8. Veya o memurlar nazır müşahitlerdir ki gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Veya o memurlar nazır müşahitlerdir ki gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Nazır: Gören / Müşahit: Seyirci / Evâmir-i tekviniye: Yaratılışa ait emirler / İnkıyad: Boyun eğme / İstidat: Kabiliyet)
Bu ifade ile sebeplerin bir vazifesini daha öğrendik: Nazır bir seyirci olmak!
Mesela Hz. Mikâil’in vazifesi tabiat olaylarına nezarettir. Hz. Mikâil’in icatta hiçbir müdahalesi, yaratmada en küçük bir tesiri yoktur. Ağaç nasıl bir sebepse ve meyveyi yaratmada hiçbir tesiri yoksa, Hz. Mikâil de aynı ağaç gibi bir sebeptir ve icatta hiçbir müdahalesi yoktur. Vazifesi seyirdir ve izlemektir. Allah’ın yaratmasını, beslemesini, hayat vermesini, varlıkları terbiye etmesini ve rububiyetin diğer tecellilerini seyreder ve bu seyir karşısında hayret ve muhabbetle tesbih ve zikir eder.
Bize yanlış öğretildi. Denildi ki:
— Hz. Mikâil tabiat olaylarını sevk ve idare eder.
Bu, tamamen yanlış bir ifadedir. Tabiat olaylarını Hz. Mikâil değil, Allah sevk ve idare eder. Hz. Mikâil ise sadece bir seyirci ve nazırdır. Sevk ve idarede hiçbir müdahalesi yoktur.
Yine Hz. Azrail ruhların alınmasında görevlendirilmiştir. Ruhu hakikatte alan ve kulunu öldüren Allahu Teâlâ’dır. Hz. Azrail öldürme faaliyetinin sadece bir seyircisi ve bu hikmetli faaliyetin bir izleyicisidir. Ölüm hadisesinde Hz. Azrail’in hiçbir tesiri ve müdahalesi yoktur.
— Peki, acaba hayvanat bu nazır seyirci kısmına dâhil midir? Hayvanlar da melekler gibi Allah’ın kudretinin icraatına nazır bir müşahit midir?
Evet, hayvanat da bu kısma dâhildir ve onlar da nazır birer müşahittir. Şimdi diyeceksiniz ki:
— Hayvanat, kudret-i İlahiyenin icraatına nasıl seyirci olabilir? Onların aklı mı var ki seyirci olabilsin? Her söz bir delil ister, sen de bu sözüne delil göster.
Bu fakir der ki: Bir değil, çok delil gösterebilirim:
Birinci delilimiz Neml suresinin 16. ayetidir. Bu ayette Hz. Süleyman (a.s.) şöyle diyor:
عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ “Bize kuş dili öğretildi.”
Bu ayetin açık beyanıyla, Hz. Süleyman kuşlarla konuşabiliyor ve onların lisanını anlayabiliyordu. Demek, kuşların manalı sözleri var. Eğer sözlerinde bir mana olmasaydı Hz. Süleyman onlarla ne konuşacaktı? Manasız sesler çıkaranla konuşulur mu? Konuşulmaz.
İşte Hz. Süleyman’ın kuşlarla konuşması ispat eder ki kuşların manalı sözleri vardır. Manalı söz söyleyebilmek için de hadisatı bir parça anlayabilmek lazım.
İkinci delilimiz Neml suresinin 21 ve 25. ayetleri arasıdır. Bu ayetlerde Hz. Süleyman (a.s.) ile hüdhüd kuşu arasında geçen bir konuşma anlatılır. Şöyle ki: Hz. Süleyman kuşları teftiş eder. Hüdhüd kuşu bu teftişte yoktur. Şimdi, bu sahneyi Kur’an’ın ayetleriyle takip edelim:
Hz. Süleyman dedi ki:
— Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ona şiddetli bir şekilde azap edeceğim yahut keseceğim ya da bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek.
Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki:
— Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru bir haber getirdim. Onlara hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah’ı bırakıp Güneş’e secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayet bulamıyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmiyorlar. (Neml, 21–25)
Bu okuduğum ayetleri bir peygamber değil, hüdhüd kuşu söylüyor. Allah’ı “Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen” diye vasfediyor. Şimdi şunu soruyorum:
— Allah’ı böyle vasfedebilen bir kuş, Allah’ın kudretinin icraatına niçin nazır bir seyirci olamasın ve bu vazifeyi niçin yapamasın?
Bu meseledeki üçüncü delilimiz Neml suresinin 18. ayetidir. Bu ayetinin beyanıyla, Hz. Süleyman (a.s.) ve ordusu vadiye girdiklerinde bir karınca şöyle seslenir:
يَا أَيُّهَا النَّمْلُ Ey karıncalar! اُدْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ Evlerinize girin. لاَ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin.
Bakın, karınca Hz. Süleyman’ı tanıyor. Ordusunun kendilerini ezebileceğini biliyor ve karıncalara “Evlerinize girin.” diyor.
— Bunu yapabilen bir karınca, Allah’ın kudretinin icraatına niçin nazır bir seyirci olamasın ve bu vazifeyi yapamasın?
Elbette marifetullah ilmini tahsil eden bir insan gibi ya da melekler gibi tefekkür edemezler. Ancak Allah’ın ilhamı sayesinde seyircilik vazifesini pekâlâ eda edebilirler.
Bu meseledeki dördüncü delilimiz şu: Üstad Hazretleri 19. Mektup’ta Peygamberimiz (a.s.m.)’ın mucizelerini anlatırken kurt hadisesini şöyle naklediyor:
— Bir kurt keçilerden birisini tutmuş. Çoban kurdun elinden kurtarmış. Kurt demiş ki: “Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Ne acayip, kurt konuşur mu?” Kurt ona demiş: “Acip senin hâlindedir ki bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.” Çoban kurda demiş: “Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” Kurt demiş: “Ben bakacağım.” Çoban çobanlığı kurda devredip gelmiş, Resul-ü Ekrem (a.s.m.)’ı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Kurdu çoban olarak bulmuş, zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş çünkü ona üstatlık etmiş.
Üstadımız bu hadisenin senedini 19. Mektup’ta vermiş. Ben sözü uzatmamak için bu kısmı atladım. Şimdi sorum şu:
— Bir kurt Allah’ın ilhamı sayesinde Peygamberimizi tanıyor ve çobana üstatlık yapıyor. Bunu yapabilen kurt, Allah’ın kudretinin icraatına niçin nazır bir seyirci olamasın? Bu vazifeyi niçin yapamasın?
Bu meselenin delilleri çoktur. Sözün uzayacağından korkmasam çok fazlasını nakledebilirim. Ama herhâlde bu kadarı yeter. Hatta sadece hüdhüd kuşunun kıssası yeter. Tabii bu mesele imani bir meseledir. Biz Kur’an’a ve hadise iman ederiz, verdiği haberi de kabul ederiz. İmanı olmayanın itirazına da ehemmiyet vermeyiz.
Şimdi biraz da “evâmir-i tekviniye” hakkında konuşalım:
Cenab-ı Hakk’ın iki tane şeriatı vardır:
Birisi: Kelam sıfatından gelen şeriatıdır. Bu şeriat, evâmir-i Kur’an’iye ve evâmir-i Nebeviyeden oluşur. Yani Kur’an’ın ve Peygamberimiz (a.s.m.)’ın emirlerinden oluşur. İnsanın maddi ve manevi hayatını tanzim eder.
Allah’ın ikinci şeriatı ise: Kelam sıfatından değil, kudret sıfatından gelen evâmir-i tekviniyedir. Şu âlemde hükümferma olan kanunlardan oluşur. Bu şeriata “âdetullah” da denir.
Her bir sebep -ister hayat sahibi olsun ister cansız olsun- ve âlemdeki her bir mahluk, bu evâmir-i tekviniyeden kendi hissesine düşen kısma itaat eder. İşte onun bu itaati ibadetidir. Buna göre:
– Tavuğun bir ibadeti yumurtlamaktır. Evâmir-i tekviniyeden kendisine bu vazife düşmüştür.
– İneğin bir ibadeti süt vermektir. Evâmir-i tekviniyeden hissesi budur.
– İpek böceğinin bir ibadeti ipek dokumaktır. Ona bu vazife düşmüştür.
– Hz. Azrail’in bir ibadeti ruhların alınmasına nezarettir. Evâmir-i tekviniyeden hissesine bu düşmüştür.
– Hz. Mikâil’in bir ibadeti tabiat olaylarına nezarettir, seyir ve temaşadır. Ve hakeza…
İnsanın ibadeti, evâmir-i Kur’an’iyeye ve evâmir-i Nebeviyeye itaat olduğu gibi, mahlukatın ibadeti de evâmir-i tekviniyeye itaattir. Yani şeriat-ı tekviniyenin kendisine yüklediği vazifeyi yapmaktır.
Bu dersimizde şu cümleyi anlamaya çalıştık:
Veya o memurlar nazır müşahitlerdir ki gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz