a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular41. Kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek

41. Kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek

Soru: Üstad Hazretleri, “Bir harfte mesela “kalb-i beşer”de şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek… elbette ve elbette Hâlık-ı külli şey’e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelal’ine mahsus bir hâtemdir.” diyor.

Bunu nasıl anlamamız gerekir açıklar mısınız?

El-cevap: İlk önce “Bir harfte mesela kalb-i beşerde” ifadesi üzerine konuşalım:

Kâinata bir kitap gözüyle baktığımızda içindeki eşyayı şöyle tasnif edebiliriz:

– Kâinat bir kitap olsa, dünya bu kitabın bir babı ve bölümü olur.

– Her bir nev -mesela ağaç nevi- bu babın bir sayfası olur. Demek, dünya babında yüz binlerce sayfa var.

– O nevin bir cinsi -mesela incir ağacı- bu sayfanın bir satırı olur. Demek, bir sayfanın binlerce satırı var.

– O cinsin her bir ferdi -mesela tek bir incir ağacı- bu satırın bir kelimesi olur. Demek, bir satırda milyarlarca kelime var.

– O ferdin bir uzvu -mesela incirin meyvesi- bu kelimenin bir harfi olur. Demek, her bir kelimenin binler harfi var.

– O harfin özü ise -mesela incirin çekirdeği- bu harfin noktası olur. Öyle bir nokta ki koca satır hatta kitabın kendisi o noktada yazılmış!

Daha farklı tasnifler de yapabiliriz. Mesela “kalb-i beşere” harf gözüyle baksak şöyle bir tasnif olabilir:

– Kâinat bir kitap ve dünya bu kitabın bir sayfası olur.

– Her bir nev -mesela nev-i beşer- bu sayfanın bir satırı olur.

– O nevin her bir ferdi -mesela tek bir insan- bu satırın bir kelimesi olur.

– O ferdin kalbi de -mesela kalb-i beşer- bu kelimenin harfi olur.

Daha farklı tasnifler de yapabiliriz. Bu tasniflerdeki “kitap, kelime ve harf” kavramlarında şöyle nükteler vardır:

1. Nasıl ki bir harf kâtipsiz olamaz; aynen bunun gibi, şu kitab-ı kebir-i kâinatta yazılan harfler de (yani varlıklar da) hâlıksız ve maliksiz olamaz.

2. Nasıl ki bir kitap manası için yazılır ve kelimeler o manayı tamamlayacak şekilde seçilir; aynen bunun gibi, şu kâinat kitabı da manası için yazılmış ve içindeki her bir kelime bu manayı tamamlayacak şekilde icat edilmiştir.

3. Nasıl ki kitap okunması için yazılır; aynen bunun gibi, kâinat kitabı da okunması için yazılmıştır.

4. Kitabın sahibi kimse harfin sahibi de odur. Kitap başkasının harf başkasının olamaz. Zira böyle olursa kelimenin manası bozulur. Kelimenin manası bozulunca cümlenin manası; cümlenin manası bozulunca da sayfanın manası bozulur. Aynen bunun gibi, kâinat kitabı başkasının içindeki varlıklar başkasının olamaz. Kâinatın sahibi kimse içindeki harf ve kelimelerin sahibi de odur. Bundan da tevhide bir pencere açılır.

Biz bu cihette sözü daha fazla uzatmayalım. “Kitap, kelime ve harf” teşbihindeki diğer nükteleri sizler bulursunuz.

Şimdi gelelim asıl sorunuzun cevabına:

Âlemde tecelli eden ve âlemi ihata eden esmanın kalb-i beşerde tecelli etmesi ve aynı esmanın âsârının kalpte gözükmesi şu şekildedir:

Üstad Hazretleri Mesnevi’de şöyle diyor: İnsanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan… (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)

Kalb idrak etmenin, akletmenin, düşünmenin ve diğer duyguların asıl merkezidir. Kalb latifesinin maddi bir vücudu yoktur. Manevidir ve maddeden mücerreddir. Dolayısıyla kalbin binler âleme örnek olmasını ve âlemde tecelli eden esmanın kalpte tecelli etmesini, kalbin maddi cihetiyle değil, taşıdığı duygular cihetiyle anlamalıyız.

