a
Ana SayfaReşhalar1. Hâlık-ı âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve burhanlar lâyüad ve lâyuhsâdır.

1. Hâlık-ı âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve burhanlar lâyüad ve lâyuhsâdır.

Reşhalar mütalaasının birinci dersindeyiz. Bu dersle birlikte, Reşhalar Risalesi’ne başlıyoruz. Bu risalede Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvet delilleri işleniyor. Cenab-ı Hak şimdiden hepimize istifadeyi nasip etsin.

Üstadımız bu risaleye bir tenbih ile başlıyor ve şöyle diyor:

Hâlık-ı âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve burhanlar lâyüad ve lâyuhsâdır. O delillerin en büyükleri üçtür.

Birincisi: Bazı ayetlerini gördüğün, işittiğin şu kitab-ı kebir-i kâinattır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Hâlık-ı âlem: Âlemin yaratıcısı / Lâyüad: Sayılamayacak kadar çok / Lâyuhsâ: Hesapsız / Kitab-ı kebir-i kâinat: Büyük kâinat kitabı)

Hâlık-ı âlemi (âlemin yaratıcısı olan Allah’ı) bize tarif ve ilan eden deliller lâyüad ve lâyuhsâdır. Yani sayılamayacak kadar çoktur ve hesapsızdır. Bu sebeple şöyle denilmiştir:

اَلطُّرُقُ اِلَى اللهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ   “Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir.”

İşte Allah’ın varlığını ispat eden deliller bu kadar çoktur. Bu delillerin en büyükleri üçtür.

Birincisi: Şu kitab-ı kebir-i kâinat yani büyük kâinat kitabıdır. Üstadımız “Bazı ayetlerini gördüğün, işittiğin” ifadesini kullandı. Bundan önceki risale olan Lem’alar Risalesi’nde kâinat kitabının Allah’a olan bir kısım delaletini mütalaa etmiştik. “Bazı ayetlerini gördüğün, işittiğin” ifadesiyle Lem’alar Risalesi kastedilmiş.

Üstadımız kâinat için “kitab-ı kebir” ifadesini kullandı. Bu ifade üzerinde biraz duralım:

Cenab-ı Hakk’ın iki farklı kitabı vardır.

Birincisi: Kelam sıfatından gelen Kur’an’dır.

İkincisi: Tekvin sıfatından gelen kâinat olup kudret kalemiyle yazılmıştır.

Kelam sıfatından gelen Kur’an kitabının ayetleri olduğu gibi, tekvin sıfatından gelen kâinat kitabının da ayetleri vardır. Her bir mahluk bu kitabın bir ayetidir. Kuş bir ayettir, çiçek bir ayettir, dağ bir ayettir; deniz, güneş, yıldızlar ve her ne varsa, bu kitabın bir ayetidir.

Bu kâinat kitabı bütün ayetleriyle kâtibi olan Zat-ı Zülcelal’i tarif ve ilan etmektedir. Bu konuyu bir nebze Lem’alar Risalesi’nde işledik. Ancak asıl işleyeceğimiz yer Katre Risalesi. İnşallah Cenab-ı Hak bize inayet eder de Katre Risalesi’nde kâinatın dellâllığını mütalaa ederiz.

Üstadımız ikinci delili şöyle beyan ediyor:

İkincisi: Bu kitabın âyetü’l-kübrâsı ve divan-ı nübüvvetin hâtemi ve künûzu mahfiyenin miftahı olan Hazreti Muhammed Aleyhissalatü vesselâmdır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Âyetü’l-kübrâ: En büyük ayet / Divan-ı nübüvvet: Peygamberler meclisi / Hâtem: Sonuncu / Künûzu mahfiye: Gizli hazineler / Miftah: Anahtar)

Evet, ikinci delil Peygamberimiz (a.s.m.)’dır. Bize Allah’ı bildirmiş ve isim ve sıfatlarıyla Allah’ı tanıtmıştır. Üstadımız, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ı üç sıfatla vasfetti:

1. Kâinat kitabının ayetü’l-kübrası olması.

2. Divan-ı nübüvvetin hâtemi olması.

3. Künuz-u mahfiyenin miftahı olması.

Şimdi, bu sıfatlar üzerinde duralım:

Peygamberimiz (a.s.m.)’ın kâinat kitabının ayetü’l-kübrası olması şudur:

Ayetü’l-kübra “en büyük ayet” demektir. Şu kâinattaki her bir mevcud Allah’ın varlığına bir ayettir. Biraz evvel dediğimiz gibi, kuş bir ayettir, balık bir ayettir; dağ, deniz, güneş, yıldızlar ve her ne varsa hepsi bir ayettir. Lakin en büyük ayet Efendimiz (a.s.m.)’dır. Zira Allah’ı en iyi o tanıtmış, o tavsif etmiş, o ilan etmiş ve bizi imana o davet etmiştir. Zaten kâinata kitap gözüyle bakmayı bize öğreten de odur. Kâinat onun tebliği sayesinde kıymet kazanmış ve içindeki ayetler onun dersi sayesinde okunmuştur.

İşte bu gibi cihetlerle, Efendimiz (a.s.m.) bu kitab-ı kebir-i kâinatın ayetü’l-kübrasıdır, en büyük ayetidir. Eğer bize, “Allah’ın varlığına en büyük delil nedir?” diye sorulsa, “Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır.” diyerek cevap verebiliriz.

Efendimiz (a.s.m.)’ın ikinci sıfatı, divan-ı nübüvvetin hâtemi olmasıydı. Divan-ı nübüvvet “peygamberler meclisi” ve “peygamberler cemaati” demektir. Efendimiz (a.s.m.) bu meclisin hâtemidir yani en sonuncusudur. Bu meclis Peygamberimiz ile birlikte kapanmıştır ve artık peygamber gelmeyecektir. (Hâtemin bir de mühür manası var. Ancak buradaki karşılığı “mühür” olmayıp “sonuncu, en son” manasındadır.)

Efendimiz (a.s.m.)’ın üçüncü sıfatı künuz-u mahfiyenin miftahı olmasıdır. Künuz-u mahfiye gizli hazineler demektir. Bu hazineler esma-i İlahîdir. Allah’ın isim ve sıfatları varlıklar üzerine gizli bir yazıyla yazılmıştır. Herkes okuyamaz. Efendimiz (a.s.m.) bu yazıları okumuş, İlahî isim ve sıfatları keşfetmiş ve Allah’ın güzel isimlerinin miftahı yani anahtarı olmuştur. Esma-i Hüsna hazinesi ancak o anahtarla açılır. Kimse Allah’ı Efendimiz (a.s.m.) kadar iyi tanıyamaz ve kimse Allah’ın isimlerini onun kadar iyi bilemez. Hatta Cevşen ile Allah’ın isim ve sıfatlarını öyle keşfetmiştir ki ne emsali vardır ne de bir benzeri.

Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak isteyen, Efendimiz (a.s.m.)’ı kendine rehber yapmalıdır. Künuz-u mahfiye olan esma-i İlahî ancak onun dersini dinlemekle keşfedilebilir.

Üstadımız şöyle demişti: “Hâlık-ı âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve burhanlar lâyüad ve lâyuhsâdır. O delillerin en büyükleri üçtür.”

Bizler iki tanesini mütalaa ettik. Üçüncü delili bir sonraki derse bırakalım. Zira üçüncü delil üzerinde biraz uzun konuşacağız.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Hâlık-ı âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve burhanlar lâyüad ve lâyuhsâdır. O delillerin en büyükleri üçtür.

Birincisi: Bazı ayetlerini gördüğün, işittiğin şu kitab-ı kebir-i kâinattır.

İkincisi: Bu kitabın âyetü’l-kübrâsı ve divan-ı nübüvvetin hâtemi ve künûzu mahfiyenin miftahı olan Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselâmdır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin