a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular11. “Şuunat-ı İlahîye” denildiğinde ne anlamalıyız?

11. “Şuunat-ı İlahîye” denildiğinde ne anlamalıyız?

Soru: Risale-i Nurların birçok yerinde “Şuunat-ı İlahîye” ifadesi geçmektedir. “Şuunat-ı İlahîye” denildiğinde ne anlamalıyız?

El-cevap: Şuunat kavramının Türkçede tam bir karşılığı yok. En yakın karşılığı kabiliyet. Cenab-ı Hak hakkında “Kabiliyet sahibidir.” ya da “Kabiliyeti vardır.” gibi bir söz söylenemez. Allahu Teâlâ hakkında kabiliyet kavramını kullanamadığımız için şuunat kavramını kullanıyoruz.

Allah hakkında konuşurken çok dikkat etmeliyiz. Bu sebeple, Üstad Hazretleri hep “mukaddes” kelimesini kullanır. Mesela Allah hakkında “Bir lezzet-i mukaddesesi vardır.” der.

Nasıl ki biz bir iş yaptığımızda lezzet alıyoruz; Allah da bu kâinatın icad, idare ve tedbirinden bir lezzet alıyor. Ancak bu lezzet bizim lezzetimize asla benzemez. Bu sebeple, Üstadımız “lezzet-i mukaddese” der.

Yine Allah’ın kulların kendisine itaat etmesine karşı bir memnuniyeti vardır. Ancak bu memnuniyet bizim memnuniyetimize asla benzemez. Sadece bir isim benzerliği vardır, başka hiçbir benzerlik yoktur. İşte bu farka işareten Üstadımız “memnuniyet-i mukaddese” ifadesini kullanır.

Yine nasıl ki biz büyük bir iş yaptığımızda iftihar ederiz. Allah’ın da kendisine mahsus bir iftiharı vardır. Ancak bu, bizim iftiharımıza asla benzemez. Tek benzerlik isim benzerliğidir. Buna işareten Üstadımız “iftihar-ı mukaddese” der.

Allah’ın ne merhameti, ne şefkati, ne gazabı, ne de kahrı ve öfkelenmesi bize benzer. Hepsi mukaddestir, münezzehtir, âlîdir. Bizler sıfat-ı İlahîyeyi bir derece anlayalım diye bildiğimiz isimlerle tesmiye edilmiştir.

Tekrar şuunata dönelim:

Bizler kendi hakkımızda kullandığımız “kabiliyet” kelimesini Allahu Teâlâ hakkında kullanamıyoruz. Kabiliyet yerine “şuunat” diyoruz. Üstadımız şöyle diyor:

Zira eserin kemali bilmüşahede fiilin kemaline, fiilin kemali bilbedâhe ismin kemaline, ismin kemali bizzarura sıfatın kemaline, sıfatın kemali hads-i yakîn ile şuunatın kemaline delâlet eder. Şe’nin kemali ise hakka’l-yakîn bir suretle Zatın kemalini gösterir.(Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)

Bu ifadeden anlıyoruz ki: Allah’ın fiillerinin kemali, isimlerinin kemalinden geliyor. İsimlerinin kemali, sıfatlarının kemalinden geliyor. Sıfatlarının kemali, şuunatının kemalinden geliyor. Şuunatının kemali de zatının kemalinden geliyor.

Ya da şöyle diyebiliriz: Fiilin kemali ismin kemalini, ismin kemali sıfatın kemalini, sıfatın kemali şuunatın kemalini, şuunatın kemali de zatının kemalini ispat ve iktiza eder.

Eğer Allah’ın zatı nihayet kemalde olmasaydı, şuunatı kâmil olmazdı. Şuunatı nihayet kemalde olmasaydı, sıfatları kâmil olmazdı. Sıfatları nihayet kemalde olmasaydı, isimleri kâmil olmazdı. Ve isimleri nihayet kemalde olmasaydı, göz önündeki şu fiiller bu kadar mükemmel olmazdı. Bunların hepsi birbirini iktiza ve ispat eder.

Şunu da ifade edelim: Şuunat-ı İlahiye dediğimizde, şuunatın tam mahiyetini kavramamız mümkün de değildir. Allah hakkındaki her kavramı sonuna kadar anlamak zorunda da değiliz.

— Mahluk olan akıl Allah’ın isim ve sıfatlarının hakikatini ne kadar anlayabilir?

— Zatının künhüne ne kadar nüfuz edebilir?

— Şuunat denildiğinde mananın tamamını nasıl ihata edebilir?

Asla edemez. Ancak iman eder, aklının derecesine göre fehmeder, ucundan da olsa hisseder.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin