a
Ana SayfaReşhalar42. On birinci Reşha: Arkadaş! Şu minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan ve şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud…

42. On birinci Reşha: Arkadaş! Şu minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan ve şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud…

Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

On birinci Reşha: Arkadaş! Şu minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan… (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Minber-i âli: Yüksek minber)

“Minber-i âli” ile kastedilen mana Medine’dir. Zira Üstadımız Birinci Reşhada, “Medine-i Münevvere, onun minber-i fazl-ı kemâlidir.” buyurmuştu.

“Hutbe-i ezeliye” terkibiyle Kur’an kastedilmiş. Kur’an’ın “ezelî” kelimesiyle sıfatlanması -daha önce de belirttiğimiz gibi- itikadi bir tartışmaya noktayı koymak içindir. Bu itikadi mesele şudur:

Ehl-i sünnet itikadına göre, Kur’an Allah’ın ezelî kelamıdır ve mahluk değildir. Mutezile ise Kur’an’ın hem lafzının hem de manasının mahluk olduğunu söylemektedir. Üstadımız Kur’an hakkında “hutbe-i ezeliye” diyerek, Kur’an’ın mahluk olmadığını, Allah’ın ezelî kelamı olduğunu belirtiyor ve Mutezile’ye reddiye yapıyor. Dersin odak noktası burası olmadığı için bu kadar bilgiyle yetinelim, meselenin uzun izahını makamına havale edelim.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

ve şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud ve yüksek şuûnatıyla âlemde meşhur olan zat-ı nurani (a.s.m.)… (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

(Meşhud: Görünen / Şuûnat: İşler)

Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud olması şudur:

Efendimiz (a.s.m.)’ın bir şahsiyet-i maddiyesi var, bir de şahsiyet-i maneviyesi. Şahsiyet-i maddiye cihetiyle, bizim gibi bir beşerdir. Yer, içer, uyur, evlenir; vakti gelir, pazarda pazarlık yapar ve hakeza…

Bir de şahsiyet-i maneviyesi var. Şahsiyet-i maneviye cihetiyle emsalsizdir. Ahlak-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip, her kemale malik, ubudiyet ve takvada emsalsiz, derece-i makamda misalsizdir. Peygamberimizin şahsiyet-i maneviyesinin büyüklüğüne bir nebze şuradan bakabiliriz:

السَّبَبُ كَالْفَاعِل  “Bir işe sebep olan, onu yapan gibidir.” kaidesince ümmetinin bütün sevabı en evvel onun amel defterine yazılmaktadır.

— Böyle bir sevabın büyüklüğünü ve sahibine kazandıracağı makamı tasavvur edebilir misiniz?

İşte Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesi o kadar büyüktür ki akıl tasavvurundan âciz kalır.

Diğer bir cümle olan, Peygamberimizin yüksek şuunatıyla âlemde meşhur olması da şudur:

Efendimiz (a.s.m.) nefislerde, akıllarda, kalplerde, ruhlarda, hayat-ı şahsiyede, hayat-ı içtimaiyede ve daha birçok alanda yaptığı icraat ve inkılâplarla bütün âlemde meşhur olmuştur. Dost ve düşman onu tanımış, düşman dahi kemalini tasdik etmiştir.

Üstadımız dört noktaya dikkat çekerek On Birinci Reşhaya bir giriş yaptı. Dedi ki: O zat (a.s.m.) ki minber-i âlide -yani Medine-i Münevvere’de- oturmuş, hutbe-i ezeliyeyi -yani kendisine vahyolunan Kur’an-ı Hakîm’i- okuyor; şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud ve yüksek şuunatıyla âlemde meşhur.

Bu girişten sonra Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı üç şeye delil yapıyor. Birincisi şu:

…vahdaniyet-i İlâhiyeye bir burhan-ı sâdık-ı nâtık… (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Vahdaniyet-i İlahiye “Allah’ın birliği” demektir. Peygamberimiz (a.s.m.) Allah’ın birliğine burhan-ı sâdık-ı nâtık olmuştur.

Burhan “delil” demektir. Burhan-ı sâdık-ı nâtık “konuşan sadık delil” demektir. Şu âlemdeki her bir mahluk Allah’ın varlığına ve birliğine bir delildir. Lakin hepsi lisan-ı hâl ile konuşur. Efendimiz (a.s.m.) ise lisan-ı kâl ile Allah’ın vahdaniyetini ilan ve ispat etmiş; bu sebeple de burhan-ı sâdık-ı nâtık (konuşan sadık bir burhan) olmuştur.

Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı üç şeye delil yapıyor demiştik. Birincisini öğrendik: Allah’ın birliğine, konuşan sadık bir burhan olması. İkincisi de şu:

…ve tevhidin hakikat olduğuna bir delil-i hak… (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

“Vahdaniyet-i İlâhiye” ile “tevhid” arasındaki mana farkı şudur:

Vahdaniyet-i İlâhiye Allah’ın bir ve tek olmasıdır. Tevhid ise bu birliği ve tekliği kabul ve tasdik etmektir. Vahdaniyet-i İlâhiye âlemdeki hakikattir; tevhid ise bu hakikati kişinin nefsinde kabul etmesidir.

Peygamberimiz (a.s.m.) vahdaniyet-i İlâhiyeye burhan-ı sâdık-ı nâtık olduğu gibi, tevhidin hak olduğuna da bir delil-i haktır.

Yani birisi şöyle dese:

—  Tevhide bir delil göster.

Ona diyebiliriz ki:

— Hz. Muhammed (a.s.m.) tevhidin hak bir delilidir ki vahdaniyet-i İlâhiyeye de bir burhan-ı sâdık-ı nâtık olmuştur.

Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı üç şeye delil yapıyor demiştik. İkisini öğrendik:

1. Allah’ın birliğine, konuşan sadık bir burhan olması.

2. Tevhidin hak bir delili olması.

Üçüncü de şu:

…ve saadet-i ebediyenin de vücuda gelmesine kat’i bir delil ve zahir bir burhandır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Efendimiz (a.s.m.) saadet-i ebediyenin icadına kat’i bir delildir ve zahir bir burhandır. Mesela bize şöyle sorulsa:

—Ahiretin varlığına delilin nedir?

Diyebiliriz ki:

—Delilimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır. O, saadet-i ebediyenin icadına kat’i bir delildir ve güneş gibi zahir bir burhandır.

Üstadımız bu meseleyi metnin devamında detaylı bir şekilde izah ediyor. Dolayısıyla burada fazla açmaya gerek yok. Bu cümlenin izahını bir sonraki derse havale edelim.

Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:

On birinci Reşha: Arkadaş! Şu minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan ve şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud ve yüksek şuûnatıyla âlemde meşhur olan zât-ı nurânî, (a.s.m.) vahdaniyet-i İlâhiyeye bir burhan-ı sâdık-ı nâtık ve tevhidin hakikat olduğuna bir delil-i hak ve saadet-i ebediyenin de vücuda gelmesine kat’î bir delil ve zahir bir burhandır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin