33. Beşinci Lem’a: Bir kitapta yazılı bir harf yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delalet eder…
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Beşinci Lem’a: Bir kitapta yazılı bir harf yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delalet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delalet eder ve nakkaşını tarif eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Delalet etmek: Göstermek / Nakkaş: Nakış yapan)
Evet, yazılı bir harf bir cihetle kendisini gösterse, yüz cihetle kâtibini gösterip onun evsafına delalet eder.
Mesela bir kâğıda A harfinin yazılmış olduğunu farz edelim. Bu A harfi kendisine bir cihetle delalet etmekte ve “Ben A harfiyim.” demektedir. Kendisine daha fazla bir delaleti yoktur. Lakin kâtibinin varlığına ve evsafına onlarca delaleti vardır.
Mesela A harfi der ki:
— Ben yoktum, var oldum. Varlığım yokluğuma tercih edildi. Varlığımın yokluğuma tercihi ancak irade sahibi bir kâtibin tercihiyle olabilir. İradesi olmayan, benim varlığımı yokluğuma tercih edemez. İşte bu durum, kâtibimin irade sahibi olduğunu göstermektedir.
— İrade sahibi olabilmesi için de ilk önce hayat sahibi olması gerekir. Hayatı olmayanın iradesi olur mu? Elbette olmaz. İşte A harfi olan ben, varlığımla kâtibimin hayat sahibi olduğunu göstermekteyim.
— Yine ben manalı bir harfim, A’yım, alelade bir çizgi değilim. Demek, beni yazan harfleri tanıyor, biliyor. Bu da ispat eder ki kâtibimin bir ilmi var.
— Sadece ilim sahibi olması da yetmez. Kudret sahibi de olmalıdır. Eğer kâtibimin hayatı olsa, iradesi olsa, ilmi olup A harfini yazmayı da bilse ama kâtibim felçli olsa, elini oynatamasa yani kudreti olmasa beni yazabilir miydi? Hayır, yazamazdı. İşte A harfi olan ben, varlığımla kâtibimin kudret sahibi olduğunu göstermekteyim.
— Yine A harfi olan ben o kadar düzgün yazılmışım ki beni yazanın görmesi gerekir. Eğer görme özürlü olsaydı bu kadar düzgün yazamaz; bir yerim uzun, diğer yerim kısa olurdu. Ama olmamış, tam bir intizam var. Demek kâtibim görme sahibidir.
— Yine ben manalı bir harfim, gelişigüzel çizilmiş bir çizgi değilim. Demek kâtibim hikmet sahibidir. Beni bir gayeye matuf yazmış. Bir gayeyi takip etmek ancak hikmet sahibi olmakla mümkündür.
İşte bunlar gibi, daha birçok sıfatla A harfi kâtibini gösterip onu tarif eder ve lisan-ı hâliyle der ki:
— Bu sıfatlara sahip olamayan bana kâtip olamaz.
Üstadımız bu misalden şu hakikate çıkıyor:
Kezalik, kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan her bir kelime kendi miktarınca kendini gösterirse de pek çok cihetlerden münferiden ve müctemian Sâniini gösterir, esmasını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkâliyle, nakışlarıyla âdeta Sâniini medih için yazılmış bir kasidedir. Buna binaen, meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sâni-i Zülcelal’in inkârına gitmemek gerektir. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Mücessem: Cisimleşmiş / Münferiden: Tek olarak / Müctemian: Topluca / Sâni: Sanatkâr / Esma: İsimler / Evsaf: Vasıflar / Eşkâl: Şekiller)
Nasıl ki bir harf kendini bir cihetle ama kâtibini yüz cihetle gösteriyor; aynen bunun gibi, şu kâinat kitabının kelimesi hükmünde olan varlıklar da bir cihetle kendisini gösterse, yüz cihetle kendini yaratan Zat-ı Zülcelal’i gösterip O’nun esmasını izhar ediyor.
– Her bir varlık İlahî bir kasidedir.
– Her bir mevcut esmâ-i hüsnânın şirin bir kitabıdır.
– Her bir mahluk Allah’ın isimlerinin bir mütalaagâhı, o isimlerin bir aynası ve tezgâhıdır.
Mahlukat münferiden ve müctemian -yani tek başlarına ve hep birlikte- sanatkârları olan Allah’ı gösterip, esmasını izhar ederler. Okumasını bilen herkese Allah’ın isimlerini okuturlar.
Üstadımız dedi ki: Meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sâni-i Zülcelal’in inkârına gitmemek gerektir.
Hebenneka IX. yüzyılda yaşamış ve ahmaklığıyla ün salmış bir zattır. Ahmaklığının derecesini şununla anlayın:
Bir gece yarısı horoz taklidi yapıyormuş. Sesine uyanan eşi sormuş:
— Bu saatte ne yapıyorsun?
Hebenneka şöyle cevap vermiş:
— Yarın çok işim var. Sabah çabuk olsun diye güneşi kandırıyorum.
İşte bir kimse bu Hebenneka gibi ahmaklaşsa yine de Allah’ı inkâr edemez. Eğer etse bütün mevcudat onu tekzip eder.
Üstad Hazretleri her bir varlığı, Allah’ın isimlerini okutan İlahî bir kasideye benzetti. Şimdi dilerseniz, kaside hükmündeki bir kelebeğin kapağını açalım ve onda yazılan İlahî isimlerin bir kısmını okuyalım. Biraz marifetullah ve tefekkür dersi yapalım:
– Bu kelebek ne de güzel boyanmış! Boyanmasıyla Allah’ın “Mülevvin” ismine ayna olmuş.
– Hem ne kadar güzel! Güzelliğiyle “Mücemmil” ve “Cemil” isimlerine ayna olmuş.
– Bir tırtıldı, devamlı değişti. Hâlden hâle girip sonunda kelebek oldu. Hâlden hâle girmesiyle “Muhavvil” ve “Mukallib” isimlerine ayna oldu.
– En sonunda en kâmil şeklini aldı. Kemale ulaşmasıyla “Mükemmil” ismine ayna oldu.
– Bu kelebek sinekten daha güzel, ondan daha üstün. Bu üstünlüğüyle “Mufaddıl” ismine ayna oldu.
– Kelebek terbiye edildi. Ona uçması ve vazifesi öğretildi. Bu cihetle “Rab”, “Mülakkın” ve “Mürebbi” isimlerine ayna oldu.
– Ne kadar çok kelebek var. Yaratan ne kadar çok yaratmış. İşte bu çokluğuyla Allah’ın zenginliğini gösterdi, “Meliyy” ve “Ganiyy” isimlerine ayna oldu.
– Kelebek tertemiz! Üzerinde kirin ve pasın eseri yok. Bu temizliğiyle “Mutahhir” ve “Kuddûs” isimlerine ayna oldu.
– Her bir azasına onlarca hikmet takılmış. Hikmetli vücudu ve azalarıyla “Hakîm” ismine ayna oldu.
– Allah ona ne güzel bir suret vermiş! Suretiyle “Musavvir” ismine ayna oldu.
– Yoktan yaratılmasıyla “Mükevvin”, “Hâlık” ve “Fatır” isimlerine ayna oldu.
– Beslenmesiyle “Rezzak” ve “Münevvil” isimlerine; düşmanlarından korunmasıyla “Hafîz” ve “Selam” isimlerine; kendisine hayat verilmesiyle “Muhyi” ismine ayna oldu.
– Önce kozadan, sonra tırtıldan çıkmasıyla “Fettah” ismine; varlığı için bir sebebe ihtiyaç duymasıyla “Müsebbib” ismine; nakış nakış süslenmesiyle “Müzeyyin” ismine ayna oldu.
– Yumurtadan çıkmakla “Fâlik” ve “Bâis” isimlerine; apaçık bir şekilde Allah’a delaletiyle “Bediyy” ve “Zahir” isimlerine; hiçbir kelebeğe birebir benzememesiyle “Mufassıl” ismine ayna oldu.
– Kader programıyla “Mukaddir” ismine; hayatın kendisine kolaylaştırılmasıyla “Müsehhil” ve “Mühevvin” isimlerine; dengeli vücuduyla “Adl” ismine ayna oldu.
– Onu öyle yaratabilmek için nihayetsiz bir kudrete ihtiyaç var. Bununla da “Kaviyy”, “Kadir” ve “Muktedir” isimlerine ayna oldu.
Daha bunlar gibi onlarca isme ayna oldu, mazhar oldu.
— Kelebek İlahî bir kasideymiş değil mi?
Okumasını bilen herkese esmâ-i hüsnâyı okutuyor. Görmesini bilene Allah’ı gösteriyor. Sesini işitene, “Bana bak, beni oku.” diyor.
Kardeşlerim, marifetullah ilmini isteyen, Üstad Hazretlerine talebe olsun ve Külliyatını mütefekkirâne okusun.
Bu dersimizde şu bölümü anlamaya çalıştık:
Beşinci Lem’a: Bir kitapta yazılı bir harf yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delalet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delalet eder ve nakkaşını tarif eder. Kezalik, kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan her bir kelime kendi miktarınca kendini gösterirse de pek çok cihetlerden münferiden ve müctemian Sâniini gösterir, esmasını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkâliyle, nakışlarıyla âdeta Sâniini medih için yazılmış bir kasidedir. Buna binaen, meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sâni-i Zülcelâl’in inkârına gitmemek gerektir. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz