40. Bu zat (a.s.m.) öyle bir Sultanın şuûnundan bahsediyor ki Kamer O’nun mülkünde bir sinek gibidir…
Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Bu zat (a.s.m.) öyle bir Sultanın şuûnundan bahsediyor ki Kamer O’nun mülkünde bir sinek gibidir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Şuûn: İşler / Kamer: Ay)
Allah’ın saltanat-ı acibesinden biraz bahsedelim:
Güneş Dünya’mızdan 1.300.000 defa daha büyüktür. Ve galaksimiz olan Samanyolu Galaksisi’nde böyle 300 milyar yıldız vardır. Hayalen 300 milyar Güneş’i bir araya getirin, işte galaksimizin büyüklüğü bu…
Bilim adamları kâinatta böyle 300 milyar galaksinin olduğunu söylüyor. Her birinde Güneş gibi 300 milyar yıldız olan 300 milyar galaksi…
Şimdi, eğer hayalen yapabilirseniz, bu 300 milyar galaksiyi tutun ve Allah’ın “Kürsî” ismini verdiği mekâna atın. 300 milyar galaksinin Kürsî’ye nispeti, çöle atılmış yüzük gibidir. Evet, o kadar galaksi ve o kadar yıldız Kürsî’de yüzük büyüklüğünde kaldı.
Şimdi, tutun Kürsî’yi, onu da Arş’a atın. Kürsî de Arş’ın içinde çöle atılmış bir yüzük gibi oldu. Arş’ın büyüklüğünü artık siz hayal edin…
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle bir Sultandan ve O’nun şuunatından haber veriyor. Değil Ay, galaksiler bile onun mülkünde bir sinek gibidir.
Üstadımızın bu ifadesinin Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetine olan delaleti şudur:
Efendimiz (a.s.m.) asr-ı fetrette geldi. Ehl-i fetret Eş’arî itikadına göre, Allah’ı bilmekle mükellef değildir. Çünkü İmam Eş’arî’ye göre, akıl tek başına Allah’ı keşfedemez. Hâl böyle iken:
— Efendimiz (a.s.m.) nasıl oluyor da Allah’ı böyle keşfediyor ve O’nun rububiyetinin haşmetini böyle anlatıyor?
— Hz. Muhammed (a.s.m.) peygamber değilse nedir?
— Bu keşfi nasıl yapmıştır?
— İnsanların imandan mesul olmadığı bir zamanda, imanın ve marifetullahın zirvesine nasıl yükselmiştir?
— Allah’ı böyle nasıl tarif ve tavsif etmiş ve O’nun saltanat-ı haşmetini böyle nasıl göstermiş?
İşte Üstadımızın mezkûr cümlesinin Risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’a olan delaleti budur.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Acip harikalardan bahsettiği gibi, pek müthiş infilak ve inkılaplardan da haber veriyor. Bakınız: O hutbe-i ezeliyede, اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ، اِذَا السَّمَاۤءُانْفَطَرَتْ ، اِذَا زُلْزِلَتِاْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا gibi tilavet ettiği ayetlere dikkat ediniz. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(İnfilak: Patlama)
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) harikulade şeylerden bahsediyor. Mesela biraz evvel bahsettiğimiz Kürsî’yi, Arş’ı anlatıyor. Arş’ı sekiz meleğin taşıdığını söylüyor. Sidretü’l-Münteha’dan bahsediyor. Cenneti anlatıyor. Köşklerinden pınarlarına, sofralarından elbiselerine kadar, içindeki nimetleri tek tek sayıyor. Bunlar gibi, âlem-i berzahtan âlem-i misale, âlem-i ervahtan âlem-i ahirete kadar, birçok gaybi âlemi ve o âlemlerdeki harikulade şeyleri bildiriyor.
Ve pek müthiş infilak ve inkılâplardan haber veriyor. Bu infilak ve inkılâplar; kıyametin kopması, âlem-i ahiretin açılması, kabirlerden çıkış, mahşerde toplanış gibi hâllerdir. Üstadımız buna misal olarak dört sureyi gösterdi. Tekvir, İnfitar, Zilzal ve Kâria sureleri. Dilerseniz, bu surelerin bu manaya işaret eden kısımlarını okuyalım:
Tekvir suresinde bu müthiş infilak ve inkılaplar şöyle anlatılır:
إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Güneş katlanıp dürüldüğünde… وَإِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ Yıldızlar döküldüğünde… وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ Dağlar yürütüldüğünde… وَإِذَاالْعِشَارُ عُطِّلَتْ Kıyılmaz mallar bırakıldığında… وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında… وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ Denizler kaynatıldığında… (Tekvir 1-6)
İnfitar suresinde şöyle anlatılır:
إِذَا السَّمَاء انْفَطَرَتْ Gök yarıldığında… وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ Yıldızlar döküldüğünde… وَإِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ Denizler fışkırtıldığında… وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ Kabirler alt üst edildiğinde… عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ Herkes ne yaptığını ve ne yapmadığını bilecek. (İnfitar 1-5)
Zilzal suresinde de şöyle anlatılır:
إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا Yeryüzü şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığında… وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığında… وَقَالَ الْإِنسَانُ مَالَهَا Ve insan, “Bu nedir?” dediğinde… يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا O gün yer Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. (Zilzal 1-4)
İşte Efendimiz (a.s.m.) Kur’an’ın lisanıyla böyle acip infilak ve inkılâplardan haber veriyor.
Üstadımızın mezkûr ifadesinin Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini olan delaleti şudur:
Bir beşer kendi başına bu pek müthiş infilak ve inkılapları keşfedemez. Bunlar gaybi işlerdendir. Velev ki bir kısmını keşfetse de böyle beliğ ifade edemez.
Bahusus 14 asır önce yaşamış, çöl ikliminde hayat sürmüş, deveden ve kumdan başka neredeyse hiçbir şey görmemiş bir beşer, istikbali böyle keşfedemez ve bu inkılâpları haber veremez. Madem keşfetmiş ve haber vermiş, o hâlde o, Allah’ın resulüdür ve elçisidir.
İşte Üstadımızın mezkûr cümlesinin Risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’a olan delaleti budur.
Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Bu zat (a.s.m.) öyle bir Sultanın şuûnundan bahsediyor ki Kamer O’nun mülkünde bir sinek gibidir. Acip harikalardan bahsettiği gibi, pek müthiş infilâk ve inkılâplardan da haber veriyor. Bakınız: O hutbe-i ezeliyede, اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ، اِذَا السَّمَاۤءُانْفَطَرَتْ ، اِذَا زُلْزِلَتِاْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا gibi tilavet ettiği ayetlere dikkat ediniz. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz