54. Risale-i Nur nasıl okunmalı ve azami istifade için nasıl bir usul takip edilmeli?
Bu dersimizde bir okuma usul dersi yapacağız. Risaleler nasıl okunmalı ve azami istifade için nasıl bir usul takip edilmeli, bunu konuşacağız.
On İkinci Reşhanın mütalaasını yapıyorduk. Son üç dersimizde, eşyadaki hüsn-ü sanat ve ziynetin Peygamberimiz (a.s.m.)’ın risaletine olan şehadetini ve delaletini mütalaa ettik. Her cümleyi izah ettik. Bazen de kelimede yoğunlaşıp kelimenin altında yatan ince nükteyi ve gizli manayı anlamaya çalıştık.
— Peki, bu yeterli midir? Sadece cümleleri anlamak ve kelimeyi kaldırıp altındaki manayı çıkarmak kâfi midir?
Hayır, değildir. Asıl mesele bütünü ihata etmek ve anlatılan konuyu özetleyebilmektir. Mesela son üç dersimizin konusu eşyadaki hüsn-ü sanat ve ziynetin Peygamberimizin risaletine olan şehadetiydi. Şimdi size sorum şu:
— Kâinattaki hüsn-ü sanat ve ziynet Peygamberimizin risaletini nasıl ispat eder? Bunu bize anlatın.
Eğer bunu anlatamıyorsanız, siz okuduğunuz yeri anlamamışsınızdır. Belki cümle ve kelimeleri anladınız ama cümlelerin niçin söylendiğini ve bütünü anlamadınız. Bu durumda istifadeniz sathi olur. Son üç dersi mütalaa eden birisi şu özeti yapabilmelidir:
Eşyada gözüken hüsn-ü sanat ve ziynet Peygamberimizin risaletini ispat eder. Çünkü:
1. Şu masnuatın ziyneti ve güzelliği, hüsn-ü sanatı ve ziyneti izhar eder.
2. Hüsn-ü sanat ve ziynet, onları bu şekilde yaratan Allahu Teâlâ’nın güzelleştirmek isteğine ve ziynetlendirmek arzusuna delalet eder. Zira bu arzu olmasaydı, bu hüsn-ü sanat ve ziynet olmazdı.
3. Güzelleştirmek ve ziynetlendirmek arzusu da Allah’ın, sanatına karşı olan muhabbetine şehadet eder. Demek sanatını seviyor ki onları böyle süslemiş ve güzelleştirmiş.
4. Allah’ın -zatına layık bir şekilde- sanatına olan muhabbeti, masnuatın en mükemmelinin insan olduğunu ispat eder. Zira madem sanatına karşı muhabbeti var; öyleyse en çok sevdiğini elbette en sanatlı yaratacak.
— Peki, insanı en sanatlı mı yaratmış?
Evet, en sanatlı yaratmış. Şöyle ki:
1. Masnuatın en camii yapmış.
2. En garibi yapmış.
3. Yaratılış ağacının şuur sahibi meyvesi ve en baid cüzü yapmış.
4. İnsana idrak kabiliyeti vermiş.
5. Düşünme, mülahaza etme, tefekkür etme gibi kuvveler ihsan etmiş.
Bütün bunlarla da insan, kendisini yaratan Allah’ın makasıdını anlamış, hikmetini fehmetmiş, muradını idrak etmiş. Bununla da Allah’ın has muhatabı olmuş.
— Peki, Allah bu has muhatabından ne istiyor?
1. Ona verdiği aza, duygu ve latifeleri, kendisine ibadet ve muhabbet yolunda sarf etmesini istiyor.
2. Sanatını istihsan edip takdir ve teşhir etmesini istiyor.
3. Verdiği nimetlere mukabil şükretmesini istiyor.
Daha bunlar gibi çok şey istiyor.
O hâlde diyebiliriz ki: Bu vazifeleri en iyi kim yapmışsa Allah’ın en sevgili kulu odur.
— Acaba bu vazifeleri Hz. Muhammed (a.s.m.)’dan daha güzel, daha ekmel bir tarzda yapan var mıdır?
Vallahi yoktur, billahi yoktur! Bu da ispat eder ki: Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın habibidir ve en sevgili kuludur.
İşte eşyadaki hüsn-ü sanat ve ziynet risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’ı böyle ispat eder.
Eğer bu özeti yapabiliyorsanız, okuduğunuz metni anlamışsınızdır. Eğer yapamıyorsanız, bir sonraki derse geçmemeli ve bu bölüme çalışmalısınız. Hakikatlerin insanda meleke hâline gelmesi ancak bu şekilde olur.
Eğer daha fazla istifade etmek ve manayı akla, kalbe ve latifelere daha çok yedirmek istiyorsanız şöyle yapabilirsiniz:
Nefsinizi veya şeytanı karşınıza alın, hakikati onlarla konuşun; nefsi ve şeytanı ilzam edin. Dilerseniz bir misal olarak ben biraz nefsimle konuşayım, siz de bize ders arkadaşı olun.
Nefsime diyorum ki:
— Şu âlemdeki hüsn-ü sanat ve ziynet Peygamberimizin risaleti ispat eder.
Nefsim diyor ki:
— Ne alaka, nasıl ispat eder?
Ben de diyorum ki:
— Bak, şu âlemdeki her bir eşya; sanatla yaratılmış ve nakış nakış dokunmuş bir antikadır.
Nefsim sözümü kesti ve dedi ki:
— Ne sanat eseri, ne antikası!
Ben de diyorum ki:
— Yahu şu kelebeğe bak, papağana bak, çiçeklere bak, balıklara bak… Her bir mahluku gözüne mi sokayım! Bunların resimlerini yapana sanatkâr, o cansız resimlere sanat deniliyor. Bu asıllarına nasıl sanat denmez? İstersen bu konuda çok uzun konuşurum. Gel, beni çok konuşturma; bu kaziyeyi peşinen kabul et.
Nefsim diyor ki:
— Hadi tamam, kabul ettim. Her bir eşya sanatlı ve ziynetli bir antika. İyi de bunun peygamberliği ispatla ne alakası var?
Ben de diyorum ki:
— Çok alakası var. Şimdi sana soruyorum: Bu sanatlı eserler hüsn-ü sanatı ve ziyneti izhar ediyor mu? Zaten sanat eseri olduğunu kabul ettiğinde bunu da kabul etmiş oldun.
Nefsim diyor ki:
— Hadi hüsn-ü sanatı ve ziyneti izhar ediyor diyelim. İyi de bundan ne çıkar?
Nefsime diyorum ki:
— Sabret, çok şey çıkacak. Şimdi de şu soruma cevap ver: Bu hüsn-ü sanat ve ziynet, Allah’ın güzelleştirmek isteğini ve ziynetlendirmek arzusunu ispat etmez mi?
Nefsim diyor ki:
— Ne Allah’ı! Bunlar tesadüfün işidir.
Ben de diyorum ki:
— Yahu bir harf kâtipsiz, bir iğne ustasız ve bir köy muhtarsız olamaz. Şu kâinat ve içindeki masnuat nasıl sahipsiz ve ustasız olabilir? Bak, bu konuda çok konuşurum. Bunu sen de biliyorsun. Gel, Allah’ı kabul et; bu bahsi uzatma.
Nefsim der ki:
— Tamam, Allah var; kabul ettim.
Ben de diyorum ki:
— Madem Allah var ve eşyayı sanatlı bir şekilde yaratılmış; bundan Allah’ın güzelleştirmek isteği ve ziynetlendirmek arzusu olduğu çıkmaz mı? Zira güzelleştirmeyi arzu etmeseydi, bu sanatlı ve ziynetli eşya olmazdı. Madem var; o hâlde Allah’ın güzelleştirmek ve ziynetlendirmek arzusu var.
Nefsim dedi ki:
— Hadi var diyelim, ne olacak?
Cevaben derim ki:
— Şu olacak: Madem güzelleştirmek ve ziynetlendirmek arzusu var; o hâlde sanatına karşı muhabbeti de var. Ve madem sanatına karşı muhabbeti var; o hâlde en çok sevdiğini en sanatlı yaratacak.
Şimdi, söyle bakalım ey nefsim, Allah hangi masnuu en çok seviyor? Şöyle kâinata bir bak, en sanatlı masnuu bul ve de ki: “En çok bunu seviyor.” Sence en sanatlı mahluk insan değil midir?
Nefsim dedi ki:
— Nereden çıkardın insan olduğunu?
— Şuradan çıkardım:
1. İnsanı masnuatın en camii yapmış.
2. En garibi yapmış.
3. Yaratılış ağacının şuur sahibi meyvesi ve en baid cüz yapmış.
4. İnsana idrak kabiliyeti vermiş.
5. Düşünme, mülahaza etme, tefekkür etme gibi kuvveler ihsan etmiş.
Daha bunlar gibi çok şey vermiş ve insanı sanatına mazhar etmiş. Bunları diğer mahlukata vermemekle de insanı sanat cihetiyle onlara üstün kılmış. Bu da ispat eder ki Allah’ın en sevgili mahluku insandır.
Nefsim diyor ki:
— Hadi “Allah’a en sevgili mahluk insandır.” diyelim. İyi de bunun Hz. Muhammed ile ne ilgisi var?
— Çok ilgisi var. Zira madem Allah’ın en sevgili mahluku insandır; o zaman şunu aramalıyız: Acaba insanlar içinde kimdir? Kim olduğunu bulmak için de şuna bakmalıyız:
Allah’ın insanı yaratmasındaki maksat nedir ve bu maksatlara kim hizmet ediyor?
İnsanın yaratılışındaki çok maksatlardan üç tanesi şudur:
1. Kendisine verilen aza, duygu ve latifeleri Allah’a ibadet ve muhabbet yolunda kullanmak.
2. Allah’ın sanatını istihsan edip takdir ve teşhir etmek.
3. Allah’ın verdiği nimetlere mukabil şükretmek.
Şimdi, ey nefsim, sana sorum şu:
— Bu vazifeleri Hz. Muhammed (a.s.m.)’dan daha güzel, daha ekmel bir tarzda yapan birini gösterebilir misin?
Nefsimin sesi kesildi! Ben de son olarak ona diyorum ki:
— İşte âlemde hüsn-ü sanat ve ziynet, risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’ı böyle ispat eder!
Risale-i Nurları böyle okumalı ve manayı latifelere iyice yedirmeliyiz. Mananın boyasıyla boyanmalı ve hakikatleri meleke hâline getirmeliyiz. Daha bu konuda söylenecek çok söz var. Dersi uzatmamak adına gerisini fehminize havale ediyorum.
Yazar: Sinan Yılmaz