41. Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevi istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir…
Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevi istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Peygamberimiz (a.s.m.) ölümün olmadığı ebedî bir hayattan haber veriyor. Şu fâni hayat, ona kıyasla damla hükmündedir. Değil elli sene, yüz sene; insan bu dünyada bir milyon sene yaşasaydı, bu bir milyon sene, ebedî hayata kıyasla yine damla hükmünde olurdu. Ebediyete kıyasla milyonlar sene, saniye hükmüne bile geçmez.
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle baki bir istikbalden haber veriyor; ölümün ve zevalin olmadığı ebed memleketinden bahsediyor.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve öyle bir saadetten müjde veriyor ki dünya saadetleri ona nazaran rüyalar gibi olur. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Efendimiz (a.s.m.) saadet-i ebediyeyi müjdeliyor. O saadet ki şu fâni dünyanın bütün saadetleri, ona kıyasla rüya hükmündedir.
Üstadımızın ifadesiyle, şu dünyada bin sene mesudane bir hayat, cennetin bir saatlik saadetine mukabil gelemiyor. Ve cennetin de bin senelik saadeti, Allah’ı görmekle hasıl olan lezzetin bir saatine mukabil gelemiyor.
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle bir saadeti müjdeliyor. Cenneti anlatırken şöyle diyor:
قالَ اللَّهُ تَعالَى أعْدَدْتُ لِعِبادِي الصَّالِحِينَ مَا لاَ عَيْنٌ رَأَتْ وَلاَ أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلاَ خَطَرَ علَى قَلْبِ بَشَر
“Allahu Teâlâ dedi ki: Ben salih kullarım için öyle nimetler hazırladım ki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutur etmiş.” (Buhârî, 4779; Müslim, 2824)
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle nimetleri ve saadeti müjdeliyor ki şu dünya saadeti o saadete kıyasla rüya hükmündedir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Evet, bu kâinatın perdesi altında çok acaip şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizar ediyoruz. Binaenaleyh, o acaibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye etmek için harikulade bir insan lazımdır ki, o harika garaibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Bizi bekleyen acib şeyler; kabirde uyanmak, Nekir ve Münker’in suallerine muhatap olmak, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olması, âlem-i berzahta kıyametin kopmasını beklemek, kıyametten sonra kabirlerden çıkmak, mahşer meydanına gitmek, mizanın kurulması, hesabın görülmesi, defterimizin elimize verilmesi, sırattan geçmek ve daha bunlar gibi onlarca şeydir ki onlar bizi bekliyor; biz de onları bekliyoruz.
Elbette bizi bekleyen bu gaybi hâlleri bize haber verecek bir zat lazımdır. Öyle bir zat olmalı ki o garaibi evvela bizzat kendi görmeli ve gördüğü şeyleri bize haber vermeli. İşte bu zat, başta Hz. Muhammed (a.s.m.) olarak peygamberlerdir.
Dolayısıyla Allah’ın, gaybi âlemleri bizlere tanıtmak istemesi peygamberlerin vücudunu iktiza eder. Çünkü o gaybi âlemlere ancak onlar muttali olup, vahye mazhariyetle birlikte, onlar bize haber verebilir. Yoksa burnunun ucunu göremeyen insan o gaybî âlemleri nasıl görecek ve nasıl bilecek?
Üstadımız Onuncu Reşhayı şöyle tamamlıyor:
Ve keza, o zat, Hâlıkımızın bizden talep ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden, meselelerden haber veriyor ki onlardan kurtuluş yoktur. Feyâ acaba! Ekser-i nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar? (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Feyâ acaba: Hayret ve taaccüb ifadesi için söylenir / Ekser-i nâs: İnsanlar çoğu)
Bu dünyayı yaratıp mahlukatı bize musahhar eden Zatın elbette bizden bir istediği var. İşte o isteği bize haber verecek ve Sultan-ı kâinatın marziyatını bildirecek bir zat lazımdır. Çünkü böyle külli bir rububiyet, mukabilinde bir ubudiyet ister. Bu ubudiyeti bize öğretecek olan da ancak peygamberlerdir. Peygamberimiz (a.s.m.) marziyat-ı İlahiyeyi bildirmesi cihetiyle Allah’ın resulüdür. Âlemdeki külli rububiyet, Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini ispat ve iktiza eder.
Evet, Peygamberimiz (a.s.m.) öyle meselelerden bahsediyor ki onlardan kurtuluş yok! Kabirdeki hesaptan tutun kabirlerden çıkışa, mahşer meydanında toplanmaktan tutun sırattan geçişe, cennetin sakini olmaktan tutun cehennemin odunu olmaya kadar, öyle hakikatlerden bahsediyor ki bunlardan kurtulmak mümkün değildir.
Üstadımız şunu soruyor: Ekser insanlar neden böyle hak şeylere göz yumuyor, hakikatlere kulak tıkıyor?
Ey Üstadımız, artık ekser insanlar değil, ekser Müslümanlar dünyaya dalmış; bu hak şeylere göz yumup, bu hakikatlere kulak tıkamış…
Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevi istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saadetten müjde veriyor ki dünya saadetleri ona nazaran rüyalar gibi olur.
Evet, bu kâinatın perdesi altında çok acaip şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizar ediyoruz. Binaenaleyh, o acaibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye etmek için harikulade bir insan lâzımdır ki o harika garaibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin.
Ve keza, o zat, Hâlıkımızın bizden talep ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden, meselelerden haber veriyor ki, onlardan kurtuluş yoktur. Feyâ acaba! Ekser-i nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar? (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz