45. Mahlukatın lisan-ı kâl ile tesbihatta bulunması
Soru: Sinan Hocam, şu soru beni düşündürüyor:
Üstad Hazretleri Yedinci Şua’da, varlıkların Allah’ı tesbih etmesini hâl diliyle açıklamış. Ancak 19. Mektup’ta, taşların Peygamberimiz (a.s.m.)’ın elinde tesbih ettiğini, insanların da bunu duyduğunu rivayet ediyor. Böyle rivayetler sahabe ve tâbiin hakkında da var.
Sorum şudur: Bu ikisinin arasını nasıl birleştirebiliriz? Siz, ellerinde taşların tesbihini, insanların dilleriyle tesbihleri gibi mi anlıyorsunuz? Yine Mektubat’ta geçen, kurdun konuşması, dağların ve ağaçların konuşması gibi rivayetler zahirî üzere midir?
El-cevap: Hayvanatın, nebatatın ve cemadatın lisan-ı kâl ile bir zikirleri vardır ki Kur’an bu zikre şahit ve delildir. Bir kısım ayet-i kerimenin beyanıyla meselemizi ispat edelim:
Birinci delilimiz Neml suresinin 16. ayetidir. Bu ayette Hazreti Süleyman (a.s.) şöyle diyor:
عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ Bize kuş dili öğretildi.
Bu ayetin açık beyanıyla, Hazreti Süleyman (a.s.) kuşlarla konuşabiliyor ve onların lisanını anlayabiliyordu. Demek, kuşların manalı sözleri var.
— Eğer sözlerinde bir mana olmasaydı Hazreti Süleyman (a.s.) onlarla ne konuşacaktı?
— Manasız sesler çıkaranla konuşulur mu?
Konuşulmaz!
İşte Hazreti Süleyman (a.s.)’ın kuşlarla konuşması ispat eder ki kuşların manalı sözleri vardır. Manalı söz söyleyebilen elbette manalı bir şekilde Allah’ı zikredebilir.
İkinci delilimiz Neml suresinin 21 ve 25. ayetleri arasıdır. Bu ayetlerde Hazreti Süleyman (a.s.) ile hüdhüd kuşu arasında geçen bir konuşma nakledilir. Şöyle ki: Hazreti Süleyman (a.s.) kuşları teftiş eder. Hüdhüd kuşu bu teftişte yoktur. Şimdi, bu sahneyi Kur’an’ın ayetleriyle takip edelim:
Hazreti Süleyman dedi ki:
— Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ona şiddetli bir şekilde azap edeceğim yahut keseceğim ya da bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek.
Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki:
— Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru bir haber getirdim. Onlara hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayet bulamıyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmiyorlar. (Neml, 21-25)
Bu sözleri bir peygamber değil, hüdhüd kuşu söylüyor. Allah’ı “Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen” diye vasfediyor. Şimdi şunu soruyorum:
— Allah’ı böyle vasfedebilen bir kuş, niçin şuurkerâne zikredemesin, şükür ve tesbih vazifesini yapamasın?
Üçüncü delilimiz Neml suresinin 18. ayetidir. Bu ayetinin beyanıyla, Hazreti Süleyman (a.s.) ve ordusu vadiye girdiklerinde bir karınca şöyle seslenir:
يَا أَيُّهَا النَّمْلُ Ey karıncalar! اُدْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ Evlerinize girin. لاَ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin.
Bakın, karınca Hazreti Süleyman (a.s.)’ı tanıyor; ordusunun kendilerini ezebileceğini biliyor ve karıncalara “Evlerinize girin.” diyor.
— Bunu yapabilen bir karınca, Allah’ı niçin lisan-ı kâl ile zikretmesin ve tesbih edemesin?
Dördüncü delilimiz Sâd suresinin 18 ve 19. ayetleridir. Bu ayetlerde şöyle buyrulmuş:
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ Şüphesiz biz dağları (Davud’a) boyun eğdirdik. مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً Kuşları da toplu olarak onun emrine verdik. كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ Hepsi onunla zikir ve tesbih ederlerdi. (Sâd 18-19)
Ayet-i kerime, dağların ve kuşların Hazreti Davud (a.s.) ile tesbih ettiğini açıkça beyan ediyor. Demek, cansız varlıkların dahi kendine mahsus sesli zikirleri vardır. Lakin bizler bu sesleri işitmekten âciziz.
Beşinci delilimiz Bakara suresinin 74. ayetidir. Bu ayette şöyle buyrulmuş:
وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ O taşlardan öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. (Bakara 74)
Ehl-i sünnet itikadına göre, taşın Allah korkusuyla yuvarlanması mecaz değil, hakikattir. Allahu Teâlâ taşa ilham eder de taş o ilham ile korkar ve bu korkuyla yuvarlanır. İbni Abbas Hazretleri bu konuda şöyle der:
— Koca bir kaya yukarıdan aşağıya düşüyor. Hâlbuki birçok insanlar toplansa onu yerinden oynatamaz. İşte o kaya Allah korkusuyla yuvarlanıyor. (Süyûtî, Dürrü’l-Mensur, I, 198)
İmam Mücahid de şöyle der:
— Kendisinden su fışkıran veya dağın başından yuvarlanan her taş Allah korkusundan yuvarlanmıştır. (Süyûtî, Dürrü’l-Mensur, I, 197)
Şimdi sorumuz şu: Allah’ın ilhamıyla korkan ve bu korkuyla yuvarlanan taş, niçin Allah’ın ilhamıyla zikredemesin ve tesbih edemesin?
Elbette zikreder ve tesbih eder. Sadece imtihan sırrı bozulmasın diye bizler bu zikri ve tesbihi işiteyemeyiz.
Bütün mahlukatın Allah’ı zikir ve tesbih ettiğine dair birkaç ayet meali daha verelim:
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ Bitkiler ve ağaçlar da (Allah’a) secde ederler. (Rahman 6)
أَلَمْ تَر Sen görmedin mi أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’a secde ediyor وَالشَّمْسُ Güneş de secde ediyor وَالْقَمَرُ Ay da secde ediyor وَالنُّجُومُ yıldızlar da secde ediyor وَالْجِبَالُ dağlar da secde ediyor وَالشَّجَرُ ve ağaçlar da secde ediyor. (Hud 18)
أَلَمْ تَرَ Görmedin mi أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ ve kuşlar da saf saf olmuş, O’nu tesbih eder. كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ Her biri duasını ve tesbihini bilmiştir. (Nur 41)
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ Yedi sema O’nu tesbih eder وَالأَرْضُ yeryüzü O’nu tesbih eder وَمَنْ فِيهِنَّ gökte ve yerde ne varsa her şey O’nu tesbih eder. وَإِن مِن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin. وَلَكِن لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ Lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız. (İsra 44)
Şu âleme Kur’an’ın bu ve benzeri ayetleriyle bakılırsa, kâinat bir mescid, içindeki her bir varlık da bu mescitte tesbih eden bir müsebbih, zikreden bir zâkir, şükreden bir şâkir, secde eden bir sâcid ve ibadet eden bir âbid şeklini alır. Bununla da kâinat ve içindeki varlıklar kıymet bulur.
Yine Üstad Hazretleri 19. Mektup’ta Peygamberimiz (a.s.m.)’ın mucizelerini anlatırken kurt hadisesini şöyle naklediyor:
— Bir kurt keçilerden birisini tutmuş. Çoban kurdun elinden kurtarmış. Kurt demiş ki: “Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Ne acayip, kurt konuşur mu?” Kurt ona demiş: “Acip senin hâlindedir ki bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.” Çoban kurda demiş: “Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” Kurt demiş: “Ben bakacağım.” Çoban çobanlığı kurda devredip gelmiş, Resul-ü Ekrem (a.s.m.)’ı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Kurdu çoban olarak bulmuş, zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş çünkü ona üstatlık etmiş.
Üstadımız bu hadisenin senedini 19. Mektup’ta vermiş. Ben sözü uzatmamak için bu kısmı atladım. Şimdi sorum şu:
— Bir kurt Allah’ın ilhamı sayesinde Peygamberimizi tanıyor ve çobana üstatlık yapıyor. Bunu yapabilen bir kurt, Allah’ı niçin zikredemesin ve niçin tesbih edemesin?
Bu meselenin delilleri çoktur. Sözün uzayacağından korkmasam çok fazlasını nakledebilirim. Ama herhâlde bu kadarı yeter. Hatta sadece hüdhüd kuşunun kıssası yeter. Tabii bu mesele imanî bir meseledir. Biz Kur’an’a ve hadise iman ederiz, verdiği haberi de kabul ederiz. İmanı olmayanın itirazına da ehemmiyet vermeyiz. Bize göre, her bir mahluk, canlı olsun cansız olsun, bitki olsun hayvan olsun, cüz’î olsun küllî olsun, Allah’ı hem lisan-ı hâliyle hem de lisan-ı kâliyle zikreder, tesbih eder. Kalp gözünü açanlar bu tesbihi hakkalyakin işitir. Bizler ise iman kulağıyla ve Kur’an’ın talimiyle işitir ve kabul ederiz.
Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Allah’a emanet olun.
Yazar: Sinan Yılmaz