdeta bir mucizedir ve hikmetin ta kendisidir.
Üstadımız, “Şu mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmânenin” dedi. “Ef’al-i kerîmâne” ile kastedilen mana şudur: Bu mucizeli ve hikmetli fiiller nadirattan olmayıp çokça gözükmektedir. O kadar ki bütün kâinatı ihata etmiştir. Ayrıca bu fiillerde bir kerem gözükmektedir. Bütün bu fiiller insanın ve zihayatın lehine işlemekte ve her bir fiille onlara yardım edilmektedir. İşte bu cihetlerden bu fiiller ef’al-i kerîmânedir.
Bu mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmâne ispat eder ki perde arkasında bir Sâni-i failin pek gizli kemalâtı vardır. Bütün bu mucizeli ve hikmetli fiiller, O’nun kemalâtının milyonlar perdelerden geçmiş zayıf akisleridir.
Allah’ın kemalâtı bakidir ve ebedîdir. Çünkü Allah’ın zatı baki ve ebedîdir. Zatı baki ve ebedî olanın elbette kemalâtı da baki ve ebedî olacaktır.
— Peki, daimî ve ebedî olan bir kemal ne ister ve neyi iktiza eder?
İki şey ister:
1. Daimî bir kemal, daimî bir tezahür ister.
2. Bu kemali takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza eder.
— Peki, niçin takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza eder?
Çünkü daimî bir kemal daimî bir şekilde tezahür etmek ister. Yine ister ki bu tezahürü seyirciler tarafından seyredilsin, istihsan ve takdir edilsin. Tecelli daimî olunca seyircinin de daimî olması gerekir. Daimî bir kemal fâni bir seyirciye razı olamaz.
Ayrıca adem-i mutlaka namzet olan insan kemalâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder. Hani kedi erişemediği ciğere murdar dermiş ya, aynen bunun gibi, insan da ölüme mahkûm olursa, kemalâttan ayrılığın acısını hafifletmek için kemalâta kıymet vermez. Hatta “Ne kadar çirkindir.” diyerek firakın elemini hafifleştirmeye çalışır. İstihsana bedel istiskal, takdire bedel de tahkir eder.
Bunların olmamasının tek bir çaresi vardır, o da ahireti getirmektir. İnsan ancak bu şekilde kemalâta kıymet verir ve onu takdir ile güzel bulur.
İşte bu sebepten dolayı, Allahu Teâlâ ahireti getirecek ve kemalâtını inkâr ettirmeyecektir.
Bu delili sonraki dersimizde “Allah’ın cemali” üzerinden tefekkür edeceğiz. O dersi okuduğunuzda bu ders daha iyi anlaşılmış olacak. Sonraki ders tekrara düşmesin diye burada meseleyi biraz tayyettik.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Ve keza, şu mucizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki Sâni-i failin pek gizli kemalâtı vardır. Ve daima o kemalâtı, enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek ister. Çünkü daimî bir kemal, daimî bir tezahür ile takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza eder. Çünkü adem-i mutlaka namzet olan insan kemalâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Yazar: Sinan Yılmaz