15. Ve keza, siyer-i nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsûku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti…
Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, siyer-i nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsûku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’î delillerdir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Mütemessik: Yapışan / Sâlik: Giden, yürüyen)
Üstad Hazretleri, Efendimiz (a.s.m.)’ın dört vasfını saydı ve bu dört vasıftan bir neticeye ulaştı.
Efendimizin birinci vasfı derece-i vüsûkudur. Vüsûk: Davasına olan güvenden kaynaklanan gönül rahatlığı demektir. Efendimiz (a.s.m.) hiçbir hareketinde ve hiçbir sözünde tereddüt etmemiş, davasına olan güvenden gelen bir gönül rahatlığı ile davasını tebliğ etmiştir. Ne insanlardan çekinmiş ne de kendisine meydan okuyan Ehl-i kitabın âlimlerinden! Onlarla muarazaya girdiği vakit zerre miskal eser-i telaş ve tereddüt göstermemiş.
Efendimizin ikinci vasfı kemal-i ciddiyetidir. Peygamberimiz (a.s.m.) ciddiyete muhalif hareketlerde asla bulunmazdı. Boş ve lüzumsuz konuşmaz, dedikodu yapmaz, kimsenin aleyhinde söz söylemezdi. Sadece tebessüm eder, kahkahayla gülmezdi. Hayatının her anında tam bir ciddiyet sahibiydi. Bütün siyer-i nebî, Efendimiz (a.s.m.)’ın bu ciddiyetine şahittir.
Efendimizin üçüncü vasfı metanetidir. Metanet, dayanıklılık demektir. Efendimiz (a.s.m.) Allah’a tevekkül etmiş ve O’na güvenmişti. Bu sebeple de her hadise karşısında son derece dayanaklı idi. Bütün milletler hatta kendi kavim ve kabilesi dahi ona düşman oldukları hâlde zerre miskal yılgınlık, bıkkınlık, yorgunluk ve âcizlik göstermemiş. تَزُولُ الْجِبَالُ وَلاَ يَزُولُ “Dağlar kaysa, o kaymaz.” sözüne tam bir misal olmuştur.
Efendimizin dördüncü vasfı bütün işlerinde ve hareketlerindeki kuvvet-i emniyetidir. Efendimiz (a.s.m.) hayatında hiç korkmamış ve kendinden emin bir şekilde davasını ilan ve ispat etmiştir. Efendimiz (a.s.m.)’ın kuvvet-i emniyetine şu ayetin dürbünüyle bakabiliriz:
قُلِ ادْعُوا شُرَكَاءكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلاَ تُنْظِرُونِ إِنَّ وَلِيِّيَ اللَّهُ
“(Ey Habibim! Onlara) De ki: Bütün ortaklarınızı, Allah’tan başka bütün taptıklarınızı çağırın; sonra bana tuzak kurun, bana göz bile açtırmayın, şüphesiz benim dostum Allah’tır.” (A’raf 195-196)
İşte Efendimiz (a.s.m.) âleme böyle meydan okumuş… Çünkü biliyor ki وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67) ayetinin beyanıyla, onun koruyucusu, hamisi ve muhafızı Allah’tır. Bu inanç da ona emsalsiz bir kuvvet-i emniyet vermiştir.
Üstad Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın dört vasfından bahsetti. Bunlar: Derece-i vüsûku, kemal-i ciddiyeti, metaneti ve kuvvet-i emniyeti. Bu dört vasıftan da bir neticeye ulaştı ve dedi ki: “Bütün bunlar Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’i delillerdir.” Zira bu dört vasıf ancak hakka yapışan ve hakikate sülûk edende gözükür, başkasında gözükmez.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Evet, yaprakların yeşilliği, çiçeklerin tarâvet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği, ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahittirler. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Tarâvet: Tazelik / Semere: Meyve)
Şöyle bir soru sorsam:
— Bir ağacın hayattar olup olmadığını ne ile anlarsınız?
Mesela iki kişi bir ağacın hayatı hususunda tartışsa… Birisi: “Bu ağacın hayatı var.” derken, diğeri: “Bu ağaç ölüdür.” dese, hangisinin haklı olduğuna nasıl hükmedersiniz?
Cevap şudur: Hemen ağacın dallarına bakarız. Dallarında yaprak, çiçek ya da meyve varsa ağacın hayattar olduğuna hükmederiz. Bu durumda ağacı incelemeye gerek yoktur. Çünkü daldaki hayat ağaçtan gelir. Ölü bir ağacın dallarında meyve ve çiçek olmaz. Ağacın dalındaki meyve ve çiçekler ağacın ölü olduğunu söyleyen kişiye lisan-ı hâl ile şöyle derler:
— Ey ağacımızı ölü zanneden kişi! Bizim hayatımızı görmüyor musun? Eğer senin dediğin gibi, ağacımız ölü olsaydı, biz nasıl var olurduk? Bizim varlığımız ve hayatımız ağacımızın hayatına delildir.
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.) da -teşbihte hata olmasın- nurani bir ağaçtır. Her bir güzel hasleti bu ağacın bir meyvesidir ve çiçeğidir. Takvası, zühdü, ubudiyeti, kuvve-i imaniyesi, tevazusu, derece-i vüsûku, kemal-i ciddiyeti, metaneti, kuvvet-i emniyeti ve bunlar gibi onlarca hasleti, bu ağacın birer meyvesi ve bir çiçeğidir. Bu meyveler ve çiçekler Efendimiz (a.s.m.)’ın hakkaniyetine şehadet ederler. Zira Peygamberimiz (a.s.m.) -hâşâ- yalancı olsaydı, bu güzel hasletlerin hiçbiri onda bulunmazdı. Ahlak-ı hasenenin her bir hasletine zirve derecede malik olan Hz. Muhammed (a.s.m.) bütün güzel hasletlerinin şehadetiyle Allah’ın resulüdür ve elçisidir. Âmennâ ve saddeknâ.
Üçüncü Reşha’yı da bu şekilde tamamladık. Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
Ve keza, siyer-i nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsûku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’î delillerdir.
Evet, yaprakların yeşilliği, çiçeklerin tarâvet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği, ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahittirler. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz