6. O zat (a.s.m.) öyle bir kutup ve nokta-i merkeziyedir ki onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiyâ-i ahyâr…
“Hazreti Muhammed aleyhissalâtü vesselâm kimdir?” sorusuna verilen cevabın sekiz maddesini mütalaa etmiştik. Şimdi, kaldığımız yerden devam edelim:
O zat (a.s.m.) öyle bir kutup ve nokta-i merkeziyedir ki onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiya-i ahyâr, ebrâr-ı sâdıkîn onun gelmesine müttefik ve kelam-ı nutkuyla nâtıktırlar. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Ahyar: Hayırlılar / Ebrar: Hayırlılar, iyiler / Kelam-ı nutk: Konuştuğu söz / Nâtık: Konuşan)
Bu cümlede üç madde var:
1. Enbiya-i ahyârın yani hayırlı peygamberlerin Efendimiz (a.s.m.)’ın gelmesinde müttefik olması.
2. Ebrâr-ı sâdıkînin yani doğru sözlü hayırlı kulların Peygamberimizin gelmesinde müttefik olması.
3. Bu iki cemaat-i uzmanın Peygamberimizin kelam-ı nutkuyla nâtık olması.
İlk önce birinci maddeyi mütalaa edelim:
Peygamberler, Efendimiz (a.s.m.)’ın gelmesi hususunda müttefiktirler. Üstadımız bu meselenin misallerini 19. Mektup’un 16. İşaretinde vermiş. Birkaçını nakledelim:
Hz. İsa şöyle demiş:
— Ben gideceğiz, ta dünyanın reisi gelsin.
Yine demiş ki:
— Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim.
Yine İncil’de şöyle geçiyor:
— Ben gidiyorum, ta size Faraklit gelsin. Yani Ahmed gelsin.
Yine İncil’de şöyle geçiyor:
— Ben Rabbimden hakkı batıldan ayırt eden bir peygamberi istiyorum ki ebede kadar sizinle bulunsun.
Peygamberlerin bütün sözlerini burada nakletsek ders çok uzun kaçar. Bu sebeple, dört örnekle iktifa ediyoruz. 19. Mektup’un 16. İşaretinde bu meselenin daha başka misalleri var. Dileyen ilgili kısmı okuyabilir. Ayrıca bizler bu konuda özel bir çalışma yaptık ve “Gizlenen Gerçekler” adıyla bir video eser hazırladık. “feyyaz.tv” sitemizden “Gizlenen Gerçekler” eserini seyredebilirsiniz. Bu eser, tahlilini yaptığımız cümlenin tam bir izahıdır.
Mütalaasını yapacağımız ikinci madde, ebrâr-ı sâdıkînin (doğru sözlü hayırlı kulların) Peygamberimizin gelmesinde müttefik olmasıdır. Buradaki “ebrâr-ı sâdıkîn” peygamberler zümresi değildir. Bunlar Peygamberimizin nübüvvetinden önce yaşamış olan kâhinler, o zamanın bir derece evliyası olan zatlar ve Allah’ı bilen kişilerdir. Bu zatlar Peygamberimizin geleceğini haber vermişlerdir.
Bu meselenin misalleri 19. Mektup’un 16. İşaretinin 2. Kısmında geçiyor. Biz birkaçını nakledelim:
Yemen padişahlarından Tübba isminde bir melik Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın evsafını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş ve şöyle demiş:
— Ben Ahmed’in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum. (Yani Hz. Ali gibi olurdum.)
Başka bir misal:
Yemen padişahlarından Seyf ibni Zîyezen semavi kitaplarda Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın evsafını görmüş, iman etmiş, müştak olmuş. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib bir kafileyle Yemen’e gittiği zaman Seyf ibni Zîyezen onları çağırmış, onlara demiş ki:
— Hicaz’da bir çocuk dünyaya gelecek. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak.
Sonra Abdülmuttalib’i gizli çağırmış. Ona: “O çocuğun dedesi sensin.” diyerek Peygamberimizden haber vermiş.
Başka bir misal:
Efendimiz (a.s.m.) ilk vahiy geldiğinde telaş etmiş. Hatice-i Kübrâ Annemiz bu hadiseyi Varaka bin Nevfel’e anlatmış. (Varaka bin Nevfel, Hatice-i Kübrâ Validemizin amcaoğullarındandır.) Varaka bin Nevfel: “Onu bana gönder.” demiş. Resul-i Ekrem (a.s.m.) Varaka’nın yanına gitmiş, başına gelen hadiseyi anlatmış. Varaka demiş ki:
بَشِّرْ ياَ مُحَمَّدُ Sana müjde ey Muhammed! اِنِّى اَشْهَدُ اَنَّكَ اَنْتَ النَّبِىُّ الْمُنْتَظَرُ Şüphesiz ben şehadet ederim ki beklenen nebi sensin. وَبَشَّرَ بِكَ عِيسٰى İsa seninle müjde vermiş…
Bu ikinci maddenin mütalaasında üç örnekle iktifa edelim. Bu meselenin misalleri ve kaynaklar için 19. Mektup’a bakabilirsiniz.
Mütalaasını yapacağımız üçüncü madde, enbiyâ-i ahyâr ve ebrâr-ı sâdıkîn zümresinin Peygamberimizin kelam-ı nutkuyla nâtık olması.
Bunun manası şudur: Efendimiz (a.s.m.) ne dediyse bu iki cemaat-i uzma aynı şeyi demiştir. En evvel Peygamberimiz (a.s.m.) “Lâ ilâhe illallah” demiş; Allah’ın birliğini bu sözle ilan etmiş. Onlar da aynı şeyi söylemiş, ümmetlerine ve insanlara aynı hakikati tebliğ etmiş. Diğer iman hakikatleri için de aynı şey geçerlidir.
Dilerseniz, peygamberlerin kendi kavimlerine söylediği sözleri Kur’an’ın lisanıyla dinleyelim. Ve onların sözlerinin Peygamberimizin sözlüyle aynı olduğuna hakka’l-yakîn şahit olalım.
Araf suresinde peygamberler ile kavimleri arasında geçen konuşmalar nakledilir. Şimdi, bu konuşmalara kulak verelim:
لَقَدْأَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِنْ إِلهٍ غَيْرُهُ
“Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik. Nuh onlara dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.” (Araf 59)
Nuh (a.s.) böyle demiş. Bakalım Hud (a.s.) ne demiş?
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِنْ إِلهٍ غَيْرُهُ
“Ad kavmine kardeşleri Hud’u gönderdik. Hud onlara dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.” (Araf 65)
Hud (a.s.) da Hz. Nuh ile aynı şeyi söylemiş. Bakalım Salih (a.s.) ne demiş?
وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَالَكُم مِنْ إِلهٍ غَيْرُهُ
“Semud kavmine kardeşleri Salih’i gönderdik. Salih onlara dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.” (Araf 73)
Salih (a.s.) da Hz. Hud ve Hz. Nuh ile aynı şeyi söylemiş. Bakalım Şuayb (a.s.) ne demiş?
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِنْ إِلهٍ غَيْرُهُ
“Biz Medyen halkına kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Şuayb onlara dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.” (Araf 85)
Şuayb (a.s.) da Hz. Salih’in, Hz. Hud’un ve Hz. Nuh’un söylediği sözü söylemiş. Bütün peygamberler aynı şeyi söylemiş. Dersi uzatmamak için diğer peygamberlerin sözlerini nakletmiyorum.
— Peki, Hz. Muhammed (a.s.m.) ne demiş?
O da aynı şeyi söylemiş. Neticede, bütün peygamberler ve sıddıklar Peygamberimizin kelam-ı nutkuyla (söylediği sözle) nâtık olmuşlar, aynı sözü söylemişler. Bu da ispat eder ki bütün peygamberler, davalarının lisan-ı hâliyle Peygamberimizi ve davasını ispat ederler.
Bu derse bir cümlenin mütalaası sığdı. Önceki derslerimizde Efendimiz (a.s.m.)’ın sekiz vasfını okumuştuk. Bir vasıf da bu derste okuduk, etti dokuz. Şimdi, bu dokuz vasfı tekrar edelim:
1. vasfı: Pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye malik olması.
2. vasfı: Burhan-ı nâtık olması.
3. vasfı: Azamet-i maneviyesinden dolayı yeryüzü onun mescidi, Mekke mihrabı ve Medine de minberi olması.
4. vasfı: Cemaat-ı müminîne en son ve en âli imam olması.
5. vasfı: Beşerin en meşhur hatibi olması.
6. vasfı: Saadet düsturlarını beyan etmesi.
7. vasfı: Enbiyanın reisi olup onları tezkiye ve tasdik etmesi.
8. vasfı: Evliyanın başı olup onları terbiye ve tenvir etmesi.
9. vasfı: Peygamberler ve sadıklar cemaatinin Efendimizin gelmesinde müttefik olup onun kelam-ı nutkuyla nâtık olması.
Bir sonraki derste kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
O zat (a.s.m.) öyle bir kutup ve nokta-i merkeziyedir ki onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiyâ-i ahyâr, ebrâr-ı sâdıkîn onun gelmesine müttefik ve kelam-ı nutkuyla nâtıktırlar. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz