30. Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlak’tan nispeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlak’tan nispeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse yani kendi kendine olmuştur denilirse, her bir tohumda her şeyi görecek bir gözün ve her şeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lazım gelir. Bu ise sabık temsilde, her bir şeffaf zerrede hakiki bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Kadir-i Mutlak: Sonsuz kudret sahibi Allah / Sabık: Geçen / Şems: Güneş / Hamakat: Ahmaklık)
Eğer tohum bir önceki derste saydığımız işleri kendi başına yapıyorsa, bu durumda, her şeyi görecek bir gözünün ve her şeyi kuşatacak bir ilminin olması lazım. Mesela bir önceki derste şöyle demiştik:
— Farklı zamanlarda ekilen tohumlar döllenmenin olabilmesi için aynı gün çiçek açarlar. Eğer farklı zamanlarda çiçek açsalardı nesilleri tükenirdi.
Şimdi bu hadise üzerinde biraz tefekkür edelim:
– Bir tohumun diğer tohumların çiçek açtığını bilmesi için onları gören bir gözünün olması lazım.
– Hadi onları gören bir gözü var. Ayrıca ilmi de olmalı; döllenmek için aynı gün çiçek açılması gerektiğini bilmeli. Biz mahlukatın en akıllısıyız, bunu biz bilmiyoruz. Tohum nasıl bilecek?
– Hadi biliyor, böyle muhit bir ilmi var diyelim. Ancak bu da yetmez. Ayrıca sonsuz bir kudreti olmalı. Sonra ekilmişse çalışmasını hızlandırıp çiçeği çabuk yaratmalı. Diğer tohumların 10 günde yaptığını bu, bir iki günde yapmalı.
– Hadi diyelim kudreti de var, bunu da yapıyor. Ancak bu da yetmez. Ayrıca merhameti olmalı. Merhameti olmazsa niçin uğraşsın? Cinsinin devamı onun için neden önemli olsun? Kendisi birkaç gün ya da birkaç hafta içinde ölecek. Hayatın devamı onun için neden bu kadar önemli? Merhameti olmayan, başkası için bu kadar çalışır mı?
Her şeyi gören bir gözü olmalı, muhit bir ilmi olmalı, nihayetsiz bir kudreti olmalı, merhameti olmalı…
İyi de bu sıfatları taşıyana ilah denir. Eğer tohumda bu sıfatlar varsa kendisi bir ilahtır. Cansız, akılsız, elimize almaktan dahi çekindiğimiz tohumun bu sıfatlarla mevsuf olup ilah olduğunu kabul eden varsa, “Bu işleri tohum yapıyor.” desin. Bunu diyene de artık ne denir, varın siz düşünün!..
Üstadımız bu muhali şöyle ifade etti: “Her bir şeffaf zerrede hakiki bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır.” (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Daha önce mütalaa ettiğimiz bu meseleyi makam münasebetiyle tekrar edelim:
Güneş denizlerdeki her bir damlayı ve her bir şeffaf eşyayı ışığıyla aydınlatıyor, sıcaklığıyla ısıtıyor. Bu cihetle, her bir şeffaf eşyada güneşin bir yansıması bulunuyor.
Eğer güneş inkâr edilirse, her bir şeffaf şeyin içinde hakiki bir güneşin var olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Çünkü ortada gözün gördüğü bir yansıma var. Bu yansıma ya güneşindir ya da şeffaf eşyanın kendisinindir. Eğer kendisininse o zaman içinde hakiki bir güneş vardır hatta kendisi bir güneştir. Zira böyle yedi renge ve ısıya sahip olabilmek için güneş gibi bir cisim olmak gerekir.
İşte güneşi inkâr eden, bir damlanın içinde güneşin var olduğunu nasıl kabul etmek zorunda kalıyor, bu ise tam bir akılsızlıktır; aynen öyle de Allah’ı inkâr eden de bir tohuma Allah’ın isim ve sıfatlarını vermeye mecbur olup o tohumu uluhiyet sıfatlarıyla mevsuf kılmak zorunda kalıyor. İşte bu kişinin hâli, “Damlanın içinde güneş vardır.” diyen kişinin hâli gibidir.
Bu meseleyi 28. dersimizde uzunca anlattığımızdan dolayı burada kısa kesiyoruz.
Bu dersimizde şu bölümü anlamaya çalıştık:
Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlak’tan nispeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse yani kendi kendine olmuştur denilirse, her bir tohumda her şeyi görecek bir gözün ve her şeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lazım gelir. Bu ise sabık temsilde, her bir şeffaf zerrede hakiki bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz