a
Ana SayfaLemalar14. Tevhid iki çeşit olur. Birisi âmiyâne tevhiddir ki “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat O’nun mülküdür.” der.

14. Tevhid iki çeşit olur. Birisi âmiyâne tevhiddir ki “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat O’nun mülküdür.” der.

Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Arkadaş, tevhid iki çeşit olur. Birisi âmiyâne tevhiddir ki “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat O’nun mülküdür.” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)

(Âmiyâne : Cahilce, körü körüne / Şerik: Ortak / Dalalet: Dinden sapma)

Tevhid lügat manası olarak “birlemek” demektir.  وَحَّدَ  kelimesinin tef’il babından mastarıdır. Istılahî manası ise Allah’ın birliğini kabul ve tasdik etmektir. Atomlardan galaksilere, yerden Arş’a kadar her şeyin Allah’ın mülkü ve icadı olduğunu kabul etmek ve her fiilin faili olarak yalnız Allah’ı bilmektir.

Tevhid iki kısımdır. Birincisi âmiyâne tevhiddir. Âmiyâne: Cahilce, körü körüne, bilgisizce demektir. Bu kısım tevhid sahipleri Allah’ın birliğine ve ortağı olmadığına iman eder. Bütün kâinatın Allah’ın mülkü olduğunu kabul eder. Yani onlara sorsanız:

— Yeryüzünü kim yarattı?

Derler ki: Allah.

— Gökten suyu kim indiriyor?

Derler ki: Allah.

— Güneş kimin, Ay kimin, yıldızlar kimin?

Derler ki: Allah’ın.

— Allah’ın zatında veya fiillerinde ortağı var mıdır?

Derler ki: Haşa yoktur.

Sonra bu kişilere şöyle deseniz:

— O hâlde bu davanı ispat et. Allah’ın varlığını ve birliğini delillerle kanıtla.

Âmiyâne tevhid sahibi bu işi yapamaz. Çünkü o inandığı için mümin değildir; mümin olduğu için inanmaktadır. Müslüman bir anne-babadan dünyaya gelmiş, Müslüman bir toplumda yaşamış, bu sebeple o da Müslüman olmuş. Tevhidin ve diğer iman hakikatlerinin delillerini bilmez. Varlıklar üzerinde yazılan tevhid delillerini okuyamaz. Allah’ın mühür ve damgalarını göremez.

Üstadımızın ifadesiyle, bu kişiyi bekleyen iki büyük tehlike vardır: Gaflet ve dalalet!

Önce gaflet hastalığına yakalanır. Allah’tan gafil olur. Ölümü düşünmez, kabri düşünmez, hesabı düşünmez. Niçin yaratıldığını ve bu dünyaya niçin gönderildiğini bilmez. Allah’ın her daim üzerinde şahit olduğu aklına gelmez. Ölmeyecekmiş gibi gafletle yaşar.

Gaflet birinci tehlikedir. İkinci tehlike daha büyüktür ki o da dalalettir. Dalalet küfre düşmektir. Âmiyâne tevhid sahipleri tevhidin delillerini bilmedikleri için, Allah’ın yokluğuna dair ufacık bir şüphe kalplerine düşse o şüphe onlara dağ gibi büyük gözükür. Şüpheler ve vesveseler sonunda onu imandan edebilir.

Bu makamda şu fıkhi meseleden bahsetmek istiyorum:

— Âmiyâne iman makbul müdür? Yani kişi tevhidin delillerini bilmeden iman etse bu imanı makbul olur mu?

İmam-ı Azam, Ahmed İbni Hanbel ve İmam Şafiî Hazretlerine göre, kişinin imanı delili olmasa da sahihtir. Ancak delil aramayı terk ettiği için günahkârdır ve asidir. Bu âlimlere göre temel iman hakikatlerinin delillerini bilmek vaciptir ve delilin terki haramdır.

İmam Eşarî ise biraz daha ileriye gider ve şöyle der: İmanın sıhhatinin şartı imanın temel meselelerinden her bir meseleyi akli delillerle bilmektir.

İmanın delillerini bilmeyen kimse İmam Eşarî’ye göre mutlak olarak mümin değildir. Bu kişi her ne kadar mutlak olarak mümin olmasa da küfre zıt olan şeyin -yani tasdik ve kabulün- kendisinde bulunmasından dolayı kâfir de değildir. Bu kişi araştırmayı ve delil talep etmeyi terk ettiği için asidir.

İmam Eşarî şöyle devam eder: Bu kimse diğer asiler gibidir. -Yani içki içen, kumar oynayan ve diğer haramları işleyen asiler gibidir.- Onun durumu Allah’a kalmıştır. Allah dilerse onu affedip cennetine koyar, dilerse günahı kadar ona azap edip daha sonra cennetine sokar.

Demek, üç mezhep imamı olan İmam-ı Azam, İmam Şafiî ve Ahmed İbni Hanbel’e göre, delil talep etmek ve imani meseleleri delilleriyle bilmek vaciptir. Bilmeyen mümindir ama delil aramayı terk ettiği için asi ve günahkârdır. Cumhurun görüşü de budur. İmam Eşarî ise delili imanın sıhhat şartı kabul etmiş ve iman hakikatlerini delilleriyle bilmeyenin mutlak mümin olmadığını söylemiştir.

O hâlde bir Müslüman’ın ilk işi iman hakikatlerinin delillerini öğrenmektir. Bu iş ona vaciptir. Hatta İmam Eşarî’ye göre vacipten de öte imanın sıhhat şartıdır. Bu iş namaz kılmak, oruç tutmak ve kurban kesmek gibi kişiye lazım olan bir ibadettir. Farz-ı kifaye değil, kendisine farz-ı ayn olan bir ilimdir.

Bu dersimizde tevhidin manasını, âmiyâne tevhidin ne olduğunu ve fıkhi hükmünü öğrendik. Bir sonraki dersimizde tevhidin ikinci kısmını öğreneceğiz. Mütalaasını yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:

Arkadaş, tevhid iki çeşit olur. Birisi âmiyâne tevhiddir ki “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat O’nun mülküdür.” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin