26. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın ziyasıyla ziyadar…
Beşinci Reşhanın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Üstadımız şöyle diyor:
Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nurani görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur’an’ın ziyasıyla tenevvür eder, cennetin bostanları şekline girer. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Zulmet: Karanlık / Tenevvür etmek: Aydınlanmak)
Üstadımız önce kâinata küfür gözüyle baktı ve altı madde saydı. Sonra iman gözüyle bakıp bu altı maddedeki değişikliği anlattı. Mezkûr beyanıyla da iman gözüyle bakışa bir madde daha ekledi. Şöyle ki:
Küfür gözüyle kâinata bakıldığında geçmiş zaman bir mezar-ı ekber şeklinde gözükür. O büyük mezarlığın yakın kısmında kişinin annesi gömülüdür, babası gömülüdür, sevdiği dost ve ahbapları gömülüdür. Mezarlığın uzak kısmında ise her asır ahalisi yatmaktadır. Kaç dünya bu mezara gömülmüş ve kaç insan bu mezarda çürümüştür.
Gelecek ise insanın hem kendisini hem de bütün sevdiklerini gömecek başka bir mezardır. İnsan bu iki mezar arasında sıkışmış, âciz, zavallı bir biçaredir.
İman gözüyle bakıldığında ise sahne tamamen değişir. Mezar-ı ekber şeklinde gözüken zaman-ı mazi birden aydınlanır. Her zaman dilimi enbiya ve evliyanın riyasetiyle ve getirmiş oldukları hakkın ziyasıyla ziyadar görünür. Hoş meclisler kurulmuş, imanî sohbetler edilmiş, Allah Allah diyen halka-i zikirler oluşturulmuş ve bütün bunlar Allah tarafından kaydedilmiş. Yarın cennette ehl-i cennete ebedî manzaralar olarak seyrettirilecek. Geçmiş zaman böyle aydınlandı…
İstikbal ise musibetlerin bizi beklediği dehşetli bir yer ya da bizi ve sevdiklerimizi gömecek bir kabristan değil, cennet bahçeleri şeklini alır. İmanla bilinir ki her musibetin dizgini Allah’ın elindedir. O’nun izni olmadan hiçbir musibet isabet etmez. Ve yine imanla hissedilir ki ölüm cennet bahçelerine bir sevkiyattır. Bizler ehl-i iman bir dostumuzu kabre koyarken onu toprağın altına değil, cennet bahçesine koyduğumuza inanırız. Bu bizim imanımızın bir neticesidir.
İşte iman hem maziyi hem istikbali böyle aydınlatır. Bu meseleyi Kur’an’dan birçok ayetle işleyebiliriz ancak dersi uzatmamak için bu kapıyı açmıyoruz.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Buna binaen, o zat-ı nuranî olmasaydı, kâinat da insan da her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Adem: Yokluk)
Evet, Efendimiz (a.s.m.) olmasaydı, kâinat da insan da her şey de yok hükmünde kalırdı. Ne kıymeti olurdu ne de ehemmiyeti…
Şu esası unutmayın: Risaleleri okurken meselenin odak noktasını kaybetmeyip işi neticeye bağlamalıyız. Zira Üstad Hazretleri her bir cümleyi netice için söylüyor ve hakikati adeta nakış nakış dokuyor.
Şimdi, yedi derstir mütalaa ettiğimiz Beşinci Reşhayı neticeye bağlayalım:
Üstadımız, Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini ispat etmek istiyor. Bu Beşinci Reşhada önce kâinata küfür gözüyle baktı, sonra iman gözüyle baktı ve bu iki bakışı kıyas etti.
— Peki, bu kıyasın Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetiyle ne alakası var?
Alakası şu: Bir beşer… 1400 sene önce yaşamış… Okuma-yazma bilmiyor… Ne bir harf okumuş ne de bir harf yazmış… Müşrik bir toplumda dünyaya gelmiş… İnsanlar küfür gözüyle kâinata baktıklarından dolayı en âciz, en zelil ve en perişan bir hâldeymiş… Sonra bu zat (a.s.m.) onlara demiş ki:
— Size bir gözlük vereceğim. Bu gözlüğü takıp kâinata bakarsanız kâinatın birden değiştiğini ve sizi korkutan bütün hâllerin size ünsiyet verdiğini göreceksiniz.
O böyle demiş ve kim onu dinleyip gözlüğü takmışsa kâinatı böyle görmüş. Ondan önce ve ondan sonra, dâhi derecesinde binler filozof gelmiş ama kâinatın şeklini değiştiren bu gözlüğün emsalini hiçbiri yapamamış. Şimdi sorumuz şu:
— Eğer bu zat (a.s.m.) Allah’ın peygamberi değilse nedir?
— Bu gözlüğü kendi başına nasıl yapmış ve her asırda milyonlarca insanın takmasını nasıl sağlamış?
— En dâhi filozoflar bu zata niçin yetişememiş?
Kâinatın şeklini değiştirecek bu gözlüğü yapmak -ki bu gözlük iman gözlüğüdür- ancak bir peygambere nasip olur, başkasına olmaz.
İşte Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın kâinatın şeklini değiştirecek bu gözlüğü yapmasını -yani bu dersi vermesini- nübüvvetine delil yapmış.
Bakın, bu son yaptığımız tahlili yapmadan Beşinci Reşhayı tamamlasaydık, maksuda ulaşamamış ve okuduğumuz cümleleri netice ile ilişkilendirmemiş olurduk. Bu durumda da delili anlamamış olurduk.
Demek mesele sadece okumak hatta anlamak değil. Asıl mesele, her cümlenin niçin söylendiğini bulmak ve neticeyle ilişkisini kurmak! Bunu yapmadan Risaleleri okursanız istifadeniz çok sathi olur.
Beşinci Reşhadan bir cümlemiz daha kaldı. Onun mütalaası uzun olacağından dolayı o cümleyi sonraki derse bırakalım. Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nuranî görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur’an’ın ziyasıyla tenevvür eder, cennetin bostanları şekline girer. Buna binaen, o zat-ı nuranî olmasaydı, kâinat da insan da her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz