36. O zatın (a.s.m.) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahiri bir saltanat değildir…
Reşhalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
O zatın (a.s.m.) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahiri bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki bütün kalbleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri teshir etmiştir ki kalblere mahbub, akıllara muallim ve tenvir edici ve nefislere mürebbi ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
(Azîm: Büyük / Mahbub: Sevgili / Tenvir edici: Aydınlatıcı / Mürebbi: Terbiye eden)
Bu delilin odak noktası, Efendimiz (a.s.m.)’ın kalplerin mahbubu, akılların muallimi, nefislerin mürebbisi ve ruhların sultanı olmasıdır.
Evvela kalplerin mahbubu olması hakkında konuşalım:
Maddi kuvvetle ve zorlamayla sadece bedenlere hâkim olunabilir, kalplere hâkim olunamaz. Yani bir zalimin büyük bir kuvveti varsa, bu kuvvetle insanları korkutarak sözüne itaat ettirebilir; dilediği her şeyi onlara yaptırabilir. Ama kalpleri ele geçirmek yani kalplerin mahbubu olmak ve hâkimiyetini vicdanlar üzerinde kurmak, baskı ve zorlamayla mümkün değildir.
Bu kaideyi öğrendikten sonra şimdi, Efendimiz (a.s.m.)’ın yaptığı kalbî fetihlere bakalım:
Hz. Ali’ye (r.a.): “Siz Resulullah’ı ne kadar seviyordunuz?” diye sorulduğunda, o şu cevabı vermiştir:
— Resulullah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu duyar; daha çok severdik.
Bedir Muharebesi öncesi Sa’d bin Muâz Hazretleri şöyle diyordu:
— Ya Resulullah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Ya Resulullah! Nasıl istersen öyle yap. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!
Hz. Ebû Bekir’in babası Mekke’nin Fethi’nden sonra Müslüman olmuştu. Hz. Ebû Bekir babasının kolundan tutarak onu Peygamberimizin yanına götürdü. Babası orada kelime-i şehadet getirdi. Hz. Ebû Bekir birden ağlamaya başladı. Peygamberimiz ona: “Neden ağlıyorsun? Hâlbuki baban iman etti. Bugün senin en mutlu günün olması gerekmez mi?” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle dedi:
— Ya Resulullah, keşke şu an iman eden benim babam değil de senin amcan Ebû Talib olsaydı. Şu an benim gönlüm hoşnut olacağına senin gönlün hoşnut olsaydı.
Hz. Ebû Bekir, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın, amcası Ebû Talib’e olan düşkünlüğünü ve Ebû Talib iman etmeden öldüğü için ona olan üzüntüsünü biliyor ve böyle diyor. Herhâlde bir insan ancak bu kadar sevilebilir. Sahabeler onun mutluluğunu bile kendi mutluluklarına tercih etmişler.
Şimdi de Abdullah b. Zeyd Hazretlerinin Peygamber sevgisine bakalım:
Bu zat Peygamber Efendimiz (a.s.m.) vefat edince ellerini semaya kaldırıp şöyle dua ediyor:
— Ya Rabbi! Artık benim gözlerimi kör et! Kör et ki artık ben onun olmadığı bu dünyada hiçbir şey görmeyeyim.
Bu zatın duası anında kabul ediliyor ve oracıkta kör oluyor.
Bu nasıl bir sevgidir ki onun olmadığı bir dünyayı görmek istemiyor ve kör olmayı arzu ediyor. Onsuz bir dünyaya bakmaktansa, onun olmadığı bir dünyada körlüğü tercih ediyor. Dünyada kimse böyle sevilmiş midir?
Şimdi de Hubeyb b. Adiyy Hazretlerinin Peygamber sevgisine bakalım:
Hz. Hubeyb düşmana esir düşmüştü. Mekkeli Müşrikler idamına hükmettiler. Hz. Hubeyb’i tutup darağacına bağladılar. Yönünü de Medine’ye çevirdiler. Belki ölümden korkar da imandan döner düşüncesiyle şu teklifte bulundular:
— Muhammed’in dinini terk et, sana eman verip serbest bırakalım.
Hz. Hubeyb şöyle cevap verdi:
— Hayır, vallahi dinimden dönmem hatta bütün dünyayı da bana verseniz vazgeçmem!
Bu sefer Müşrikler şöyle dediler:
— Doğru söyle, şimdi senin yerine Muhammed’in öldürülmesini ve evinde çoluk çocuğunun arasında sağ salim yaşamak isterdin değil mi?
Onların bu sözlerine Hz. Hubeyb’in cevabı şu oluyor:
— Allah’a yemin olsun ki Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa canımdan olmaya razıyım!
Bu nasıl bir sevgidir! Kendi ölümüne razı oluyor ama Peygamberinin ayağına diken batmasına razı olmuyor!
Son olarak, Hz. Sümeyra’nın Peygamber sevgisine bakalım:
Bu Sahabe annemiz Uhud günü eşini ve üç çocuğunu Uhud meydanına yollarken onlara şöyle diyordu:
— Siz gidin, Uhud’un meydanında canınızı verin ama Resulullah’a bir şey olmasın. Eğer siz sağ olarak gelir de ona bir şey olursa, vallahi sizi eve almam! Resulullah’ı korumak için kendi canlarınızı ona feda edin.
Daha sonra Hz. Sümeyra da Uhud’a gider. Birden şu haber yayılmaya başlar: Muhammed öldürüldü, Muhammed öldürüldü!
Bu haber üzerine Hz. Sümeyra savaş meydanına gidip bu haberin doğruluğunu araştırmaya başlar. Onu tanıyan birisi: “Bak, şurada yatan babandır.” deyince, “Allah babamın şehadetini kabul etsin. Siz bana Allah’ın Resulünden haber verin! O nasıl? Ona bir şey oldu mu?” der. Efendimizi aramaya devam ederken onu tanıyan başka birisi: “Ya Sümeyra! Oğlun Muaz ve Muavviz şehit oldu.” deyince, “Evlatlarım! Size Allah yolunda ölmek yakışırdı. Size verdiğim süt helal olsun. Size hakkımı helal ediyorum.” der. En sonunda Peygamberimizi görünce şu sözü söyler:
— Ya Resulullah! Sen hayattasın ya, senden sonra bütün musibetler bana çok hafif gelir!
İşte Sahabeler Efendimiz (a.s.m.)’ı böyle seviyordu. Onun sevgisi, canlarına olan sevgiden; eşlerine, ana-babalarına ve evlatlarına olan sevgiden daha büyüktü. Sahabelerin hepsi Efendimize âşıktı ve onu canlarından daha çok seviyorlardı. Onlardan sonra gelen nesil ise görmedikleri hâlde böyle sevdiler. İşte Peygamberimiz (a.s.m.) kalplerin böyle mahbubudur.
Başta okuduğumuz cümlede Üstadımız, Efendimiz (a.s.m.)’ın batıni saltanatından bahsetti ve bu saltanatında dört noktaya dikkat çekti. Kalplerin mahbubu, akılların muallimi, nefislerin mürebbisi ve ruhların sultanı olması.
Biz bu dört maddeden birinci maddeyi -yani kalplerin mahbubu olmasını- mütalaa ettik. Diğer üç maddenin mütalaasını sizlere havale ediyorum. Ancak mütalaa etmeden bir sonraki derse geçmeyin. Bu mütalaada şu noktaları düşünün:
— Peygamberimiz akılların nasıl muallimi olmuş?
— Nefislerin nasıl mürebbisi olmuş?
— Ruhların nasıl sultanı olmuş?
Her bir maddeyi Efendimiz (a.s.m.)’ın hayatından sahnelerle mütalaa edin. Manayı kalbe, akla, ruha ve latifelere iyice yedirin. Hemen okuyup geçmek yok. Allah tefekkürünüzü genişletsin.
Şimdi, tahlilini yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
O zatın (a.s.m.) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahiri bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki bütün kalbleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri teshir etmiştir ki kalblere mahbub, akıllara muallim ve tenvir edici ve nefislere mürebbi ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)
Yazar: Sinan Yılmaz