a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular29. Teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki bismillah ona bakıyor.

29. Teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki bismillah ona bakıyor.

Soru: “Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki bismillah ona bakıyor.” cümlesini açıklar mısınız?

El-cevap: İlk önce kelimelerin manasına bakalım:

Teavün: Karşılıklı yardımlaşmadır.

Tesanüd: Birbirine dayanma, el ele verme ve birbirini kollamadır.

Teanuk: Birbirini kucaklama ve birbirine sarılmadır. Mesela toprağa bir tohum attığımızda sanki toprak tohumu kucaklar da sinesinde saklar. Tohum da toprağın sinesine sığınır. İşte bu “teanuk”tur.

Tecavüb: Karşılıklı cevap vermedir. Mesela yeryüzü semaya seslenir: “Su var mı?” Sema da suyunu boşaltmakla cevap verir: “Evet var, gönderiyorum.”

Bu dört kelime manaca birbirine yakın olup varlıklar arasındaki yardımlaşmayı ve birbirlerinin imdadına koşmayı ifade eder.

Bu kelimelerin hepsi Arapçada “tefâül” babından gelmiştir. Bu babın özelliği, bir işin karşılıklı yapıldığını göstermesidir. Demek, bu kelimelerde hep iki varlığı karşılıklı düşünmeliyiz. İki varlığın birbirine yardım etmesi, birbirine dayanması, birbirini kucaklaması, birbiriyle konuşması, birbirlerinin isteklerine cevap vermesi gibi…

Üstadımız dedi ki:

Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki bismillah ona bakıyor.

Şimdi cümleyi parçalayıp izahını yapmaya çalışalım:

Kâinatın heyet-i mecmuasındaki: Bu ifadeyle kâinatın tamamı kastedilmektedir. Yani bahsi geçen hakikat sadece dünyada gözükmüyor ve yeryüzünü ihata etmiyor; bütün kâinatta gözüküyor ve âlemin tamamını ihata ediyor. Zerreden şemse, denizlerin diplerinden semavatın kandillerine, balıktan seyyarata kadar her şeyde bu hakikat gözüküyor.

Bu hakikat de şudur:

Teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden: Yani mahlukatın birbirine yardım etmesi, birbirine dayanması, birbiriyle kucaklaşması ve birbirlerinin isteklerine cevap vermesi…

— Peki, bunlardan ne tezahür eder? Yani eşyanın birbirinin yardımına koşması neyi ispat eder?

Tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki: Mezkûr dört madde (teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb) Allah’ın varlığına büyük bir delildir. Dilerseniz bir misal üzerinde bunu tahlil edelim:

Kökün iki tane vazifesi vardır. Birisi, ağacı ayakta tutmaktır. Diğeri ise ağaca lazım olan maddeleri topraktan almaktır.

Lakin iğne yapraklı ağaçların (ardıç, çam gibi) yetiştiği topraklar asit karakterli olduğundan kök lazım olan maddeleri topraktan alamaz. İşte ağaç bu sıkıntı içinde kıvranırken, emr-i Rabbanî ile bir mantar giderek köke yerleşir. Ağaca lazım olan maddeleri onun için hazırlar ve ağaca sunar. Ağaç da bu iyiliğe karşı, ürettiği şekerin bir kısmını ona verir.

İşte bu hadisede teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb hakikatleri gözükmektedir.

Şimdi, bu hakikatleri şu sorularla tahlil edelim:

1. Mantar ağacın sıkıntısını nereden biliyor? Elbette bilmesi mümkün değildir. Zira bilmek ilim sıfatının varlığı ile mümkündür. Mantarın ise ilmi yoktur.

2. Hadi mantar biliyor diyelim. Lakin ağaca yardım etmek merhametin eseridir. Hâlbuki mantarın merhameti de yoktur.

3. Hadi merhameti de var diyelim. Acaba kökün yapamadığı işi o nasıl yapıyor?

4. Ağaca lazım olan maddeleri nereden biliyor? Hangi mektepte botanik okumuş?

5. Acaba ağacın bu iyiliğin altında kalmayıp mantara şeker sunması onun minnettarlığının bir eseri midir?

Daha çok sorular sorabiliriz ki eğer Allah’ın varlığı kabul edilmezse bu soruların hiçbirine cevap verilemez.

İşte bu cihetten mezkûr dört hakikat bir sikke-i kübra-i uluhiyettir.

Sikke: Madenî paranın üzerine vurulan damgadır. Bu damgayla o paranın devlete ait olduğu ispat edilir.

Allahu Teâlâ da her varlık üzerine kendine mahsus sikkelerini vurmuştur. Bu sikkelerin lisan-ı hâliyle “Bütün eşya benimdir.” der. Bizler bu derste dört sikkeyi öğrendik: Teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb.

Üstadımız bu dört sikke hakkında “sikke-i kübra-i uluhiyettir” dedi. Yani bunlar Allah’ın varlığını ispat eden en büyük sikkeler ve delillerdir.

Şimdi metnin en can alıcı noktasına geldik:

Üstadımız dedi ki: Bismillah ona bakıyor.

Meseleye şuradan başlayalım: Üstadımız 1. Söz’de şöyle diyor:

— Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile bismillah der.

Bismillah demek, o işi yapmaktan âciz olmanın ve fail-i hakikinin Allah olmasının temsilî bir ifadesidir. Mesela inek ot yer ve bembeyaz bir süt çıkarır. İnek bu işi yapmaktaki acziyetinin lisanıyla şöyle der:

— Ben yeşil bir ot yiyor ve bembeyaz bir süt çıkarıyorum. Yeşil bir otu süte çevirip, kan ve fışkı arasından tertemiz bir süt çıkarmak benim fiilim olamaz. Çünkü bu işi yapabilmek için ilim, irade, kudret ve hikmet gibi birçok sıfata sahip olmak lazımdır ki bunların hiçbiri bende bulunmaz. Zaten adım hayvandır. Hayvan olanda bunlar olur mu? Madem olmaz, o hâlde bu sütü yapan ben değilim. Bu sütü yapan, bu sıfatlarla muttasıf olan Allah’tır. Ben Allah’ın bir memuru ve kudretinin perdesiyim…

İşte bu mana onların “bismillah” demesiyle temsil edilmiş. Bismillah demek, “Bu işi ben yapmıyorum. Ben ancak Allah’ın vazifedar bir memuruyum. Zerre miskal icatta tesirim yoktur.” demektir.

Şimdi meselemize gelelim:

Eşyanın arasında gözüken teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb eşyanın kendi fiili olamaz. Yani varlıklar birbirlerinin yardımına kendi başlarına koşamaz. Zira bu fiillerin faili olabilmek için ilim, irade, kudret ve hikmet gibi sıfatlara sahip olmak gerekir. Eşyada ise bu sıfatlar yoktur. Bu durumda, mezkûr hakikatler Allah’ın havl ve kudretiyle gerçekleşmektedir.

– Yani onları birbirinin yardımına koşturan Allah’tır.

– Onları birbirine yaslayan Allah’tır.

– Onları birbirleriyle kucaklaştıran Allah’tır.

– Onlara birbirlerinin sesini işittiren ve isteklerine cevap verdiren Allah’tır.

İşte bu hakikat, “Bismillah ona bakıyor.” ifadesiyle beyan edilmiş.

Yani ortada teavün, tesanüd, teanuk ve tecavübten oluşan bir hakikat var. Bu hakikat kâinatın heyet-i mecmuasını kuşatmıştır. Bu cihetle, bir sikke-i kübra-i uluhiyettir; Allah’ın varlığına en büyük bir delildir. Bismillah bu hakikate bakar. Yani mahlukatı birbirinin yardımına koşturanın Allah olduğunu gösterip, esbabın tesir sahibi olmadığını ilan eder.

Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Allah’a emanet olun.

 Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin