20. Beşinci Reşha: Arkadaş! Şu zat-ı nuranî, mürşid-i imanî, Resulü Ekrem (a.s.m.)’a bak, nasıl neşrettiği hakikatin nuruyla…
Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Beşinci Reşha: Arkadaş! Şu zat-ı nuranî, mürşid-i imanî, Resulü Ekrem aleyhissalâtü vesselâma bak, nasıl neşrettiği hakikatin nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâp ile âlemin şeklini değiştirerek nuranî bir şekle sokmuştur. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Âleme iman gözüyle baktığımızda içindeki eşya ve hadisat farklı bir mana kazanıyor. Küfür gözüyle baktığımızda ise bu mana kayboluyor ve âlem karanlığa düşüyor. Bu Beşinci Reşhada bu konuyu işleyeceğiz. Bu bahis daha detaylı bir şekilde İkinci Söz’de işlenmiştir. Daha sonra İkinci Söz’ün mütalaasını da okursunuz.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Evet, o zatın nuranî güzelliğiyle kâinata bakılmazsa, kâinat bir mâtem-i umumi içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemadat birer cenaze suretini gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korkusundan vâveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtıyla, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla, nukuşuyla tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı. İşte o zatın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Mâtem-i umumî: Herkesin yas tutması / Cemadat: Cansız varlıklar / Eytam: Yetimler / Vâveylâ: Çığlık, feryad / Nukuş: Nakışlar / Zulümatlı: Karanlıklı)
Üstad Hazretleri, kâinata iman nazarıyla bakılmadığında kâinatın aldığı şekli beyan etti. Meseleyi maddelersek daha kolay ihata ederiz:
1. Kâinat umumi bir mâtemhâne şeklinde görünür. Her varlığın yas tuttuğu zannedilir.
2. Bütün mevcudat birbirine karşı yabancı ve düşman vaziyeti alır.
3. Dağlar, denizler, yıldızlar gibi cansız varlıklar birer cenaze hükmünde görünür.
4. Hayvan ve insanlar yetimler gibi olup, ölümün ve firakın korkusundan feryat ediyorlar şeklinde gözükür.
5. Kâinat bir oyuncak hükmünü alır. Şu âlemdeki her hadise, her fiil, her varlık, her nakış tesadüfün bir oyuncağı olur. Hikmet gizlenir, her şey abesiyete inkılap eder.
6. İnsanlar hayvanlardan daha aşağı, daha zelil ve hakir olur. Çünkü insanda akıl vardır. Bu akıl geçmişin elemini ve geleceğin korkusunu zaman-ı hâzıra getirip toplar. İnsanın hazır lezzetini yok eder. Bu sebeple, insan hayvandan daha aşağı, daha zelil ve hakir olur.
İşte Efendimiz (a.s.m.)’ın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmazsa, kâinat böyle korkunç ve zulümatlı bir şekilde görünür.
— Peki, kâinata iman gözüyle bakılsa nasıl olur?
Üstadımız bunu şöyle izah ediyor:
Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa, her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı dîdâr edecektir. Evet, kâinat iman nuruyla mâtem-i umumi yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Arz-ı dîdâr etmek: Güzelliğini göstermek)
Madde madde ilerleyelim. Bu sayede konuyu ihata etmek kolaylaşır. Küfür gözüyle kâinata baktığımızda, kâinat umumi bir mâtemhâne şeklinde görünmüştü. Her varlık içinde yas tutuyordu. İman gözüyle baktığımızda ise kâinat mâtem-i umumi yeri olmaktan çıktı, bir mescid-i zikir ve şükür oldu. İçindeki her bir varlık da zâkir ve şâkir sıfatını aldı.
Kur’an bu manaya birçok ayetiyle işaret ediyor. Mesela der ki:
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Bitkiler de ağaçlar da (Allah’a) secde ederler.” (Rahman 6)
Yine der ki:
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ
“Yedi sema, yeryüzü, gökte ve yerde ne varsa her şey O’nu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız.” (İsra 44)
Başka bir ayette de şöyle der: (Bu bir secde ayetidir)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ
“Sen görmedin mi ki yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’a secde ediyor. Güneş, Ay, yıldızlar dağlar ve ağaçlar da secde ediyor…” (Hac 18)
Bir başka ayet şöyledir:
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ
“Görmedin mi gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ediyor. Kuşlar da saf saf olmuş O’nu tesbih ediyor. Her biri duasını ve tesbihini bilmiştir.” (Nur 41)
Bir başka ayet de şöyledir:
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ
“Şüphesiz biz dağları (Davud’a) boyun eğdirdik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine verdik. Hepsi onunla zikir ve tesbih ederlerdi.” (Sad 18-19)
İşte şu âleme Kur’an’ın bu ve benzeri ayetleriyle bakılırsa, kâinat bir mescid, içindeki her bir varlık da bu mescitte tesbih eden bir müsebbih, zikreden bir zâkir, şükreden bir şâkir, secde eden bir sâcid ve ibadet eden bir âbid şeklini alır. Bununla da kâinat ve içindeki varlıklar kıymet bulur.
— Bir mâtemhâne-i umumi olmak nerede, bir mescid-i zikir ve şükür olmak nerede?
Üstadımız kâinata önce küfür gözüyle baktı. Küfür gözüyle bakıldığında kâinatın aldığı şekli altı maddede topladı. Sonra küfür gözlüğünü çıkarıp iman gözlüğünü taktı ve kâinata bu gözlükle baktı. Bu gözlükle kâinata bakıldığında kâinatın şekli değişti. Biz bu değişikliğin birinci maddesini okuduk ve mütalaa ettik. Altı maddenin her birini böyle mütalaa edeceğiz. İkinci maddenin mütalaasını bir sonraki derse bırakalım.
Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Beşinci Reşha: Arkadaş! Şu zat-ı nuranî, mürşid-i imanî, Resulü Ekrem Aleyhissalâtü vesselâma bak, nasıl neşrettiği hakikatin nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâp ile âlemin şeklini değiştirerek nuranî bir şekle sokmuştur.
Evet, o zatın nuranî güzelliğiyle kâinata bakılmazsa, kâinat bir mâtem-i umumi içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemadat birer cenaze suretini gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korkusundan vâveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtıyla, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla, nukuşuyla tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı.
İşte o zatın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı dîdâr edecektir. Evet, kâinat iman nuruyla mâtem-i umumi yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur.
Yazar: Sinan Yılmaz