52. İnşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhid’in eseri olduğunu…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Kezalik, inşa ve icatlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhid’in eseri olduğunu vücub derecesinde istilzam ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Suhulet-i mutlaka: Sonsuz kolaylık / Vücub: Kesinlik, vaciplik / İstilzam: Gerektirme)
Üstadımız, “İnşa ve icatlarda görünen suhulet-i mutlaka…” dedi. Cenab-ı Hakk’ın iki farklı icadı vardır. Biri ibdadır, diğeri inşa.
İbda: Yoktan ve hiçten yaratmak demektir. Kâinatın ilk yaratılışı ibdadır.
İnşa ise: Eşyanın mevcud elementlerden toplanmak suretiyle icat edilmesidir. İnşa yoluyla icat gözümüz önünde her an gerçekleşmekte ve mevcut elementler kullanılarak farklı mahluklar yaratılmaktadır.
Üstadımızın dikkat çektiği nokta bu inşa ve icadın bir suhulet-i mutlaka yani sonsuz bir kolaylık içinde yapılmasıdır. Bu kolaylık Cenab-ı Hakk’ın kudretinin sonsuzluğundan geliyor. O kudretin tesiri bir an çekilse eşya ademe düşer. Bizler bu kolaylık sayesinde anlıyoruz ki bütün mevcudat bir Sâni-i Vâhid’in (tek bir sanatkârın) eseridir, mahlukudur ve icadıdır.
Üstadımız diyor ki:
Aksi hâlde suubet, güçlük öyle bir derece-i imtina ve muhaliyete çıkacaktır ki o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Suubet: Zorluk / İmtina: İmkânsızlık / Muhaliyet: İmkansızlık / Adem: Yokluk)
Eğer eşyanın vücudu tesadüfe veya sebeplere havale edilirse, icattaki suubet yani güçlük imkânsızlığın öyle bir derecesine çıkar ki değil kâinat, tek bir eşya dahi vücud bulamaz.
Bu hakikati Kur’an birçok ayetiyle beyan ediyor. Mesela diyor ki:
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar لاَ يَخْلُقُونَ شَيْئًا hiçbir şey yaratamazlar. (Nahl 20)
Başka bir ayet:
أَيُشْرِكُونَ مَا لاَ يَخْلُقُ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ Hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılmış olan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar? (Araf 191)
Başka bir ayet:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ Ey insanlar! ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ Bir misal verildi, ona kulak verin. إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ Allah’tan başka bütün taptıklarınız لَن يَخْلُقُوا ذُبَابًا tek bir sivrisineği yaratamazlar وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ velev ki onu yaratmak için bir araya gelseler de. (Hac 73)
Evet, bütün sebepler iktidar ve ihtiyar sahibi olup bir araya gelseler, değil kâinatı ve içindekileri yaratmak, tek bir sineği bile yaratamazlar.
Başka bir ayet:
أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ (Allah’a ortak koştukları şeyler mi hayırlı) Yoksa gökleri ve yeryüzünü yaratan وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ve size semadan su indiren mi daha hayırlı? فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ Biz o suyla güzel güzel bahçeler bitirdik. مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنبِتُوا شَجَرَهَا Siz o bahçenin bir ağacını bile bitiremezsiniz. أَإِلَهٌ مَعَ اللَّهِ Allah ile beraber başka bir ilah mı var! (Neml 60)
Evet, değil gücümüz yeryüzündeki bahçeleri bitirmeye, bir ağacı bile bitirip ondan meyve çıkarmaya yetmez.
Kur’an bunlar gibi onlarca ayetiyle “suhulet-i mutlaka ile yaratma” delilini dokuyor.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk’ın zatında şeriki olmadığı gibi -çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider- fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Şerik: Ortak / Suubet: Zorluk / Adem: Yokluk)
Allah’a ortak koşmak manasındaki şirk üçe ayrılır:
1. Allah’ın zatında şirk. Bu zaten malumunuz.
2. Amelde şirk. Bu, ameli Allah’tan başkası için yapmaktır. Amele gösterişi ve riyayı bulaştırmaktır. Buna şirk-i hafi yani gizli şirk denir.
3. Fiilde şirk. Şirkin bu çeşidinde Allah kabul edilir ancak Allah’ın fiilleri sebeplere taksim edilir. Allah’ın yaratma, hayat verme, besleme, terbiye etme gibi fiillerini sebeplerden bilen kişi şirkin bu kısmına düşmüş demektir.
Üstadımız dedi ki: Allah’ın zatında ortağı yoktur. Bunun bir delili âlemdeki intizamdır. Eğer Allah’ın ortağı olsaydı âlem fesada uğrardı.
Kur’an bu hakikati şöyle ifade ediyor:
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلاَّ اللَّهُ Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı لَفَسَدَتَا elbette o ikisi (yeryüzü ve gökyüzü) fesada uğrardı. Yani intizam bozulup giderdi. Yani intizam bozulup giderdi. (Enbiya 22)
İntizamın varlığı Allah’ın birliğine en kuvvetli delillerden biridir.
Üstadımız yine dedi ki: Allah’ın zatında ortağı olmadığı gibi, fiilinde de ortağı yoktur. Çünkü güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur.
Demek, en büyük bir sebep zerre miskal fiile fail olamaz. Faraza eğer olsaydı, en küçük bir mahlukun icadı esbaba havale edilip, “Bunu siz yapın.” denseydi o varlık ademde kalır; suubetten (yaratmadaki güçlükten) dolayı yokluktan varlığa çıkamazdı.
Üstad Hazretleri yine muhteşem bir tevhid dersi yaptı. Mâşâallah, Bârekâllah…
Şimdi, izahını yapmaya çalıştığımız bölümü bir daha okuyalım. Yaptığımız izahla metne bakmaya çalışın:
Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhid’in eseri olduğunu vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi hâlde suubet, güçlük öyle bir derece-i imtina ve muhaliyete çıkacaktır ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk’ın zatında şeriki olmadığı gibi -çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider- fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz