62. Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet…
Mesnevi mütalaasının altmış ikinci dersindeyiz. Bir önceki dersimizde şu kaideyi öğrenmiştik:
Eserin kemali fiilin kemaline delalet eder. Fiilin kemali ismin kemaline, ismin kemali sıfatın kemaline, sıfatın kemali şuunatın kemaline ve şuuanatın kemali de zatın kemaline delalet eder.
Şimdi, kaldığımız yerden devam edelim. Üstadımız şöyle diyor:
Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet, sâni ve mühendisin yaptıkları o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen ef’alin mükemmeliyetine delalet eder. Ef’alin mükemmeliyeti dahi, o sâniin taktığı isim ve lakapların mükemmeliyetini gösterir. Esmanın mükemmeliyeti, sıfatın mükemmeliyetine delalet eder. Sıfatın mükemmeliyeti, şuunatın mükemmeliyetini tasrih eder. Şuunatın mükemmeliyeti dahi, o nakkaşın mükemmeliyet-i zatına delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Kasr: Saray / Nukuş: Nakışlar / Tezyinat: Süslemeler / Sâni: Sanatkâr / Ef’al: Fiiller / Tasrih: Açıklama / Nakkaş: Nakış yapan)
Beş basamaklı bir netice var:
1. Bir sarayın nakış ve tezyinatındaki mükemmellik sanatkârının ve mühendisinin fiilindeki mükemmeliyete delalet eder. Zira “yapmak” ve “süslemek” fiilleri mükemmel olmasaydı, bu güzel nakışlar ve bu süslü tezyinat ortaya çıkmazdı. Hatta biz böyle bir tezyinatı gördüğümüzde, “Ne güzel süslemişler, ne güzel yapmışlar!” deriz. Bu sözle fiilin mükemmeliyetine dikkat çekeriz. Nakışlamak ve süslemek fiilleri mükemmel olmasaydı, mesela nakışlar gelişigüzel çizilseydi, bu güzel tezyinat olmazdı. Madem olmuş; bu, fiilin mükemmeliyetine delalet eder.
2. Nakışlamak ve süslemek fiillerinin mükemmeliyeti ismin mükemmeliyetine delalet eder. Yani bu fiilin sahibi mükemmel bir nakkaştır ve müzeyyindir. Eğer mükemmel bir nakkaş ve müzeyyin olmasaydı, süslemek ve nakışlamak işini bu kadar güzel yapamaz ve neticede bu ziynetli ve nakışlı eser ortaya çıkmazdı. Madem çıkmış, o hâlde hem fiilleri güzeldir hem de nakkaş ve müzeyyin isimleri güzeldir.
3. İsmin mükemmeliyeti sıfatın mükemmeliyetine delalet eder. Yani bu isimlerin sahibi, nakkaşlık ve tezyin için lazım olan sıfatlara sahiptir ve bu sıfatlar onda mükemmel bir derecede bulunur. Zira bu sıfatlara sahip olmasaydı, müzeyyin ve nakkaş olamazdı. Müzeyyin ve nakkaş olamayınca da süslemek ve nakışlamak işlerini güzel yapamazdı. Bunları güzel yapamayınca da bu ziynetli ve nakışlı eser ortaya çıkmazdı. Madem çıkmış, o hâlde hem fiilleri güzeldir, hem nakkaş ve müzeyyin isimleri güzeldir, hem de bu isimlere bakan sıfatları güzeldir.
4. Sıfatın mükemmeliyeti şuunatın mükemmeliyetine delalet eder. Şuunatın manasını bir önceki derste izah etmiştik. En yakın karşılığı kabiliyettir. Cenab-ı Hak hakkında, “Kabiliyet sahibidir.” ya da “Kabiliyeti vardır.” gibi bir söz söylenemez. Allah hakkında kabiliyet kavramını kullanamadığımız için şuunat kavramını kullanıyoruz.
Sıfatın mükemmeliyeti şuunatın mükemmeliyetine delalet eder. Zira bir kabiliyeti olmasaydı, nakışlamaya ve süslemeye ait sıfatları mükemmel olmazdı. Sıfatları mükemmel olmayınca müzeyyin ve nakkaş isimleriyle müsemma olamazdı. Müzeyyin ve nakkaş olamayınca da süslemek ve nakışlamak fiillerini güzel yapamazdı. Bunları güzel yapamayınca da bu mükemmel eser ortaya çıkmazdı. Madem çıkmış, o hâlde hem fiilleri güzel, hem nakkaş ve müzeyyin isimleri güzel, hem bu isimlere bakan sıfatları güzel, hem de bu sıfatların membaı olan kabiliyeti güzel.
5. Kabiliyetin güzelliği de zatın güzelliğine delalet eder. Zira güzellik ancak güzelden sudur eder. Eğer o zat çirkin olsaydı, kabiliyeti de kötü olurdu. Kabiliyeti kötü olunca sıfatları da kötü olurdu. Sıfatları kötü olunca isimleri de kötü olurdu. İsimleri kötü olunca fiilleri de kötü olurdu. Ve fiilleri kötü olunca eser de kötü olurdu. Bu ziynetli ve nakışlı eser yerine çok çirkin bir şey yapardı. Madem eser çirkin değil; gayet nakışlı ve süslü bir eser yapmış, o hâlde hem fiilleri güzel, hem isimleri güzel, hem sıfatları güzel, hem şuunatı güzel, hem de zatı güzeldir.
Dilerseniz, aynı mantığı bir de kitap üzerinde tefekkür edelim:
1. Mükemmel bir kitap, kâtibinin “yazmak” fiilindeki güzelliğe delalet eder.
2. Yazmak fiilinin güzelliği failinin “kâtip” isminin güzelliğine delalet eder.
3. Kâtip isminin güzelliği ilim, hikmet, irade gibi sıfatlarının güzelliğine delalet eder.
4. Bu sıfatların güzelliği kâtibin kabiliyetinin güzelliğine delalet eder.
5. Kabiliyetin güzelliği de zatın güzelliğine delalet eder. Eğer Üstad Hazretleri gibi güzel bir zatsa ondan Risale-i Nur Külliyatı ortaya çıkar, Darwin gibi çirkin bir zatsa darwinizm ile ilgili kitaplar ortaya çıkar.
Son bir örnek üzerinde kaideyi iyice pekiştirelim:
1. Mükemmel bir elbise, terzisinin “dikmek” fiilindeki güzelliğe delalet eder.
2. Dikmek fiilinin güzelliği failinin “terzi” isminin güzelliğine delalet eder.
3. Terzi isminin güzelliği terzilik sıfatlarının güzelliğine delalet eder.
4. Sıfatların güzelliği terzinin kabiliyetinin güzelliğine delalet eder.
5. Kabiliyetin güzelliği de zatın güzelliğine delalet eder. Güzel bir zatsa ondan İslam’ın ruhuna uygun elbiseler çıkar. Yok, güzel değilse, şeriatın yasak ettiği elbiseler çıkar.
Herhâlde bu kaide iyice pekişmiştir. Üstadımız bu kaideyi şuraya bağlıyor:
Kezalik, kâinatta görünen âsârın kemali, hadsî bir müşahedeyle, ef’alin mükemmeliyetine; ef’alin kemali de failin kemal-i esmasına; esmanın kemali sıfatın kemaline; sıfatın kemali şuunat-ı zatiyenin kemaline; şuunatın kemali Zat-ı Zülcelal’in kemaline delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
(Âsâr: eserler / Hadsî: Güçlü bir sezgi)
Üstad Hazretleri biraz evvel pekiştirdiğimiz kaideyi Allah’ın varlığını ispatta kullandı. Bir örnek üzerinde meseleyi tefekkür edelim:
1. Bir kelebeğe baktığımızda onun nakış nakış süslendiğini ve tezyin edildiğini görüyoruz. Âdeta antika bir sanat eseri olmuş. Eserin kemali fiilin kemalinden gelir. Demek kelebeğin yaratıcısı olan Zatın yaratmak, süslemek, nakışlamak, suret vermek, terbiye etmek gibi fiilleri mükemmeldir. Eğer bu fiilleri mükemmel olmasaydı, bu güzel kelebek vücud bulamazdı.
2. Fiilin kemali ismin kemaline delalet eder. Yaratmak, süslemek, nakışlamak, suret vermek, terbiye etmek gibi fiillerin kemali Hâlık, Müzeyyin, Nakkaş, Musavvir, Rab gibi isimlerin kemaline delalet eder.
3. Bu isimlerin kemali sıfatların kemaline delalet eder. Demek bu zatın ilim, irade, kudret, görme ve işitme gibi sıfatları nihayetsiz kemaldedir. Nihayetsiz kemaldedir ki ondan mükemmel isimler, mükemmel isimlerden mükemmel fiiller ve mükemmel fiillerden de mükemmel eserler çıkmış.
4. Sıfatların kemali şuunatın kemaline delalet eder. Şuunatı mükemmel olmasaydı, sıfatları mükemmel olamazdı.
5. Şuunatın kemali Zat-ı Zülcelal’in kemaline delalet eder.
Demek her bir varlık, nihayetsiz kemaliyle Allah’ın fiillerinin kemaline, isimlerinin kemaline; sıfatlarının, şuunatının ve zatının kemaline delalet ve şehadet eder.
Üstadımız delili nasıl nakış nakış dokumuş değil mi? Allah ondan ebeden razı olsun. İmanlarımızın taklitten tahkike çıkmasına vesile olmuş.
Şimdi, izahını yapmaya çalıştığımız bölümü bir daha okuyalım. Yaptığımız izahla metne bakmaya çalışın:
Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet, sâni ve mühendisin yaptıkları o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen ef’alin mükemmeliyetine delalet eder… Ef’alin mükemmeliyeti dahi, o sâniin taktığı isim ve lakapların mükemmeliyetini gösterir… Esmanın mükemmeliyeti, sıfatın mükemmeliyetine delalet eder… Sıfatın mükemmeliyeti, şuunatın mükemmeliyetini tasrih eder… Şuunatın mükemmeliyeti dahi, o nakkaşın mükemmeliyet-i zatına delalet eder.
Kezalik, kâinatta görünen âsârın kemali, hadsî bir müşahedeyle, ef’alin mükemmeliyetine… ef’alin kemali de failin kemal-i esmasına… esmanın kemali sıfatın kemaline… sıfatın kemali şuunat-ı zatiyenin kemaline… şuunatın kemali Zat-ı Zülcelal’in kemaline delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Lem’alar Risalesi’nin mütalaası burada tamamlandı. Bu risalenin şerhini ve mütalaasını bizlere ihsan eden Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun. Cenab-ı Hak, bu risalede zikri geçen hakikatlere bizleri vasıl eylesin. Bizi kendine kul, Habibine ümmet etsin. Âmin.
Yazar: Sinan Yılmaz