30. Evet, o zat (a.s.m.) vazifesi itibarıyla, hakkın burhanı, hakikatin ziyası, hidayetin güneşi, saadetin vesilesidir.
Altıncı Reşhanın mütalaasını yapıyorduk. Üstadımızın Efendimiz (a.s.m.)’a atfettiği beş vasfı mütalaa etmiştik. Üstadımız dört vasfı daha şöyle beyan ediyor:
Evet, o zat (a.s.m.) vazifesi itibarıyla hakkın burhanı, hakikatin ziyası, hidayetin güneşi, saadetin vesilesidir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Burhan: Delil)
Bu reşhada zikredilen, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın altıncı vasfı “hakkın burhanı” olmasıdır. Efendimiz (a.s.m.)’ın hakkın burhanı olması aynı zamanda bir ayet mealidir. Risalelerde birçok cümle vardır ki bir ayetin meali veya geniş bir tercümesidir. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِن رَبِّكُمْ
“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden bir burhan gelmiştir.” (Nisa 174)
Râzî Hazretlerinin beyanına göre, ayetteki burhan Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır. Ona burhan denmesinin sebebi de hakkın hak ve batılın batıl olduğunu ispat etmesi ve hakkı göstermek için delil getirmesidir. Delil getirmek Efendimiz (a.s.m.)’ın sanatıdır. Bu yüzden ona “Burhan” denmiştir. (Tefsir-i Kebir)
Demek, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hakkın burhanı olması, hakkın hak olduğunu delillerle ispat etmesi ve hakkı ortaya çıkarmasıdır.
Hakkın burhanı olmasına şu mana da verilebilir:
Hak, Cenab-ı Hakk’ın bir ismidir. Dolayısıyla Hakk’ın burhanı olması Allah’ın delili olmasıdır. Allah’ın delili olması da iki manaya gelir:
1. Allah’ın varlığına ve birliğine bir delildir.
2. Ahirette Allah’ın lehinde, kulların aleyhinde bir delildir. Allah’ın hakkı bildirdiğine ve kendinden haberdar ettiğine dair kulları aleyhinde şehadette bulunur; bununla da Allah’ın bir burhanı olur.u vasfı şöyle tefekkür edebiliriz:
Birçok dâhi filozof gelmiş. Hepsi kendine göre, hakikatin yolunu keşfetmeye ve insanları hakikate çıkarmaya çalışmış. Aristo’dan Platon’a, Konfüçyüs’ten Descartes’a kadar, insanların en dâhileri kabul edilen bu kişiler âdeta ellerine bir meşale almış, insanları kendilerini takip etmeye davet etmiş ve onları hakikate ulaştıracaklarını vaat etmiş. Lakin hepsi sonunda batıl bataklığına saplanmış; hem kendileri helak olmuş hem de peşlerinden gidenler helak olmuş. Ne tabiileri kalmış ne de fikirlerini savunanlar.
Onlar böyle helak olurken ve helak ederken; bir zat daha çıkmış (a.s.m.), insanlara hakikatin yolunu göstermiş, o yolu aydınlatmış ve kim onun sözünü dinleyip o yoldan gitmişse hakikate ulaşmış. İşte yüz binler evliya ve asfiya ortada. O zattan aldıkları dersle hakikate ulaşmışlar, hakka vasıl olmuşlar.
Şimdi sorumuz şu:
— İnsanların en dâhileri kabul edilen filozofların yapamadığını bu zat (a.s.m.) nasıl yapmış?
Bu ancak onun risaletiyle izah edilebilir.
Peygamberimiz (a.s.m.)’ın 8. vasfı hidayetin güneşi olmasıdır. Nasıl ki güneş olmazsa insan karanlıkta kalır, önünü dahi göremez; aynen bunun gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.) da olmazsa insan dalalet karanlığında kalır, hidayet yolunu bulamaz. Hidayete ancak o şems-i hidayet ile ulaşılır.
Peygamberimiz (a.s.m.)’ın 9. vasfı saadetin vesilesi olmasıdır. Hem dünya saadetine hem de ahiret saadetine ancak ona tabi olmakla ulaşılır. Ona tabi olmayan, dünyada da bedbahttır, ahirette de bedbahttır.
Bu dersimizde bir cümlenin ve Efendimiz (a.s.m.)’ın 4 vasfının mütalaasını yaptık. Hızlı okunduğu zaman kaybolan manalar, mütalaa edildiğinde ortaya çıkıyor ve insana göz kırpıyor. Bugünkü ödevimiz, Efendimiz (a.s.m.)’ın mezkûr 4 vasfını tefekkür etmek olsun. Farklı misallerle Peygamberimizin hakkın burhanı, hakikatin ziyası, hidayetin güneşi ve saadetin vesilesi olmasını tefekkür edelim. Manayı akla, kalbe ve latifelere işletelim.
Şimdi, tahlilini yaptığımız cümleyi bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Evet, o zat (a.s.m.) vazifesi itibarıyla, hakkın burhanı, hakikatin ziyası, hidayetin güneşi, saadetin vesilesidir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz