25. İnsanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan.
Önceki derslerimizde beş cümlelik bölümün üç cümlesini tahlil etmiştik. Bu dersimizde dördüncü cümleyi tahlil edeceğiz. Dördüncü cümle şöyle:
ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan… (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Kalb idrak etmenin, akletmenin, düşünmenin ve diğer duyguların asıl merkezidir. Kalb latifesinin maddi bir vücudu yoktur. Manevidir ve maddeden mücerreddir. Dolayısıyla kalbin binler âleme örnek olmasını maddi cihetle değil, kalbin taşıdığı duygular cihetiyle anlamalıyız.
Daha önceki dersimizde demiştik ki:
— İnsan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.
Şimdi, hayalen insanı büyütün ve kâinat yapın. Bu durumda, insanın kalbinde olan duygular kâinattaki bazı hadiselere dönmeli ve âlemlere benzemeli.
– Mesela insanın kalbinde öfke var. Öfke bu kâinatta ne olurdu? Kasırga olurdu, fırtına olurdu, deprem olurdu ve bunlar gibi hadiselere dönerdi.
– Kalbte neşe var. Neşe bu kâinatta ne olurdu? Bahar olurdu, yaz olurdu, insanı mutlu eden hadiseler olurdu.
– İnsanın kalbinde lümme-i şeytaniye var. Lümme-i şeytaniye bu kâinatta ne olurdu? Şeytan ve şerler olurdu.
– Yine kalbte hayırlı ilhamlar var. Bu ilhamlar kâinatta ne olurdu? Melek olurdu, güzellikler olurdu.
– Kalbte korku var. Korku kâinatta ne olurdu? Gök gürültüsü, şimşek, karanlık ve bunlar gibi şeyler olurdu.
– Kalbte hüzün var. Hüzün bu kâinatta ne olurdu? Sonbahar olurdu, kışın başlangıcı olurdu ve insana hüzün veren hadiseler olurdu.
– Kalbte muhabbet var. Muhabbet bu kâinatta ne olurdu? Çekim kuvveti olurdu.
– Kalbte nefret var. Nefret bu kâinatta ne olurdu? İtme kuvveti olurdu.
– Kalbte tevazu ve kibir var. Bunlar kâinatta ne olurdu? Tevazu toprak, kibir kendisini üstün gören şeytan ve şeytanlaşmış insanlar olurdu.
Bunlar gibi, kalbte olan her bir duygu bu âlemdeki bir hadisenin örneğidir. Âlem sürekli değiştiği gibi kalb de sürekli değişir, her an kalbe farklı fikir ve duygular gelir. Bununla farklı bir âlemin örneği olur.
Kalbin binler âleme örnek olmasına şuradan da bakabiliriz:
Bu âlemde tecelli eden isim ve sıfatlar küçük bir mikyasta kalbteki duygularda da tecelli eder.
– Mesela dağda tecelli eden Aziz ismi izzet sahibi bir kalbte de tecelli eder.
– Güneş’in itaatinde tecelli eden Muti ismi itaatkâr bir kalbte de tecelli eder.
– Tertemiz denizlerde tecelli eden Kuddûs ismi vesvese ve şüphelerden temizlenen bir kalbte de tecelli eder.
– Âlemde tecelli eden Rahim ismi şefkat sahibi bir kalbte de tecelli eder. Ve hakeza…
Demek, kalbin binler âlemlere örnek olması, âlemdeki hadiselere benzeyen duyguların kalbte bulunması ve âlemde tecelli eden isimlerin kalbte de tecelli etmesidir.
Yine Üstadımız “Kalbin âlemlere pencere olmasından” bahsetti. Pencere olması da şu:
Kalb kendinde bulunan hayal, tefekkür ve tasavvur duyusu gibi kuvveleriyle bir pencere olur; insan bu pencereden âlemi temaşa eder. Mesela Kur’an okurken geçmiş peygamberlerin kıssalarını okur, o zamanlara gidersiniz. Cenneti okur, cenneti hayal edersiniz. Cehennemi okur, cehennemi tefekkür edersiniz. İşte bunların hepsini kalb penceresinden yaparsınız. Bununla birlikte, bir de kalb gözünü açan Allah dostları vardır ki onlar bizim hayal ve tasavvurla yaptığımızı kalb penceresiyle hakka’l-yakîn yaparlar, âlemleri seyrederler.
Kalbin binler âlemlere örnek ve pencere olmasından şu hakikate yol açılır:
Âlemin sahibi kimse kalbin sahibi de odur. Çünkü âlemdeki her bir hadiseye mukabil, o hadiseye benzer kalbte bir duygu vardır. Ve âlemde tecelli eden isimler kalbte de tecelli etmektedir. O hâlde kâinatı yaratmak için nasıl sonsuz bir kudrete, ilme, hikmete ve uluhiyetin diğer sıfatlarına ihtiyaç varsa, kalb latifesini yaratmak için de aynı şeylere ihtiyaç vardır. “Kâinatı kim yarattı?” sorusuna Allah’tan başkasıyla cevap verilemeyeceği gibi, “Kalbi kim yarattı? Kalbi binler âleme kim örnek ve pencere yaptı?” sorusuna da Allah’tan başkasıyla cevap verilemez.
Bu dersimizde şu cümleyi anlamaya çalıştık:
ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan… (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)
Yazar: Sinan Yılmaz