a
Ana SayfaReşhalar4. Hazreti Muhammed (a.s.m.) öyle bir zattır ki azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksa’sıdır…

4. Hazreti Muhammed (a.s.m.) öyle bir zattır ki azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksa’sıdır…

Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hazreti Muhammed (a.s.m.) öyle bir zattır ki azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksa’sıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemâlidir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Sath-ı arz: Yeryüzü)

Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesinin azametine bakın ki yeryüzü onun mescidi, Mekke-i Mükerreme mihrabı, Medine-i Münevvere de minberi olmuş.

Mihrap: Camide imamın namaz kıldırdığı yerdir. Mekke kıblemiz olması cihetiyle mihraba benzetilmiş. Hatta namaz kılanın tekbir alırken Kâbe’yi hayalen görmesi ve kendini Kâbe’deki bir safta hissetmesi menduptur. Bu sebeple, Mekke mihrap olmakla vasfedilmiş.

Minber: Camilerde hatibin çıkıp hutbe okuduğu yerdir. İslam’ın ekser hükümleri Medine’de nazil olduğu ve oradan tebliğ edildiği için Medine minbere benzetilmiş.

Metinde, “Sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksa’sıdır.” deniliyor. “Acaba yeryüzü niçin Mescid-i Aksa’ya benzetilmiş?” diye uzun uzadıya düşündüm. Gönlüme bir iki hikmet düşse de beni tatmin etmedi. Sonra kendi kendime şöyle dedim:

— Acaba bu ifade, Mesnevi-i Nuriye’nin aslı olan Mesnevi-i Arabî’de nasıl geçiyor?

Böyle deyip eserin Arapçasına baktım. Arapçasında şöyle geçiyor:

هو الذي لعظمتهِ المعنوية صار سطحُ الأرض مسجدَه ومكةُ محرابَه والمدينةُ منبرَه

“O öyle bir zattır ki manevi azametinden dolayı, sath-ı arz mescidi, Mekke mihrabı ve Medine minberi olmuştur.”

Mesnevi-i Arabî’de “Sath-ı arz mescididir.” şeklinde geçiyor. Yani mütalaasını yaptığımız cümledeki “Mescid-i Aksa’sıdır.” ifadesi metnin aslında yok. Bu ifadeyi mütercim Abdülmecid Ağabey eklemiş. Bu sebeple, “Aksa” kelimesinin şerhine ihtiyaç duymuyorum. Zira ifade Üstadımıza ait değildir.

Yeryüzünün mescid olması ise şudur: Namaz kılmak için illaki bir mabede girmeye gerek yoktur. Yeryüzünün her neresinde olursak olalım namazımızı kılabilir ve orada ibadet edebiliriz. Bu cihetle, yeryüzü sanki bir mescid hükmündedir.

Üstad Hazretleri şöyle devam ediyor:

Cemaat-ı müminîne en son ve en âli imam ve nev-i beşerin hatîb-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Şehîr: Meşhur, şeref ve şan sahibi)

Birinci Reşha’yı ihata edebilmek için Efendimiz (a.s.m.)’ın tavsif edildiği cümleleri maddeleyelim:

Birinci vasfı: Pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye malik olması.

İkinci vasfı: Burhan-ı nâtık olması.

Üçüncü vasfı: Azamet-i maneviyesinden dolayı yeryüzü onun mescidi, Mekke mihrabı ve Medine de minberi olması.

Dördüncü vasfı: Cemaat-ı müminîne en son ve en âli imam olması.

Beşinci vasfı: Beşerin en meşhur hatibi olması. Öyle bir hatip olmuş ki yaptığı ders ve okuduğu hutbe 14 asır boyunca her asırda yüz binlerce insan tarafından dinlenmiş. Adını duymayan ve kendisini tanımayan kimse kalmamış.

Altıncı vasfı: Saadet düsturlarını beyan etmesi. Hem ahiret saadetinin düsturlarını beyan etmiş hem de dünya saadetinin düsturlarını.

Kemal odur ki dost değil, düşman onu kabul ede. Peygamberimizin getirdiği saadet düsturlarını Batılı filozoflar da kabul etmiş, âlemin ıslahının ancak bu düsturlara uymakla mümkün olduğunu söylemişlerdir. Bu bahsi ileride detaylı bir şekilde işleyeceğiz.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Hazreti Muhammed (a.s.m.) öyle bir zattır ki azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksâsıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemâlidir. Cemaat-ı müminîne en son ve en âli imam ve nev-i beşerin hatîb-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin