a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular42. Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.

42. Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.

Soru: Sinan Hocam sorum şudur:

32. Söz, 2. Mevkıf, 3. Maksatta, Birinci ve Dördüncü İşaret arasındaki farkı açıklar mısınız?

Birinci İşarette, “Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.” deniliyor.

Dördüncü İşarette, “Öyle de esmâ-i İlahiye ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de akıl itibarıyla hadsiz meratib bulunur.” deniliyor.

Bu ikisi arasında sanki fark yokmuş gibi gözüküyor. Nasıl açıklarsınız?

El-cevap: İlk önce “Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.” cümlesi üzerine konuşalım:

Nasıl ki güneş, bir damlayı aydınlattığı gibi bir denizi de aydınlatır. Bir zerreye ışığını verdiği gibi, kamere de aynı ışığı verir. Her bir ışık güneşten olmakla birlikte, eşyanın güneşin nuruna mazhariyeti farklı farklıdır. Elbette bir damla, güneşin nuruna deniz gibi mazhar değildir. Yine bir zerre, o nura kamer gibi ayna olamaz.

Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ “Hâlık” isminin tecellisiyle bir karıncayı yarattığı gibi, aynı ismin tecellisiyle koca bir yıldızı da yaratır. Yine bir balığı icad ettiği gibi, Arş’ı ve Kürsî’yi de icad eder. Her bir eşya, yoktan yaratılmakla “Hâlık” ismine ayna olur. Ancak bir sinek bu ismin tecelli-i haşmetine yıldız gibi mazhar olamaz. Yine bir balık bu ismin tecelli-i azametine Arş ve Kürsî gibi ayna değildir.

Hâlık isminin bütün eşyaya nisbeti birdir. Az-çok, küçük-büyük, cüz’î-külli gibi kavramlar Hâlık ismi için geçerli değildir. Çoğu az gibi, büyüğü küçük gibi ve külliyi cüz’î gibi yaratır. Yaratmada bir zorluk ve meşakkat yoktur. Bir çiçeğin yaratılmasıyla baharın yaratılması o hâlıkiyete müsavidir. Yine bir sineğin ihyasıyla, öldükten sonra bütün insanların ihyası o kudrete birdir.

Hâlık isminin çok mertebeleri vardır. Mesela sineğin yaratılması, ağacın yaratılması, dağın yaratılması, denizin yaratılması, dünyanın yaratılması… Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok mertebeler vardır. Her bir eşyanın icadı hâlıkiyetin bir mertebesi ve Hâlık isminin bir perdesidir.

Şimdi, Üstadımız Birinci İşarette diyor ki: Ahsenü’l-hâlıkîn demesi, “Hâlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir.” demektir ki başka hâlık bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki hâlıkıyetin -sâir sıfatlar gibi- çok meratibi var. Ahsenü’l-hâlıkîn demek, “Meratib-i hâlıkıyetin en güzel, en münteha mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelaldir.” demektir.

Şimdi faraza şöyle düşünelim: Hâlık ismine şunu şunu yaratmak kolay, şunu şunu yaratmak zor olsaydı… Bu durumda, Allahu Teâlâ yine Hâlık olurdu. Allah’ın Hâlık olması için bir karıncayı yaratması kâfidir. Zira en küçük bir eşyayı yaratan, Hâlık isminin müsemması olur. Ancak bu durumda “Ahsenü’l-hâlıkîn” (yaratanların en güzeli) olamaz. Zira “Ahsenü’l-hâlıkîn” demek, “Meratib-i hâlıkıyetin en güzel, en münteha mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelal” demektir ki bu da hâlıkiyetinde bir mertebe olmamasını ve her şeyin kudretine müsavi olmasını iktiza eder. Hâlıkiyetinde mertebe olan, “Ahsenü’l-hâlıkîn” olamaz.

Buna göre, “Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.” demek, “Bir zerreyi yaratmaktan tutun galaksilerin icadına kadar hâlıkiyetin çok mertebesi vardır.” demektir. Allah’ın hâlıkiyeti bu mertebelerin en güzel ve en müntehasında olup nihayetsizdir, sonsuzdur ve mutlaktır. İşte “Ahsenü’l-hâlıkîn” ifadesi, Allah’ın hâlıkiyetinin bu nihayetsizliğini ifade etmektedir.

Esbabın ise hâlıkiyet mertebelerinin hiçbirinden nasibi yoktur. Zerre miskal eşyayı yaratamaz; ona fail-i hakiki olamaz.

Şimdi de ikinci kelam olan, “Öyle de esmâ-i İlahiye ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de akıl itibarıyla hadsiz meratib bulunur.” cümlesini tahlil edelim:

Allahu Teâlâ’nın isim ve sıfatları nihayet mertebededir ve sonsuzdur. İnsan ise sonlu bir varlıktır. Sonlu olan insanın, sonsuzluğu idrak etmesi ve hakkıyla anlaması mümkün değildir. Aklî kapasitesi ne kadar ise o kadar anlar ve o derece düşünür. Dolayısıyla akıl itibarıyla esmâ-i İlahiyenin ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde hadsiz meratib bulunur.

Buna göre, tahkikî mertebedeki bir akıl, taklidî mertebedeki bir akıldan daha fazla fehmeder; esmâ-i İlahiyenin ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerini daha iyi anlar. Yine aynelyakîn mertebesindeki bir akıl, ilmelyakîn mertebesindeki bir akıldan; hakkalyakîn mertebesindeki bir akıl da aynelyakîn mertebesindeki bir akıldan daha fazla fehmeder; esmâ-i İlahiyenin ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerini daha çok anlar.

Şimdi, Üstadımız Dördüncü İşarette diyor ki: Muvazene ve tafdil, vâki mevcudlar içinde olduğu gibi, imkânî hatta farazî eşyalar içinde dahi olabilir. Nasıl ki ekser mahiyetlerde, müteaddit meratib bulunur. Öyle de esmâ-i İlahiye ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de akıl itibarıyla hadsiz meratib bulunabilir. Hâlbuki Cenab-ı Hak, o sıfat ve esmanın mümkin ve mutasavver bütün meratibinin en ekmelinde, en ahsenindedir.

Şimdi faraza şöyle düşünelim: Her akıl sahibi “Hâlık” ismi üzerine tefekkür edecek ve hâlıkiyetin en güzel ve en münteha mertebesini bulmaya çalışacak… Her bir akıl kendi kuvvetine göre, hâlıkiyeti farklı bir mertebede düşünür ve fikri kadar idrak edebilir. Bir peygamberin hâlıkiyetten anladığı ile bizim anladığımız elbette bir değildir. Peygamberler arasında dahi farklılık vardır.

Bu sadece Hâlık ismi için de geçerli değildir. Bütün esmâ-i hüsna için geçerlidir.

Demek, akıl itibarıyla esmâ-i İlahiye ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde hadsiz meratib bulunabilir. Her bir akıl kendi fehmine göre o ismi bir derece anlar ve kabiliyetine göre tefekkür eder.

İşte “Ahsenü’l-hâlıkîn” demek, “Aklın tasavvur ettiği bütün mümkinlerin (varlığı aklen mümkün olanların) ve bütün mutasavverlerin (tasvir edilenlerin) en mükemmeli ve en güzeli” demektir. Aklın daire-i vücuduna Allah’tan daha güzeli ve daha ekmeli giremez.

Ancak şunu da ifade edelim: Aklın dairesine giren bu mertebe, Allah’ın hakiki kemalinden çok uzak ve çok nakıstır; akıl o esmanın hakikatini idrakten âcizdir.

Şöyle diyebiliriz: Bilmek farklıdır; tasdik farklıdır; idrak ve ihata ise bütün bütün farklıdır. Bizler Allahu Teâlâ’ın isim ve sıfatlarını biliriz; kabul ve tasdik ederiz; ancak künhüne ve mahiyetine ulaşamaz ve idrak edemeyiz.

Bu mütalaanın neticesi olarak deriz ki: Birinci cümle olan, “Belki hâlıkiyetin -sair sıfatlar gibi- çok meratibi var.” cümlesi, hem hâlıkiyetin hem de diğer sıfatların hadsiz mertebelerinin bulunduğunu; Allah’ın ise bu mertebelerin nihayetinde olduğunu beyan ediyor.

İkinci cümle olan, “Öyle de esmâ-i İlahiye ve sıfat-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de akıl itibarıyla hadsiz meratib bulunur.” cümlesi ise aklın, Allah’ın isim ve sıfatlarını anlamada hadsiz mertebelerinin bulunduğunu; Allah’ın ise o mümkin ve mutasavver mertebelerin en ekmelinde ve en ahseninde olduğunu beyan ediyor.

Demek, birinci cümlede meseleye Allahu Teâlâ canibinden ve esmanın hakikati cihetinden; ikinci cümlede ise insan canibinden ve akl-ı beşer cihetinden bakılmış.

Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Dua eder, dua bekleriz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin