40. Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulade sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat kemal-i süratle, suhuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.(Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Hakîmâne: Hikmetli bir şekilde / Basîrâne: Görerek, bilerek / Kerîmâne: Cömert bir şekilde / Suhulet: Kolaylık)
Kışın ölen mahlukat baharda tekrar icat ve ihya ediliyor. Bu faaliyet pek hakîmâne yani hikmetli bir şekilde, pek basîrâne yani görüp bilerek ve pek kerîmâne yani cömert bir şekilde yapılıyor ve harikulade sanatlı eserler yaratılıyor. Ve bütün bu işler süratle, kolaylıkla ve muntazaman gerçekleşiyor.
Üstadımız altı kelime kullandı. Bu altı kelime üzerine ciltler dolusu kitap yazılabilir. Bu altı kelime şu: Bahar mevsiminde gözüken faaliyetlerin:
1. Hakîmâne,
2. Basîrâne,
3. Kerîmâne olması.
4. Eşyanın kemal-i süratle,
5. Kolaylıkla,
6. İntizamla icat edilmesi.
Ve neticede, görenleri hayrete düşüren sanatlı eşyanın yaratılması…
Yine şunu hatırlatayım: Risaleleri okurken yavaş yavaş okumalı ve hakikatleri çok tefekkür etmeliyiz. Hakikatler kalbe, akla ve latifelere ancak bu tefekkürle işler. Üstadımız burada bize altı büyük pencere açtı. Şimdi, bu pencerelerden âleme bakalım ve tefekkürle manayı kalbe işletelim.
Birinci pencere: Hakîmâne faaliyetler penceresi.
Bu pencereyi açtık, âleme bu cihetten bakıyoruz: Yaratılan her varlıkta, ona takılan her bir cihaz ve azada, kendine mahsus bir gaye, bir maksat ve bir fayda takip edilmektedir. Hiçbir fiilde ve varlıkta bir abesiyet, bir gayesizlik ve israf sayılabilecek bir şey göremezsiniz. Elbette akılsız ve şuursuz sebeplerin bu gayeleri kendi başlarına takip edebilmesi ve eşyayı bu şekilde hikmetle yaratması mümkün değildir. İşte bu durum da ispat eder ki perde arkasında hikmet sahibi bir Zat var ve bu hakîmâne faaliyetin faili O’dur.
Hakîmâne faaliyetin derinlemesine tefekkürünü dersten sonraya bırakalım ve şimdi ikinci pencereyi açalım:
İkinci pencere: İcadın basîrâne olması.
Basîrâne icat, görüp bilerek yapmaktır. Eşya o kadar sanatlı yaratılıyor ki elbette sanatkârının görmesi ve bilmesi gerekir. Görmeyen ve bilmeyen asla böyle sanatla yaratamaz.
Mesela görme özürlü bir ressam düşünelim… Ona bir insan resmi çizmesini söylesek, bu insanı mükemmel çizebilir mi? Hayır, çizemez. Ya burnu uzun olur, ya ağzı büyük olur, ya da başka bir yerinde başka bir kusur olur.
Şu âleme baktığımızda hiçbir varlıkta bir kusur görmüyoruz. İşte bu hâl sanatkârları olan Zat-ı Zülcelal’in basîr olduğuna ve her şeyi görüp bildiğine delildir.
Basîrâne icadın daha geniş tefekkürünü dersten sonraya bırakılım ve şimdi üçüncü pencereyi açalım:
Üçüncü pencere: Kerîmâne icad penceresi.
Kerîmâne “cömertçe” demektir. Size sorsam:
— Bir gözün fiyatı nedir? Gözünüzü kaç liraya satarsınız?
Herhâlde dersiniz ki:
— Dünya verilse satmam.
Evet, satmazsınız, çünkü gözünüz yoksa dünyayı ne yapacaksınız?
— Peki, tat alma duyunuzu satın. Bunu kaça satarsınız?
Bunu da satmazsınız, çünkü bütün dünya bahçeleri size verilse ancak tat alamasanız, ne önemi var?
— Peki, hafızanızı satın. Bunu satar mısınız?
Hafızanızı cennete bedel bile satmazsınız. Hafıza yoksa cennet ne işe yarayacak?
Şimdi şunu düşünelim: Öyle cihazlarla donatılmışız ki her biri dünya kıymetinde. Evet, her birimize bir dünya değil, bin dünya kıymetinde maddi ve manevi cihazlar takılmış ve bunlara bedel bizden hiçbir ücret istenmemiş. Ve bu cihazlar sadece bize değil, yaratılan her mahluka verilmiş. En hakir bir mahluk olan bir böcek bile bunlardan mahrum edilmemiş.
— Bütün varlıkları böyle cihazlarla donatmak ve hiçbirini unutmamak Allah’ın nihayetsiz cömertliğini göstermez mi?
Kerimâne icadın daha geniş tefekkürünü dersten sonraya bırakalım ve şimdi dördüncü pencereyi açalım:
Dördüncü pencere: Hakîmâne, basîrâne ve kerîmâne olan faaliyet ve icadın süratli bir şekilde yapılması.
Mesela saniyede 4 insan, günde yaklaşık 350.000 insan yaratılıyor. Her birine göz, kulak, dil gibi onlarca cihaz takılıyor. İnsanın yaratıldığı o saniyede karıncalardan, sineklerden, böceklerden tutun; kuşlara, balıklara ve diğer canlılara kadar hadsiz fertler aynı saniyede yaratılıyor. Bir ağaca binlerce yaprak aynı anda takılıyor. Bir bahçede hadsiz çiçekler aynı anda açıyor.
— Hepsi ne kadar hızlı oluyor değil mi?
İşte bu sürat, Cenab-ı Hakk’ın kudretinden ileri geliyor.
İcattaki süratin daha geniş tefekkürünü yine sonraya bırakalım ve şimdi beşinci pencereyi açalım:
Beşinci pencere: Eşyanın kolaylıkla icat edilmesi.
Bu meseleyi daha önce mütalaa etmiştik. Ancak hakikatler sadece birkaç mütalaa ile kişide meleke hâline gelmez. Bu sebeple, aynı mütalaayı bu makamda tekrar edelim:
— En iyi terzileri toplasak ve onlardan bir ağaca elbise dikmelerini istesek, acaba kaç terzi, kaç günde bir ağaca elbise dikebilir?
— Bir de ağacı çiçek ve yapraklarla süslemelerini istesek; bunu yapmak onlar için mümkün olur mu?
Allahu Teâlâ ise yeryüzündeki bütün ağaçları aynı anda kolaylıkla icat ediyor ve hepsini yaprak ve çiçeklerle kolaylıkla süslüyor.
Yine en iyi ressamları toplayıp onlara: “Bir papağan kuşunu boyayın.” desek, acaba kaç ressam, kaç günde bir papağanı boyayabilir?
Hâlbuki Allah Teâlâ her saniye -papağan gibi- milyonlarca hayvanı kolayca boyuyor. Bu boyamayı suyun içindeki balıklarda bile yapıyor.
Yine bütün bilim adamlarını toplasak ve desek ki:
— Bir damla su yapın.
Yapabilirler mi? Hayır, yapamazlar. Hâlbuki Allah bulutların arasından suyu ne kadar kolay bir şekilde çıkarıyor.
Eşyanın böyle kolay icadı Cenab-ı Hakk’ın sonsuz kudretinden ileri geliyor. Eğer tesadüf ve tabiat işe karışsaydı, değil âlem; bir sinek hatta sineğin kanadı bile vücut bulamazdı.
Kolaylığın daha geniş tefekkürünü sonraya bırakalım ve şimdi altıncı pencereyi açalım:
Altıncı pencere: Fiillerde ve eşyanın icadındaki intizam.
Eşyanın intizamlı hareketlerinden mahlukatın intizamlı vücutlarına, suret ve azaların intizamlı yaratılışından dişlerin intizamlı dizilişine kadar, her şeyde bir intizam var. Atomun hareketinden tutun semavatın kandillerine kadar her şeyde bu intizamı görebilirsiniz. Zaten her bir fen bu intizama bir şahid-i kat’îdir.
Mütalaayı uzatmamak için sözü biraz da kısa kesip altı pencereden âlemi temaşa ettik; mahlukatın icadında görünen hakîmâne, basîrâne ve kerîmâne faaliyetlerin kemal-i süratle, kolaylıkla ve muntazaman olmasını bir parça tefekkür ettik. Sizler daha sonra bu tefekkürü daha geniş bir boyutta yapabilirsiniz.
Üstadımız bu delili şöyle tamamlıyor:
İşte bu harikulade faaliyetler öyle bir Zatın hâtemidir ki hiçbir mekânda olmadığı hâlde her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Hâtem: Mühür / Nâzır: Nazar eden, bakan)
Üstadımız Allah’ı şöyle vasfetti: Hiçbir mekânda olmadığı hâlde her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır.
Allah’ın mekândan münezzeh olup hiçbir mekânda olmamasını akıl kavramaktan âciz kalabilir. Bu hakikati akla şöyle yaklaştırabiliriz:
Size sorsam:
— Allah ezelî midir?
Elbette cevap olarak dersiniz ki:
— Evet, Allah ezelîdir. Yani sonradan var olmamış, başkası tarafından yaratılmamış, bizatihi kaimdir.
Şimdi şöyle sorsam:
— Peki, madde ezelî midir?
Buna da cevap olarak dersiniz ki:
— Hayır, madde ezelî değildir. Madde Allah tarafından yaratılmış ve sonradan var olmuştur.
Şimdi en önemli soruyu soruyorum:
— Allah ezelî, madde ise ezelî olmadığına göre, Allah ezelde neredeydi?
Cevabınız ne olacak? Ya diyeceksiniz ki:
— Allah mekândan münezzehtir. Zatıyla hiçbir mekânda olmadığı hâlde isim ve sıfatlarıyla her yerdedir.
Ya böyle diyecek ve Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu kabul edeceksiniz. Ya da Allah’a bir mekân isnat edeceksiniz. Ancak bunu yaptığınızda, o mekânın da ezelî olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız. Çünkü ezelî olan bir zat sonradan var olan bir mekânla kaim olamaz. Ezelî zat ya mekândan münezzeh olmalı ya da mekân ve madde ezelî olmalı. Bunun başka bir yolu yok.
Allah’ın mekândan münezzeh olmasıyla ilgili “Arş’a İstiva” isimli bir eseri -Allah’ın inayetiyle- kaleme aldım. Bu konuyu daha detaylı öğrenmek isteyenler sitemizden bu eserin PDF’ine ulaşabilir.
Bu dersimizde şu bölümü anlamaya çalıştık:
Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulade sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat kemal-i süratle, suhuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür. İşte bu harikulade faaliyetler öyle bir Zatın hatemidir ki hiçbir mekânda olmadığı hâlde her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz