18. Ve her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki her şeyi yapan Sâni’den maada kimsede o hâtem bulunmaz.
Lem’alar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki her şeyi yapan Sâni’den maada kimsede o hâtem bulunmaz. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Mahluk: Yaratılmış / Cephe: Yüz / Hâtem: Mühür / Sâni: Sanatkâr / Maada: Başka)
Üstadımız bir önceki cümlede varlıklara “masnu olmaları” cihetiyle baktı. Bu cümlede “mahluk olmaları” cihetiyle bakıyor. “Masnu” sanatla yapılan eserdi. Mahluk ise yaratılan şeydir.
— Peki, şu varlıklar masnudur, şu varlıklar mahluktur diye bir tasnif yapabilir miyiz?
Hayır. Çünkü her varlık hem masnudur hem mahluk. Mesela bir kuşu ele alalım:
– Bu kuşa sanatlı bir eser olması cihetiyle bakarsanız, bu kuş masnudur ve kendinde Allah’ın Sâni ismini okutur. Sâni “sanatla yapan” demektir.
– Eğer bu kuşa sanatı cihetiyle değil de yaratılması cihetiyle bakarsanız, bu kuş mahluk olur ve kendinde Hâlık ismini okutur. Hâlık “yaratan” demektir.
– Eğer bu kuşa bir vücudu olması cihetiyle bakarsanız, bu kuş mevcud olur ve Vâcid ismini okutur. Vâcid “vücud veren” demektir.
Dolayısıyla kuş hem masnudur hem mahluktur hem de mevcud. Daha kuşa birçok cihetten bakıp her baktığımız cihetten Allah’ın bir ismine ulaşabiliriz.
O zaman “her masnuun yüzünde” ifadesiyle “her mahlukun cephesinde” ifadesi aynı manayı taşıyor. Üstadımız masnua sikke vurulmasından bahsedince, masnu ve sikke kelimelerini tekrar etmemek için “mahluk” ve “hâtem” kelimelerini kullandı ve “Her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki” dedi. Hâtem “mühür” demektir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve kudretin neşrettiği mektuplarından her bir mektubun ahirinde taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki ancak Sultan-ı ezel ve ebed’e hastır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Ahirinde: Sonunda / Turra: Padişah mührü / Sultan-ı ezel ve ebed: Ezelin ve ebedin sultanı olan Allah)
– Üstadımız varlıklara önce “masnu olmaları” cihetiyle bakıp, “Üzerlerine sikke vurulmuştur.” dedi.
– Sonra varlıklara “mahluk olmaları” cihetiyle bakıp, “Üzerlerinde bir hâtem vardır.” dedi.
– Şimdi de varlıklara “kudret kalemiyle yazılmış mektup olmaları” cihetiyle bakıp, “Ahirinde taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki” dedi.
Mektubu yazan, mektubun sonuna imzasını atar. Padişah yazmışsa kendine has mührünü, turrasını basar. Bu padişah mührü öyle bir mühürdür ki taklidi mümkün değildir.
İşte ezelin ve ebedin sultanı olan Allahu Teâlâ da mektup hükmündeki her bir varlığın üzerine kendine has mührünü ve damgasını vurmuş. Bu, taklidi mümkün olmayan bir damgadır. Bütün sebepler bir araya gelse bu damgayı taklit edemezler.
Bakın, hâlâ bu damganın ne olduğuna gelmedik.
— Peki, niye gelmedik?
Üstadımız mezkûr üç cümle yerine, “Her bir varlık üzerinde şu vardır.” deseydi, bu cümle mana olarak üç cümleyi karşılardı.
— Peki, niçin böyle basit bir cümle kullanmıyor da ifadeyi uzatıyor?
Çünkü Üstadımız bir marifetullah dersi yapıyor. Varlığı eviriyor çeviriyor, bir “masnu” olması cihetini gösteriyor; bir “mahluk” olması cihetini gösteriyor; bir “mektup” olması cihetini gösteriyor. Bununla Allah’ın Sâni ismine baktırıyor, Hâlık ismini gösteriyor, Kadir ismine işaret ediyor. Bununla da kalp ve aklı hakikate ısındırıyor.
İşte bu, belagattır. Risaleleri defalarca okumamıza rağmen usanmamamızın sebebi bu belagattır!
Allah’ın kendisine mahsus olan hâtem ve mührünün ne olduğunu bir sonraki derste işleyeceğiz. Bu dersimizde şu bölümü anlamaya çalıştık:
Ve her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki her şeyi yapan Sâni’den maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından her bir mektubun ahirinde taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed’e hastır. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz