a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular47. Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bilmek

47. Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bilmek

Soru: Sekizinci Söz’de geçen “Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil.” ayet-i kerimesinin tam olarak izahı nedir?

El-cevap: Mezkûr ayet-i kerime Nisa suresinin 79. ayet-i kerimesi olup tam karşılığı şöyledir:

مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ

Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır. Kötülükten de her ne gelirse kendindendir. (Nisa 79)

Eğer şöyle sorulsa: Hasene gibi seyyieyi de yaratan Allah’tır. Hâl böyle iken, niçin hasene Allah’a, seyyie kula nispet edilmiştir?

Buna cevaben denilir ki: Çünkü hasene her ne kadar kulun cüz’î iradesiyle işlense de kul o fiile ancak Allah’ın kolaylaştırması ve lütfetmesi ile ulaşmıştır. Bu sebeple, bu fiilin Allah’a nispet edilmesi doğru olur. Kulun fiillerinden olan seyyieye gelince, seyyie Allah’a izafe edilemez. Çünkü Allah Teâlâ onu kuluna ne zorla yaptırmış, ne emretmiş, ne teşvik etmiş, ne de yapmasından razı olmuştur. Bundan dolayı seyyienin her bakımdan Allah ile nispeti kesilmiştir. Evet, hasene gibi seyyieyi de yaratan Allah’tır; ancak seyyieyi isteyen kuldur.

Bir misal üzerinde meseleyi tahlil edelim:

Hafız olup Kur’an okuduğumuzu farz ediyoruz:

– Okuduğumuz Kur’an Allah’ın ezelî kelamıdır.

– Kur’an’ı gördüğümüz göz Allah’ındır.

– Kur’an’ı okuduğumuz dil Allah’ındır.

– Kur’an’ı işittiğimiz kulak Allah’ındır.

– Kur’an’ın yazıldığı hafıza Allah’ındır.

– Kur’an’a karşı muhabbet duygusunu ve Kur’an okuma meylini veren yine Allah’tır.

Daha bunlar gibi, Kur’an okumamız için neye ihtiyaç varsa hepsi Allah’ındır ve Allah’ın bizlere lütfudur. Bize ait olan tek şey, cüz’î irademizi bu yönde kullanmaktır ki haddizatında o dahi Allah’ındır.

Eğer biz Kur’an okumak yerine başka bir kitap okusaydık, bu durumda, fiilimizi yaratan yine Allah olurdu. Ancak bu işin müsebbibi biz olurduk. Çünkü Allah bu hususta bize bir meyil vermemiş ve bu işimizden razı olmamıştır.

Bir misalle meseleyi daha iyi anlayalım:

Bir padişahın misafirhanesinde bulunduğumuzu farz ediyoruz. Bu misafirhanenin her katında ayrı ayrı nimetler ve ihsanlar sergileniyor olsun. Yukarıya doğru çıktıkça bu nimet ve ihsanların çoğaldığını, alt katlarda ise nimete mukabil cezanın, ihsana mukabil de azapların olduğunu farz ediyoruz. Yukarı katlara çıkmak için de aşağı katlara inmek için de tek yol, asansöre binmek ve ulaşmak istediğimiz katın düğmesine basmaktır.

Şimdi bizler asansördeyiz ve asansörün üst katlara çıkaran bir düğmesine bastık ve asansör bizi o kata çıkardı. Ya da bizi aşağı katlara indirecek bir düğmeye bastık ve asansör bizi o kata indirdi. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki üst katlara çıkmak için bir düğmeye basan kişi, dilerse fikrini değiştirip kendisini alt kata indirecek bir düğmeye basabilir. Bu durumda alt katlara inmeye başlar. Ya da alt katlara kendisini indirecek bir düğmeğe basan kişi, dilerse ve daha yolculuğu bitmemişse, asansörün üst düğmelerinden birine basarak üst katlara ulaşabilir.

Şimdi durumumuzu inceleyelim: Asansörü biz yapmadık ve onu kendi kuvvetimizle hareket ettirmiyoruz. Ancak asansör de kendi kendine hareket etmiyor. Biz irademizi kullanarak bir düğmeğe basıyoruz ve asansör bizi o kata ulaştırıyor.

O hâlde, “Asansörü ben hareket ettiriyorum ve asansör benim kuvvetimle çalışıyor.” diyemeyeceğimiz gibi, “Bu asansör kendi kendine hareket ediyor; dilerse beni üst kata, dilerse alt kata indiriyor; elimde hiçbir şey yok.” da diyemeyiz.

Bu durumda en doğru söz şudur: Asansörü biz hareket ettirmiyoruz ve asansör bizim kuvvetimizle çalışmıyor. Biz sadece asansörün çıkacağı ve ineceği katları irademizle belirliyor ve düğmeye basıyoruz. Asansör de bizim tayinimize ve talebimize göre hareket ediyor.

Şimdi geldik temsildeki hakikatlerin izahına:

– Misaldeki misafirhane, bu dünyadır ve şu güzel âlemdir.

– Misafirhanenin sahibi ise ezel ve ebedin sultanı olan Allahu Teâlâ’dır.

– Misafirhanenin üst katları, bizi cennete ulaştıracak ameller; alt katları ise cehenneme düşürecek günahlardır.

– Asansör Allah’ın irade ve kuvvetidir.

– Asansörün düğmesine basmak ise Allah’tan o fiilin yaratılmasını istemektir. İşte bu, cüz’î iradedir.

Cüz’î irademizle Kur’an’ın başına oturduğumuzda ve Kur’an okumayı talep ettiğimizde, Allahu Teâlâ da kuvvetiyle “Kur’an okuma” fiilini yaratmaktadır. Yani biz bu hâlde iken, asansörün üst düğmesine basmış ve asansör de bizi o kata çıkarmıştır. Dilimizin hareketinden tutun, okuduğumuz Kur’an’a kadar her şey Allah’a aittir; Onun yaratması ve icadı ile meydana gelmiştir. Bize düşen tek şey, bu vaziyetin yaratılmasını tercih ve talep etmemizdir. Bu tercih ve talebe cüz’î irade denir.

Eğer biz Kur’an’ın başına oturacağımıza, okunması haram olan bir kitabın başına oturmuş olsaydık; bu sefer cüz’î irademizle, asansörün alt katlarına indiren bir düğmeye basmak gibi, o fiilin Allah tarafından yaratılmasını talep etmiş olurduk. Allahu Teâlâ da imtihan dünyası olması hasebiyle bu fiili yaratırdı.

Allah’ın yaratması bizim isteğimize yani cüz’î irademize tabi olduğundan dolayı biz mesul olmaktayız. Gerçi birçok defa Allah’ın, rahmetinden dolayı o günahı yaratmadığı ve o günahla aramıza girdiği de gözükmektedir.

İşte, “İyiliğin Allah’tan, kötülüğün kuldan olması” bu manadadır.

Şimdi bu hakikati Sekizinci Söz özelinde tahlil edelim:

İlk önce metni okuyalım: Mesela bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate layık değil, kendi kendine zulmediyor; dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir. Ve şu bahtiyar ise hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle hakikat sahibinin kemaline hürmet eder, rahmetine müstahak olur. İşte “Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil.” olan hükm-ü Kur’anînin sırrı zahir oluyor.

Misalde iki kişi var. İkisi de aynı yerde bulunuyor ve aynı muameleye tabi tutuluyor. Onlardan biri kendisini manevi bir cehennemde görürken, diğeri manevi bir cennette yaşıyor.

Kendisine zulmeden kişi hakkında söylenen “Fenalığı kendinden bil.” sözünü şöyle anlayabiliriz: O kişi sû-i zannıyla öyle gördüğünden ona öyle muamele edildi. Aslında hiç de öyle kötü bir durumda değildi. Ancak o, etrafındaki eşyanın hakikatini keşfedemedi ve sû-i zannıyla kendine düşman telakki etti. Böyle gördüğünden ve böyle zannettiğinden ona öyle muamele edildi ve zannıyla baş başa bırakıldı. Dolayısıyla uğradığı fenalığın müsebbibi kendisidir ve fenalığı kendinden bilmelidir.

Bahtiyar kişi hakkında söylenen “İyiliği Allah’tan bil.” sözünü de şöyle anlayabiliriz: O da hüsn-ü zannıyla öyle gördüğünden ona öyle muamele edildi. Diğerine vahşet veren eşyanın hakikati ona açıldı; eşyanın munis ve güzel yüzü gösterildi.

Yani sözün özü: “Güzel bakan güzel görür; güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayattan lezzet alır.” ve “Güzel ahlaklı güzel düşünür; güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlaklı fena düşündüğünden fena levhaları görür.” hakikati tecelli etti.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin