47. Demek, edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakiki ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Demek, edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakiki ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anasır kabza-i tasarrufunda bulunan Zata mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zata mahsustur. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Edna: En küçük / Tevcih: Yönlendirme / Kabz: El / Tedvir: Çevirmek, idare etmek)
Bir önceki dersimizde şöyle demiştik:
Bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılır ki tarla da tohum da aynı zatın mülküdür. Tarla kiminse tohum onundur ve tohum kiminse tarla ona aittir. Dolayısıyla bir zat tarlanın sahibi olduğunu ispat etse, tohumun sahibi olduğunu ispat etmesi ondan istenmez. Ya da tam tersi, tohumun sahibi olduğunu ispat etse, tarlanın sahibi olduğunu ispat etmesi gerekmez. Zira biri diğerine şehadet eder.
Yine bu kaziyeden şu hüküm çıkar: Tohumda tasarruf edebilmek için tarlanın sahibi olmak gerekir. Tarlada tasarruf edebilmek için de tohumun sahibi olmak gerekir. Âlem ve anasır tarla, mahlukat ise tohumdur.
Üstadımız bu misalden şu hakikate çıktı:
Edna yani en küçük bir mahluka mesela bir sineğe, bir böceğe, bir çiçeğe yapılan tasarruf ve tevcih-i rububiyet yani mesela bir sineğe hayat vermek, vücut vermek, ona kanat takmak, göz takmak, duygu ve cihazlarla donatmak, ona uçmasını öğretmek, onu terbiye etmek vs. ancak ve ancak âleme ve anasıra sahip olan ve bunlara hükmeden zata aittir. Âleme sahip olamayan ve kabza-i tasarrufunda tutamayan, bir sinekte rububiyet iddia edemez.
Ya da tam tersi, âlemin ve anasırın tedbiri ve bunlardaki tasarruf, hayvanatı ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutan yani onlarda dilediği gibi tasarrufta bulunup terbiye eden zata aittir. Kâinata sahip olabilmek için, içindeki her bir mahluka, karıncasından sineğine, çiçeğinden ağacına, zerresinden yıldızlarına kadar, her bir mevcuda sahip olabilmek lazım. Tek bir varlık kabza-i rububiyetten çıksa, kâinat o zatın mülkü olmaktan çıkar.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
İşte hâtem-i tevhid dediğimiz budur. Eğer bir şeye temellük etmeye niyetin varsa meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar. En cüzi bir fert, “Ancak nevimi yaratan beni yaratabilir.” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Hâtem-i tevhid: Allah’ın birlik mührü / Temellük etmek: Sahiplenmek / Efrad: Fertler / Misliyet: Benzerlik)
Eğer bir sebebin herhangi bir şeye sahiplenmeye niyeti varsa, mesela “Bu papatyayı ben yaptım, bu çiçek benim.” derse, o zaman papatya ona der ki:
— Bana sahip olabilmek için nevime ve bütün kardeşlerime sahip olman lazım. Çünkü bizler, bütün papatyalar, birbirimize benziyoruz. Aramızda bir misliyet var. Eğer senin beni yapmaya gücün varsa kardeşlerim olan diğer papatyaları yapmaya da gücün vardır. Eğer onları yapmaya gücün yoksa beni yapmaya da gücün yoktur. Öyleyse eğer bana sahiplik iddiasında bulunacaksan önce nevime sahip olduğunu ispat et. Çünkü ancak nevimi yaratan, beni yaratabilir.
Her bir fert, kendisine sahiplik iddia edene böyle der. Peki, bu kişi ferdi bırakıp neve gitse, nev ona ne diyecek?
Üstadımız diyor ki:
Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nev, “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır.” söylüyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Eğer papatyaya sahiplik iddiasında bulunan sebep, ferdi bırakıp neve gitse ve neve: “Ben sizin sahibinizim.” dese, bu sefer de nev ona diyecek ki:
— Beni yaratan, yeryüzünü yaratandır. Çünkü ben yeryüzü tarlasında yaratılmışım. Yeryüzünün toprağına, havasına, suyuna sahip olamayan, bana sahip olamaz. Çünkü varlığım için bunlara muhtacım. İhtiyacımı karşılayamayan, bana nasıl sahip olabilir? Sen önce yeryüzüne sahip olduğunu ispat et, sonra gel, bana sahiplik iddiasında bulun.
Her bir nev, kendisine sahiplik iddia edene böyle der. Peki, bu kişi nevi bırakıp yeryüzüne gitse, yeryüzü ona ne diyecek?
Üstadımız diyor ki:
Arza bak ne söylüyor, sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, “Beni halk edebilen ancak mecmû-u kâinatı halk eden Zattır.” diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Halk eden: Yaratan / Mecmû-u kâinat: Kâinatın tamamı / Tesanüd: Karşılıklı yardımlaşma)
Eğer neve sahiplik iddiasında bulunan sebep, nevi bırakıp yeryüzüne gitse ve “Senin sahibin benim, seni ben yaptım.” dese, yeryüzü ona diyecek ki:
— Benim ile sema arasında bir alışveriş var. Mesela benden semaya buhar çıkıyor; semadan bana yağmur, dolu ve kar gönderiliyor. Yine üzerimdeki nebatatı güneş pişiriyor, ahalimi aydınlatıyor ve ısıtıyor. Benim ile sema arasında bir tesanüd ve bir yardımlaşma var. Sema benden ilgisini bir kesse, üzerimde hayat olmaz. O zaman bana sahip olabilmek için önce semaya sahip olman lazım. Kâinatı yaratabilecek; Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara sahip olabilecek; bulutlarda tasarruf edip suyu bana gönderebilecek bir kudretin varsa göster; sonra bana sahiplik iddiasında bulun.
İşte yeryüzü kendisine sahiplik iddia edene böyle der.
Netice: Bir papatyaya sahip olabilmek için kâinata sahip olmak gerekir. Kâinatı yed-i tasarrufunda tutamayan, bir çiçeğe malikiyet iddiasında bulunamaz.
Üstadımız bu delili daha geniş bir surette, Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfında izah ediyor. Bu bölümü mutlaka okumalısınız. Bu ders tam bir tevhid dersidir.
Bu derste şu cümlenin izahını yapmaya çalıştık:
Demek, edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anasır kabza-i tasarrufunda bulunan Zata mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zata mahsustur.
İşte, hatem-i tevhid dediğimiz budur. Eğer bir şeye temellük etmeye niyetin varsa meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar. En cüzi bir fert, “Ancak nevimi yaratan beni yaratabilir.” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi, “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır.” söylüyor. Arza bak ne söylüyor, sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, “Beni halk edebilen ancak mecmû-u kâinatı halk eden Zattır.” diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz