a
Ana SayfaReşhalar14. Ve keza, o zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle malik olduğu…

14. Ve keza, o zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle malik olduğu…

Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, o zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle malik olduğu kuvvet-i imaniyeyle musaddaktır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Musaddak: Tasdik edilmiş)

Efendimiz (a.s.m.)’ın imanı emsalsizdir ve bu imanı onun hakkaniyetine delildir. İmanındaki kuvvete şöyle bakın ki:

O zamanda hükümferma olan bütün Ehl-i kitap din adamları, bütün fikirler ve inançlar, filozofların hikmetleri, manevi reislerin ilimleri Efendimiz (a.s.m.)’a karşı ve muhalif idi. Hepsi Peygamberimizin davasını reddediyordu. Lakin bu hâl onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne imanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf ve hiçbir vesvese veremedi. İşte Peygamberimiz (a.s.m.)’ın böyle kuvvetli bir imanı vardı.

Yine maneviyatta ve imanda terakki eden başta sahabeler olarak bütün ehl-i velayet her vakit Peygamberimizin mertebe-i imanından feyiz almış ve onu imanda en yüksek derecede bulmuştur. İşte bu hâl ispat etmektedir ki onun imanı emsalsizdir ve nübüvvetine bir delildir.

İmanının kuvvetine ait binler misalden yalnız şu misale bakalım ki:

Ebû Tâlib Peygamberimiz (a.s.m.)’a gelir ve der ki:

— Ey kardeşimin oğlu! Kavminin büyükleri bana gelip senin onlara dediklerini söylediler. Ne olursun, bana ve kendine acı! İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten artık vazgeç.

Ebû Tâlib’in bu sözüne Peygamberimizin cevabı şöyle oldu:

— Şunu bilesin ki ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler; ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Allah ya bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı feda ederim!

Herhâlde Efendimiz (a.s.m.)’ın bu sözü imanının kuvvetine delildir. Üstadımız, Efendimiz (a.s.m.)’ın imanının kuvvetini anlatırken şöyle dedi:

“…en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle, malik olduğu kuvvet-i imaniye…”

Bu ifadede Üstadımız, Peygamberimizin imanına zühdünü, takvasını ve ubudiyetini şahit yaptı. “Onun imanının kuvvetine zühdü, takvası ve ubudiyeti şahittir.” dedi.

— Acaba Üstadımızın, Peygamberimizin imanına bu üç vasfı şahit yapmasının sebebi nedir?

Bunun sebebi şudur:

Bir kişi bir davayla ortaya çıksa, davasında samimi olup olmadığını anlamak için şu üç şeye bakabiliriz:

1. Bu kişi davasını dünyalığı kazanmaya alet ediyor mu?

2. Bu kişi davasını dünya lezzetlerini ve keyiflerini yaşamaya alet ediyor mu?

3. Bu kişi dediği ile amel ediyor mu?

Eğer bir kimse bir dava ile ortaya çıkar ve bu davasını dünyalığı kazanmaya ve dünya lezzetlerini yaşamaya alet ederse ve dediği ile de amel etmezse, bu hâl o kişinin davasında samimi olmadığını ispat eder.

Şimdi, bu kaziyeyi Efendimiz (a.s.m.) hakkında düşünelim:

Peygamberimiz (a.s.m.) bir dava ile meydana çıkmış. Davası tevhiddir ve imandır. İmanında samimi olup olmadığını anlamak için ilk önce şuna bakarız:

— Bu zat (a.s.m.) davasını ve imanını dünyalığı kazanmaya alet etmiş mi?

Bu cihete baktığımızda karşımıza Peygamberimizin zühdü çıkar ve der ki:

— Değil dünyaya alet etmek, dünyanın bir taşına dahi kıymet vermemiş; fakir bir kul olarak yaşamış ve fakir bir kul olarak ölmüş. Ve bunu bütün dünyayı kazanabilecek imkânı varken yapmış.

Peygamberimizin zühdüne ait onlarca misal verilebilir. Biz bir tane ile iktifa edelim:

Enes bin Malik Hazretleri şöyle naklediyor:

Hz. Fatıma Validemiz, Peygamberimiz (a.s.m.)’a bir ekmek parçası getirdi. Peygamberimiz (a.s.m.):

— Ey Fatıma! Bu parça nedir, dedi.

Hz. Fatıma:

— Bir somun yaptım. Bu parçayı sana getirmeden içim rahat etmedi, diye cevap verdi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle dedi:

— Bu, üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir. (İbn Sa’d, Tabakatü’l-Kübra, I, 114; Zebidî, İthafu’s-Sadetil-Muttakîn, VII, 391)

Peygamberimizin zühdünün diğer misallerini sizler bulup tefekkür edebilirsiniz. Efendimizin bu zühdü birinci kapıyı -yani davasını ve imanını dünyalığı kazanmaya alet etmiş mi- kapısını kapattı.

Şimdi, ikinci ihtimali düşünelim:

— Peygamberimiz davasını ve imanını dünyanın keyif ve lezzetlerini yaşamaya alet etti mi?

Bu cihete baktığımızda karşımıza Peygamberimizin takvası çıkar ve der ki:

— Değil gayrimeşru lezzetleri, meşru lezzetleri dahi terk etmiş ve dinin hiçbir haramını çiğnememiştir. Hâlbuki dileseydi, bütün dünya lezzetlerini ve keyiflerini tadabilirdi. Lakin tatmamış, meyil dahi etmemiştir.

Peygamberimizin takvasına ve dünyevi lezzetleri terk etmesine ait onlarca misal verilebilir. Biz bir tane ile iktifa edelim:

Hazreti Aişe Validemiz şöyle diyor: Resulullah (a.s.m.)’a bir bardak getirilmişti. İçinde süt ve bal vardı. Allah’ın Resulü (a.s.m.) şöyle buyurdular:

— Bir içecek içinde iki nimet, bir bardak içinde iki katık… Benim buna ihtiyacım yok. Ancak bunun haram olduğunu düşünmüyorum. Sadece kıyamet günü Cenab-ı Hakk’ın dünyadaki fazlalıklardan dolayı beni hesaba çekmesinden korkuyorum. (Heysemî, X, 325)

Gördüğünüz gibi, Peygamberimiz takvası sebebiyle, değil günahları ve haramları, dünyevi lezzetleri dahi terk etmiştir. Peygamberimizin bu takvası ikinci kapıyı -yani davasını ve imanını dünya lezzetlerini yaşamaya alet etmiş mi- kapısını da kapattı.

Şimdi, üçüncü ihtimali düşünelim:

— Peygamberimiz (a.s.m.) dediği ile amel etti mi?

Bu cihete baktığımızda karşımıza Peygamberimizin ubudiyeti çıkar ve der ki:

— Bu zat (a.s.m.) ibadette dahi en ileridedir. İmanda kemali olmayan bir kimse böyle bir ibadete dayanamaz.

Peygamberimizin ubudiyetine dair onlarca misal verilebilir. Biz bir iki tane ile iktifa edelim:

Hz. Aişe Validemiz diyor ki: Peygamberimiz (a.s.m.) mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri ibadet ederdi. Ben kendisine:

— Ey Allah’ın Resulü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allahu Teâlâ bağışladığı hâlde niçin bu kadar yoruluyorsunuz?” dedim.

Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Ya Aişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?

Abdullah İbni Mesud Hazretleri diyor ki:

— Bir gün Allah’ın Resulü ile beraber gece namazı kılmaya azmettim. Geceyi onunla geçirip onun yaptığı ibadeti ben de yapacaktım. Namaza durdu, ben de durdum. Fakat bir türlü rükûa gitmiyordu. Bakara suresini bitirdi. (Bakara suresi 48 sayfadır.) Şimdi rükûa gider, dedim fakat o devam etti. Sonra Âli İmran’ı, sonra da Nisa suresini okudu. (Bu iki sure de 56 sayfadır.) Ardından rükûa vardı. Namaz esnasında o kadar yoruldum ki bir ara aklıma kötü düşünceler geldi.

Onu dinleyenler arasından biri İbni Mesud’a sordu: Ne düşünmüştün?

İbni Mesud Hazretleri şöyle cevap verdi: Namazı bozup onu namazıyla baş başa bırakmayı düşünmüştüm.

Evet, Efendimiz (a.s.m.) bazen bir rekâtta yüz sayfa okurdu. Yine haftanın bir iki gününde mutlaka oruç tutar hatta bazen de savm-ı visal yapardı. Yani hiç iftar etmeden iki gün üst üste oruç tutardı.

Bu meselenin misalleri günlerce anlatılsa bitmez. İşte böyle bir ubudiyet Peygamberimizin imanına şahittir.

Demek, Üstad Hazretlerinin Peygamberimizin imanına şahit olarak zühdünü, takvasını ve ubudiyetini göstermesi, bu üç sıfatın imandaki ihlası ispat etmesinden dolayıdır.

Gördüğünüz gibi, Üstadımız hiçbir kelimeyi boşu boşuna kullanmıyor. Her kelimenin bir manası var. Bu manaları ancak mütalaa ile çıkarabiliriz. Risaleleri gazete gibi okursak, bu manalar kaybolur ve gizlenir.

Bu dersimizde bir cümlenin mütalaasını yaptık. Aslında bu cümle üzerine bir kitap yazılsa elhak layıktır. Cümlenin misallerle derinlemesine tefekkürünü sizlere havale ediyorum.

Şimdi, tahlilini yaptığımız cümleyi bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:

Ve keza, o zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle malik olduğu kuvvet-i imaniyeyle musaddaktır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin