35. Nimetleri verene şükür vaciptir; küfran-ı nimet aklen de haramdır.
Soru: İşârâtu’l-İcaz’da ihya-yı ervah bölümünde yer alan “Nimetleri verene şükür vaciptir; küfran-ı nimet aklen de haramdır.” cümlesini açıklar mısınız?
El-cevap: Bir şey ya hükmen vaciptir, ya aklen vaciptir, ya da hem hükmen hem de aklen vaciptir.
Bir şeyin hükmen vacip olabilmesi için Kur’an ve sünnette açıkça emredilmesi gerekmektedir. Mesela:
– Namaz kılmak hükmen vaciptir.
– Oruç tutmak hükmen vaciptir.
– Hac yapmak hükmen vaciptir.
– Hac yaparken tavaf etmek, say yapmak, Arafat’ta vakfe yapmak hükmen vaciptir…
Bu gibi ibadetler hükmen vacip olup, bunların vacibiyeti Kur’an ve sünnette açıkça zikredilmiştir. Aklen vacip olmayıp sadece hükmen vacip olan ibadetlere akıl tek başına yol bulamaz. Eğer saydığımız bu ibadetler Kur’an ve sünnette geçmeseydi bunları bilmez ve eda edemezdik.
Şimdi de bir şeyin aklen vacip olması üzerine konuşalım:
Bir şeyin aklen vacip olması, aklın onu tek başına keşfedebilecek kabiliyette olması ve aklın bu kabiliyeti sebebiyle o şeyin insana vacip olmasıdır. Yani o şey, aklın keşfi dairesinde olduğu için kişiye aklen vaciptir. Kişiye şer’î bir hüküm ulaşmasa da akıl o şeyi keşfedebilir; bu sebeple de o şeyi eda etmek insana vacip olur.
Mesela İmam Mâtürîdî Hazretlerine göre, ehl-i fetret için Allah’ı bilmek aklen vaciptir. Evet, ehl-i fetret bir peygambere ulaşamamış, onun irşadını dinleyememiş ve semavi bir kitabı okuyamamıştır. Bu sebeplerle, Allah’a iman onlara hükmen vacip olmuyor. Zira bu hükmü ona kimse tebliğ etmemiş. Ancak aklen vacip oluyor. Çünkü İmam Mâtürîdî’ye göre, akıl Allah’ı tek başına bulabilecek kabiliyettedir. Eğer bulmazsa, aklen vacip olan bu hükmü terk ettiği için mesuldür.
Şimdi de bir şeyin “hem hükmen hem de aklen vacip olması” üzerine konuşalım:
Bir şeyin hem hükmen hem de aklen vacip olması, hükmünün hem Kur’an ve sünnette geçmesi hem de aklın onu iktiza edip, o ibadeti keşfedilebilmesidir.
İşte şükür hem hükmen hem de aklen vacip olan bir ibadettir. Hem ayet ve hadislerle hem de aklın iktizasıyla vaciptir. Buradaki “vacip” ifadesi “gereklidir” manasındadır. Yani akıl şükrün gereğini keşfedebilir ve nimetlere bakarak bu nimetlerin verilme gayesinin şükür olduğunu anlayabilir.
Dilerseniz, ben kendimden bir örnekle meseleyi biraz açayım:
Kızım küçük iken, eve gelirken bazen ona vermek niyetiyle çikolata alırdım. Eve geldiğimde kızım uykuda ise çikolatayı dolaba koymaz ve saklardım. Çünkü çikolatayı uyanınca kendisinin bulmasını istemez ve ertesi gün ona kendi elimle vermek isterdim.
Böyle yapmamın sebebi şu idi: Kızımın çikolatayı benden bilmesini ister ve alınca bana sarılıp öpmesini beklerdim. Çikolatayı başkasından bilmesine gönlüm razı olmazdı.
Şimdi, bu hadiseyi bir vâhid-i kıyasî yapalım:
Ben bu çikolatayı kızıma verdiğimde benden bilmesini istiyor; bunun için elimle ona veriyorum. Kızımın da buna karşılık bana sarılmasını ve teşekkürünü bekliyorum.
Ben bir çikolatadan bu karşılığı bekliyor ve bunu istiyorsam, Allahu Teâlâ da bütün nimetlerinin kendisinden bilinmesini ve şükrün sadece kendisine yapılmasını ister. Bu sebeple şirke bu kadar gazap ediyor ve bu sebeple Kur’an’da onlarca ayette “Nimetin sahibi benim.” diyor.
Şimdi, ben faraza ehl-i fetret olup, hiçbir peygambere ulaşmamış olsaydım, sadece aklımı kullanarak Allah’ın benden şükür istediğini keşfedebilirdim. Çünkü ben basit bir çikolataya mukabil teşekkür istiyorum.
— Ben bunu isterken, nasıl olur da şu zemini bir sofra ve baharı bu sofraya bir gül destesi yapan Allahu Teâla, bu nimetlerine mukabil bizden şükür istemesin!
Demek, şükür hem hükmen hem de aklen vaciptir. Hükmü Kur’an ve hadislerde geçmiş; akıl da bu hükmü tek başına keşfetmiştir. Vacibin terki haram olduğu için, şükrün terki hem hükmen hem de aklen haramdır. Akıl haram olduğunu tek başına keşfedebilir.
Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Allah’a emanet olun.
Yazar: Sinan Yılmaz