İnsanın öyle bir camiiyeti vardır ki adeta insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.

Şimdi, hayalen insanı büyütün ve kâinat yapın. Bu durumda, insanın kalbinde olan duygular bu kâinatta bazı hadiselere dönmeli, âlemlere benzemeli ve kalpte tecelli eden esma o hadise ve âlemlerde tecelli etmeli.

— Mesela insanın kalbinde öfke var. Öfke bu kâinatta ne olurdu?

Kasırga olurdu, fırtına olurdu, deprem olurdu ve bunlar gibi hadiselere dönerdi.

— Kalbte neşe var. Neşe bu kâinatta ne olurdu?

Bahar olurdu, yaz olurdu, insanı mutlu eden hadiseler olurdu.

— İnsanın kalbinde lümme-i şeytaniye var. Lümme-i şeytaniye bu kâinatta ne olurdu?

Şeytan olurdu ve şerler olurdu.

— Yine kalbte hayırlı ilhamlar var. Bu ilhamlar kâinatta ne olurdu?

Melek olurdu, güzellikler olurdu.

— Kalbte korku var. Korku kâinatta ne olurdu?

Gök gürültüsü, şimşek, karanlık ve bu gibi şeyler olurdu.

— Kalbte hüzün var. Hüzün bu kâinatta ne olurdu?

Sonbahar olurdu, kışın başlangıcı olurdu ve insana hüzün veren hadiseler olurdu.

— Kalbte muhabbet var. Muhabbet bu kâinatta ne olurdu?

Çekim kuvveti olurdu.

— Kalbte nefret var. Nefret bu kâinatta ne olurdu?

İtme kuvveti olurdu.

— Kalbte tevazu ve kibir var. Bunlar bu kâinatta ne olurdu?

Tevazu toprak, kibir kendisini üstün gören şeytan ve şeytanlaşmış insanlar olurdu.

Bunlar gibi, kalbte olan her bir duygu bu âlemdeki bir hadisenin örneği olurdu. Âlem sürekli değiştiği gibi kalb de sürekli değişir, her an kalbe farklı fikir ve duygular gelir. Bununla da farklı bir âlemin örneği olur.

Bu durumda şöyle diyebiliriz: Kasırgada, fırtınada, depremde; baharda ve yazda; şeytanın icadında ve şerli işlerde; meleklerin icadında ve hayırlı işlerde; gök gürültüsünde, şimşekte, karanlıkta ve korku verici hadislerde; sonbaharda, kışın başlangıcında ve insana hüzün veren hadiselerde; çekme ve itme kuvvetinde; toprakta, şeytanda ve şeytanlaşmış insanlarda ve diğer bütün hadiselerde Allahu Teâlâ’nın hangi isimleri tecelli ediyorsa, kalpte de aynı isimler -duygular cihetiyle- tecelli etmektedir. Mesela:

– Dağda tecelli eden Aziz ismi izzet sahibi bir kalbte de tecelli eder.

– Güneşin itaatinde tecelli eden Muti ismi itaatkâr bir kalbte de tecelli eder.

– Tertemiz denizlerde tecelli eden Kuddûs ismi vesvese ve şüphelerden temizlenen bir kalbte de tecelli eder.

– Âlemde tecelli eden Rahim ismi şefkat sahibi bir kalbte de tecelli eder. Ve hakeza…

Bundan da şu neticeye ulaşılır: Bu işi yapmak elbette ve elbette Hâlık-ı külli şey’e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelal’ine mahsus bir hâtemdir

Yani koca kâinatı küçük bir mikyasta kalbe sığdırmak, kalbi bir misal-i musaggar-ı kâinat yapmak ve âlemde tecelli eden ekser esmasıyla kalpte tecelli etmek ancak ve ancak her şeyi yaratan Allah’a mahsus bir hâtemdir. Allah’tan başka hiçbir şey bu hâtemin sahibi olamaz.

Demek, kâinatın sahibi kimse kalb-i beşerin sahibi de odur. Ve kalb-i beşeri kim icat ettiyse kâinatı dahi o icat etmiştir.

Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Allah’a emanet olun.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin