a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular1. Risale-i Nurlar şerh ve izah edilebilir mi?

1. Risale-i Nurlar şerh ve izah edilebilir mi?

Risale-i Nur talebeleri arasında “Risaleler şerh ve izah edilebilir mi?” konusu öteden beri hep bir münakaşa meselesi olmuştur. Aslında münakaşaya hiç gerek yok. Dileyen izah etsin, dileyen etmesin. Kim izahlı bir dersi arzu ediyorsa izah edilen yere gitsin. Kim de izahsız bir dersi arzu ediyorsa izah edilmeyen yere gitsin. Bunda kavgaya ve münakaşaya ne gerek var?

Lakin insan öyle bir varlıktır ki bir delikten girse, ister ki bütün âlem o delikten girsin. Bir yola süluk etse, ister ki bütün âlem o yolda yürüsün. Hâlbuki fıtratlar farklı, mizaçlar farklı, istifade yolları farklı. Bu kadar farklılık içinde tek bir yoldan gitmek mümkün değil…

Mesele şudur: Risale-i Nurlar şerh edilebilir mi yoksa şerh ve izah yasak mıdır?

Bir mesele ya ilimle kabul edilir ya da ilimle reddedilir. “Bana göre, zannımca, bence” gibi ifadelerin hakikatte hiçbir kıymeti yoktur. Eğer biz, “Risaleler şerh edilebilir mi?” sorusunun cevabını doğru bir şekilde öğrenmek istiyorsak bu soruyu kendi fikrimize veya nefsimize değil, bu eserlerin müellifi olan zata sormalıyız ve cevabı ondan almalıyız. Zira madem bu eserlerin bir müellifi var; elbette bu eserler hakkında tasarruf yetkisi ona aittir. Eğer o “İzah edilebilir.” derse şerh ve izah serbesttir. Yok, “İzah edilemez, izaha ruhsat yoktur.” derse o zaman da şerh ve izah yasaktır. Yani bu konuda söz hakkı Üstad Hazretlerine aittir.

O hâlde bizler bu sorunun cevabını bulmak için Üstadımıza müracaat ediyor ve Külliyatının kapısını çalıyoruz. Şimdi, Üstadımızın mezkûr soruya verdiği cevapları mütalaa edelim:

BİRİNCİ CEVAP

Üstadımız 21. Lem’a’da şöyle diyor:

— Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim hakikatli bir âlimi olabilir.

Şimdi, metne bakarak soralım:

— Bu zamanın mühim hakikatli bir âlimi olmak için ne yapmak lazımmış?

Elcevab: Risale-i Nurları bir sene okumak lazımmış.

— Peki, nasıl okumak lazımmış?

Elcevab: Anlayarak ve kabul ederek.

Demek, anlamadan okumakla mühim hakikatli bir âlim olunamıyor. Bir sene zarfında mühim hakikatli bir âlim olmak için anlayarak okumak gerekiyor. Eğer anlamanın bir kıymetiharbiyesi olmasaydı Üstad Hazretleri “anlamayı” zikretmez ve “mühim hakikatli bir âlim” olmaya anlamayı şart yapmazdı.

Şimdi sorumuz şu:

— “Ben okuyorum, anlamaya da çalışıyorum ama bir türlü anlayamıyorum.” diyen birisi ne yapacak?

Yapacağı tek bir şey var: Anlayan zatlardan dinleyecek, öğrenecek ve Risaleler kendisine açılıncaya kadar onların şerh ve izahlarına ehemmiyet verecek.

Hülasa: “Risaleleri anlamadan oku.” demek, Üstadımızın mezkûr beyanına zıttır ve anlamadan okuyanlar asla mühim hakikatli bir âlim olamazlar.

İKİNCİ CEVAP

Üstadımız 29. Mektup’ta şöyle diyor:

— Bu durûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.

Üstadımız bu beyanıyla Risale-i Nur talebesinin vazifesini tayin etmekte ve sorumuzun cevabını vermektedir. Üstadımızın beyanına göre, Risale-i Nur talebesinin üç vazifesi vardır:

Birinci vazife: Sözlerin yani Risale-i Nurların şerhidir.

Şerh: Açmak, açıklamak, bir yazıyı veya konuşmayı daha kolay anlaşılması için izah etmek, kapalı ve müşkil bir makaleyi açıklamak demektir.

Risale-i Nurları şerh etmek demek, Risalelerde geçen kapalı bölümleri açıklamak demektir. Bu, Üstadımızın talebelerine yüklediği bir vazifedir.

İkinci vazife: Risale-i Nurların izahıdır.

İzah: Açıklamak ve bir şeyi daha anlaşılır hâlde söylemektir. Bu vazifeyi de Üstad Hazretleri talebelerine yüklemiş ve mezkûr beyanıyla bunu açıkça ifade etmiştir.

Üçüncü vazife: Tanzimdir.

Tanzim: Düzenlemek, tertip etmek, sıralamak demektir. Risaleleri tanzimden maksat, aynı konuların işlendiği bölümleri bir yerde toplamaktır.

Netice olarak deriz ki: Madem Üstad Hazretleri mezkûr ifadesiyle Risale-i Nur talebelerini şerh, izah ve tanzim vazifesiyle tavzif etmiştir. O hâlde başkasının bu hususta bir sözü ve görüşü olamaz; olsa da itibar edilmez ve kıymet verilmez. Risaleler şerh ve izah edilebilir hatta ehli tarafından edilmelidir.

ÜÇÜNCÜ CEVAP

Üstad Hazretleri Barla ve Kastamonu Lahikası’nda şöyle diyor:

— Zannederim ki hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiyeyle ve neşir ve talimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şua’nın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.

Üstadımız bu beyanıyla Risale-i Nurların şerh edilebileceğini hatta edilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuş. Üstadımızın mezkûr ifadesiyle Risale-i Nur talebelerine yüklediği vazifeler şunlardır:

Birinci vazife: Şerh etmektir.

Şerh: Açmak, açıklamak, bir yazı veya konuşmayı daha kolay anlaşılması için izah etmek, kapalı ve müşkil bir makaleyi açıklamaktır.

İkinci vazife: İzah etmektir.

İzah: Açıklamak ve bir şeyi daha anlaşılır hâlde söylemektir.

Üçüncü vazife: Tekmildir.

Tekmil: Tamamlamak, kemale erdirmek ve eksiksiz hâle getirmektir.

Dördüncü vazife: Tahşiyedir.

Tahşiye: Haşiye ve dipnot yazmaktır.

Beşinci vazife: Neşirdir.

Neşir: Risale-i Nurları yaymak ve susamış gönüllere ulaştırmaktır.

Altıncı vazife: Talimdir.

Talim: Öğretmek ve yetiştirmektir.

Yedinci vazife: Tanzimdir.

Tanzim: Düzenlemek, tertip etmek ve sıralamaktır.

Sekizinci vazife: Tertiptir.

Tertip: Dizmek, sıralamak ve düzene koymaktır.

Dokuzuncu vazife: Tashihtir.

Tashih: Düzeltmek, daha iyi ve daha doğru hâle getirmektir.

Üstad Hazretleri mezkûr ifadesiyle şerh ve izah vazifesini talebelerine yüklemiştir. Hâl böyle iken, “Risaleleri şerh ve izah etmek yasaktır.” demek, Üstadımızın sözüne muhalefet etmek ve vazifelendirmesini reddetmek demektir.

DÖRDÜNCÜ CEVAP

Üstad Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda şöyle diyor:

— Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lazımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz.

Şimdi Üstadımızın bu sözünü tahlil edelim:

— Üstadımız neyi emrediyor?

Elcevab: Her yerde bir medrese açılmasını.

— Bu emrin hikmeti olarak neyi göstermiş?

Elcevab: Herkesin her meseleyi tam anlayamamasını.

— O hâlde medresede ne yapılacak?

Elcevab: Anlayan ağabeyler anlayamayanlara meseleyi izah ve şerh edecek.

İşte medreselerin açılış gayesi budur. Meseleyi derinlemesine anlayabilenlerin anlayamayanlara meseleyi şerh ve izah etmesidir. Acaba “Risale-i Nur şerh edilemez, izah edilmeden okunmalı; herkes hissesini alır.” diyenler bu ifadeleri hiç görmüyorlar mı?

BEŞİNCİ CEVAP

Üstadımız İkinci Şua’nın başında şöyle diyor:

— Bu risale benim nazarımda çok mühimdir. Çünkü içinde çok mühim ve ince olan esrar-ı imaniye inkişaf ediyor. Bu risaleyi ANLAYARAK OKUYAN adam imanını kurtarır inşallah.

Şimdi, metne bakarak soruyoruz:

— İkinci Şua’yı hangi usulle okuyan imanını kurtarır?

Elcevab: Anlayarak okuyan.

— Peki, anlamadan okursak ne olur?

Elcevab: “Bu risaleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır.” cümlesinin mana-yı muhalifi, “Anlamadan okuyan imanını kurtaramaz.” şeklindedir. Zira anlayarak okumak, imanı kurtarmaya şart yapılmıştır. Eğer anlayarak okumanın bir önemi olmasaydı ve anlamadan okumakla aynı netice hasıl olsaydı böyle bir şart koşulmazdı.

Şimdi en önemli soruyu soruyoruz:

— Bir kimse, çok derin hakikatlerin işlendiği İkinci Şua’yı anlayamasa ne yapacak?

Bu sorunun iki cevabı vardır: Ya anlamadan okumaya devam edecek ya da anlayan birisi ona şerh ve izah edecek. Başka bir yol yok!

Anlamadan okumaya -Üstadımızın mezkûr beyanıyla- ruhsat yok. Zira imanı kurtarma, anlayarak okuma şartına bağlanmış. Bu durumda, geriye tek bir yol kalır ki o da anlayan birisinin şerh ve izah etmesidir.

İzaha karşı çıkanlara, Üstadımızın mezkûr beyanını bir daha okumasını tavsiye ediyoruz.

ALTINCI CEVAP

Üstad Hazretleri Yirmi Beşinci Söz’ün girişinde şöyle diyor:

— Her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez.

Üstadımız bu beyanında, anlamayı istifade etmenin şartı olarak zikrediyor. O hâlde şöyle sorsak:

— Anlamayan ne yapamaz?

Elcevab: İstifade edemez.

— İstifade etmek için ne yapmak lazım?

Elcevab: Evvela anlamak lazım.

Madem anlamayanlar istifade edemiyor ve istifade etmek için anlamak lazım, bu durumda, okudukları hâlde anlamayanlar ne yapacaklar?

Ya anlamadan okumaya devam edecekler. Bu durumda da -Üstadımızın ifadesiyle- istifade edemeyecekler. Ya da anlayan birisine soracaklar. Birisine sormak da ya yanına gidip ibareyi göstermekle, ya o bahsin izah edildiği videoyu seyretmekle, ya da o meselenin izahını okumakla olur ki bunların hepsi de şerh ve izahtır.

Sözün özü: Anlamadan okumakla hakkıyla istifade edilemez. Şerh ve izah, istifadenin anahtarıdır.

YEDİNCİ CEVAP

Üstad Hazretleri On İkinci Mektup’ta şöyle diyor:

Yalnız, kader ve cüz’î ihtiyarîye ait Yirmi Altıncı Söz hatırıma gelmemişti, size söylememiştim. Ona da bakınız; fakat gazete gibi okumayınız.

Üstadımız bu ifadesiyle, Risale-i Nurların nasıl okunması gerektiğini beyan buyurmuş. Bu ifade çok önemlidir. Zira Risalelerden istifade etmenin püf noktası burada gizlenmiştir. Şöyle ki:

Üstad Hazretleri, Risalelerin gazete gibi okunmaması gerektiğini beyan buyurmuş. O hâlde şu sorunun cevabını bulmamız gerekir: Gazete nasıl okunur?

Bu sorunun cevabını bulmalı ve o tarz ile Risaleleri okumamalıyız.

Gazete üstün körü okunur. Okurken anlaşılır ancak yazıları tefekkür edilmez.

Şimdi şuna dikkat edelim: Üstadımız Risaleleri gazete gibi okumaktan bile menetmiş. Hâlbuki gazete, okurken anlaşılır. Demek, sadece anlamak bile yetmiyor. Üstadımız meselelerin derinden derine tefekkür edilmesini istiyor.

— Acaba anlaşılır bir tarzda -tefekkür edilmeden- okumak bile yasaklanmışsa, anlamadan okumak nasıl serbest ve faydalı olabilir?

Maalesef Risale-i Nur talebelerinin birçoğu eserleri anlamadan okumakta ve niçin anlamaya çalışmadığı sorulduğunda, “Anlamasam da latifelerim hissesini alır.” demektedir. İyi de latifelerin hissesinden önce akıl ve kalp hissesini alsa daha iyi değil mi?

SEKİZİNCİ CEVAP

Üstad Hazretleri Kastamonu Lahikası’nda şöyle diyor:

— Madem hakikat budur, Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofi meşrep zatlar onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek…

Şimdi metni tahlil edelim:

— Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikattan ne isteniyor?

Elcevab: Risale-i Nur dairesine girmeleri isteniyor.

— Risale-i Nur dairesi içinde ne yapmaları istenmiş?

Elcevab: Eski sermayeleri ile ona kuvvet vermeleri istenmiş.

— Peki, eski sermaye ile Risale-i Nurlara kuvvet vermek ne demek?

İşte cevabını bulmak zorunda olduğumuz soru bu…

Eski sermayeden maksat, onların daha evvel tahsil ettikleri ilim ve edindikleri bilgilerdir.

— Peki, bu ilim ve bilgilerle Risale-i Nurlara nasıl kuvvet verecekler?

Aklınıza Risale-i Nurları şerh ve izah etmekten başka bir şey geliyor mu? Elbette gelmez ve gelemez. Eğer Risaleleri şerh ve izah etmek yasak olsaydı, Üstadımız “Eski sermayeleriyle Risale-i Nur’a kuvvet versinler.” demez; “Eski sermayelerini unutsunlar; onu bir kenara koysunlar.” derdi. Madem böyle dememiş, o hâlde bu ifade ispat eder ki Risale-i Nurlar şerh edilebilir hatta edilmelidir.

DOKUZUNCU CEVAP

Üstad Hazretleri On Dokuzuncu Mektup’ta Efendimiz (a.s.m.) hakkında şöyle diyor:

— Bütün ahlak-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye malikti. Şu mucize-i ekberi Allâme-i Mağrib Kadı İyaz’ın Şifâ-i Şerif’ine havale ediyoruz. Elhak, o zat o mucize-i ahlak-ı hamîdeyi pek güzel beyan edip ispat etmiştir.

Üstadımız, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın güzel ahlakından bahsediyor. Onun ahlakının bir mucize-i ekber (büyük bir mucize) olduğunu söylüyor; ancak güzel ahlakına dair bir misal vermiyor. Meselenin tahlilini Kadı İyaz’ın Şifâ-i Şerif eserine havale ediyor ve Şifâ-i Şerif’i mezkûr delilin şerhi olarak gösteriyor.

Şimdi sorumuz şu: Çoğumuzun Şifâ-i Şerif’i okumaya vakti yok hatta ilgisi yok. Şifâ-i Şerif’i okumuş ve tahlil etmiş ehl-i ilim bir ağabey, Üstadımızın mezkûr cümlesini okuduktan sonra bize Şifâ-i Şerif’ten bir iki misal nakletse, hiç duymadığımız bir iki misalle Peygamberimizin güzel ahlakını gösterse bu kötü müdür?

Üstadımız zaten meseleyi Şifâ-i Şerif’e havale ediyor. “Bu cümlenin izahı için Şifâ-i Şerif’i okuyun.” diyor. Hâl böyle iken, “Yok, Peygamberimizin güzel ahlakına dair misal veremezsin.” demek, Üstadımızın mezkûr beyanına ve akla muhalefettir.

ONUNCU CEVAP

Üstadımız Kastamonu Lahikası’nda talebelerine şöyle diyor:

— Yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimât-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur.

Üstadımız bazı has talebelerine Risale-i Nurlarda geçen bazı tabiratı değiştirme yetkisi vermiş. Hatta “Değiştirseniz daha iyi olur.” diyerek değiştirilmesini nasihat etmiş.

Şimdi, biz bu metni gösterip, “Risaleler sadeleştirilsin.” demiyoruz. Çünkü bu yetki bazı has talebelere verilmiş olup Üstadımızın hayatta olduğu zamanla kayıtlıdır. Zira değiştirilen tabirat yine Üstad Hazretlerinin tashihinden geçmektedir. Bunlar şu anda mümkün olmadığına göre, Risalelerde sadeleştirilme yapılamaz.

— Peki, şerh ve izah yapılabilir mi?

Üstadımızın beyanını tahlil ederek sorumuzun cevabını bulalım:

— Üstadımız ne yapmış ve ne yapılmasını tavsiye etmiş?

Elcevab: Yirmi sene önce yazdığı bazı Risalelerdeki Arapça kelimeleri değiştirmiş. Talebelerinden de değiştirmelerini istemiş.

— Bunu niçin yapmış ve talebelerinden bunu niçin istiyor?

Elcevab: Üstadımız diyor ki: “Yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe aynı değil. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur.” Bu sebeple, eski zamanın tabiratını bilmeyen gençlere kolaylık olsun diye bazı kelimeleri değiştirmiş ve değiştirilmesini nasihat etmiş?

— Peki, yirmi senede değişen Türkçe yüz senede değişmemiş mi? Risalelerdeki Türkçe ile şu anda konuşulan Türkçe aynı mı?

Elcevab: Aynı değil. Hatta belki yüzde doksanı değişmiş.

— Peki, biz durumda ne yapacağız? “Al kardeşim, anlamadan oku.” mu diyeceğiz?

Ama Üstad Hazretleri böyle dememiş. Bilakis anlaşılması için kelimelerin değiştirilmesi gerektiğini söylemiş. Biz kelimeleri değiştiremiyoruz, böyle bir hakkımız yok. Eğer şerh ve izah da etmezsek bu eserlerin yazılış hikmeti kaybolmaz mı?

Üstadımızın mektubundan anlıyoruz ki: Bu eserlerin yazılış gayesinin tahakkuku anlaşılmasına bağlıdır. Bu sebeple, Üstadımız kelimelerin değiştirilmesine bile izin veriyor. Hâlbuki aradan sadece yirmi sene geçmiş. Şimdi ise aradan seksen-yüz sene geçmiş ki kelimeler tamamen değişmiş, tabirat tamamen başkalaşmış. Bu sebeple, şerh ve izah neredeyse bir zorunluluk hâlini almış.

ON BİRİNCİ CEVAP

Üstad Hazretleri On Birinci Söz’de şöyle diyor:

— Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan ibaret kalır.

Şimdi Üstadımızın bu sözünü tahlil edelim:

— Bir kitap niçin yazılır?

Elcevab: Manası için.

— Manası anlaşılmayan bir kitap ne hükmündedir?

Elcevab: Manasız bir kâğıt hükmündedir.

— Kitabı manasızlıktan kurtarmak için ne yapılması gerekir?

Elcevab: Bir muallim vasıtasıyla manalarının ders verilmesi gerekir.

Şimdi asıl sorumuz şu:

— Risale-i Nurları okuyanlar okuduklarını anlayabiliyorlar mı?

— Ya da mananın kaçta kaçını anlayabiliyorlar?

Ya da isim verip sorsak:

— İşârâtü’l-İ’caz tefsirini kaç kişi anlayabiliyor?

— Muhakemat’ı kaç kişi anlayabiliyor?

— Nokta Risalesi’ni kaç kişi anlayabiliyor?

— Kader risalesindeki “Cüz’î irade” meselesini kaç kişi anlayabiliyor?

Buraya yazabileceğimiz o kadar çok eser var ki…

Üstadımızın, “Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan ibaret kalır.” sözünü esas yaptığımızda, yukarıda sayılan ve daha sayamadığımız onlarca Risale manasız bir kâğıttan ibaret kalır ve kıymetsiz bir yaprak derekesine düşer.

— Peki, o Risaleleri manasız kâğıt olmaktan kurtarmak için ne yapmalıyız?

Elcevab: Bir muallim vasıtasıyla o Risaleleri şerh ve izah etmeliyiz.

Bunu kabul etmemek ve “Risaleler izah edilemez.” demek, Risale-i Nurların manasız bir kâğıt derekesine düşmesine razı olmak demektir ki hiçbir ehl-i insaf bunu kabul edemez.

Makam münasebetiyle şunu da izah etmek istiyoruz:

İzah ve şerhe karşı olanlar diyorlar ki: Anlamadan okusan da sevaptır.

Biz de onların bu sözüne karşı deriz ki: Eğer amaç sadece sevap kazanmak niyetiyle okumaksa hiçbir kitap bu manada Kur’an’a yetişemez. Sevap niyetiyle bir okuma yapılacaksa o zaman Kur’an okunmalı ve her harfine verilen en az on sevaptan istifade edilmeli. Risaleler sadece sevap kazanmak için okunmaz ve okunmamalı. Risale-i Nurları vird hükmünde kabul edip sadece sevap için okunan bir kitap derekesine indirmek, içindeki manaya karşı bir hürmetsizlik ve bir cinayettir!

ON İKİNCİ CEVAP

Üstad Hazretleri Onuncu Söz’de şöyle diyor:

— Kuran-ı Hakîm’in feyziyle ve Hâlık-ı Rahîm’in rahmetiyle, şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bin şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyâdına çalışmalıyız.

Üstadımızın bu sözü Haşir Risalesi’nin Hatimesinde geçmektedir. Malumdur ki Haşir Risalesi anlaşılması zor bir eserdir. Bu risaleyi anlamakta zorlanan ve belki de bu zorlanma sebebiyle okumaktan vazgeçenlere Üstadımız burada nasihat etmektedir.

Şimdi, bu nasihatte geçen cümleleri tahlil edelim:

— Risaleleri anlayamıyorsak okumaktan vaz mı geçmeliyiz?

Elcevab: Hayır, anladığımız kadarına memnun olmalıyız.

— Peki, anladığımız kadarı yeter mi?

Elcevab: Hayır, yetmez. Mütalaa ile istifademizin izdiyâdına yani artmasına çalışmalıyız.

Gördüğünüz gibi, Üstadımız “Anlamadan okuyun.” demiyor. Diyor ki: “Anlamadaki zorluk sizi küstürmesin. Anlayabildiğiniz kadarına memnun olun ama istifadenizi ziyadeleştirmek için daha fazla anlamaya çalışın. Eseri derinden derine mütalaa ederek istifadenizi ziyadeleştirin.”

Demek, anlamak önemli, sadece okumak yetmez; anlamadan tam istifade olmaz.

Üstadımız istifade için “anlama” şartını koymuş ve daha iyi anlayabilmek için de mütalaa yapmamızı tavsiye etmiş. O hâlde Risaleleri daha iyi anlayabilen ağabeyler, anlayamayan kardeşlere o eserdeki manaları ders vermeli ve onların mütalaasını kolaylaştırmalı.

ON ÜÇÜNCÜ CEVAP

Üstad Hazretleri Mesnevi-i Arabî’de şöyle diyor:

إن السعيد القديم كان اشتغاله أكثر بأعمق مسائل علمي الحكمة والحقيقة 

Şüphesiz Eski Said’in, hikmet ve hakikat ilimlerinin en derin meseleleriyle iştigali daha çok idi.

وكان يناظر مع عظماء العلماء في دقائق المسائلِ  

Ve âlimlerin büyükleri ile ince meseleler hakkında münazara ediyordu.

وكان يماشي في كتابته كل المماشاة مع درجات أفهام الطلبة المتدارسين منه الدروس العالية المدرسية  

Ve kitabetinde (eserlerini telifte) her daim, medreseye ait âli dersleri kendisinden ders okuyan talebelerin fehimlerinin dereceleri ile beraber yürüyordu (yani onların fehimlerine göre yazıyordu).

وكان في ترقياته الفكرية وسنوحاته القلبية يشير إلى الطلوعات والفيوضات بأدق عبارات وأقصر جمل لا يفهمها إلا هو والراسخون في العلم يظهرون العجز عن إدراكها 

Ve fikrî terakkiyatında ve kalbî sunuhatında, kalbe gelen ilhamlara ve feyizlere, en ince ibarelerle ve en kısa cümlelerle işaret ediyordu; onu ondan başkası anlamıyordu. İlimde râsih olanlar da onu idrakten aczlerini izhar ediyorlardı. (Mesnevi-i Arabî, Mukaddime)

İlk önce metin üzerinde biraz tahlil yapalım:

Üstad Hazretleri, Mesnevi-i Arabî’nin anlaşılmasındaki güçlüğün bir kısım esbabını sayıyor. Bu esbabı maddeleyecek olursak:

1. Üstad Hazretleri Eski Said dönemindeki eserlerini telif ederken, kendisi hikmet ve hakikat ilimlerinin en ince meseleleriyle meşgul idi. Bu ince meselelerle meşguliyet elbette telif ettiği eserlerin üslubuna yansıdı, bu da ibareleri zorlaştırdı.

2. Üstadımız bu eserlerin telifi hengâmında âlimlerin büyükleriyle ince meseleleri münazara ediyor ve bu meseleleri o âlimlere -onların seviyesine göre- anlatıyordu. Elbette bu hâl eserlerin telifinde üsluba yansıdı ve Üstadımız o âlimlerle konuştuğu gibi eserlerini telif etti. Bu da anlamayı güçleştirdi.

3. Üstad Hazretleri bu eserleri ümmet-i Muhammed’in evlatları için değil, kendi talebeleri için yazıyor; yazarken de onların anlayışını esas alıyordu. Talebeleri zeki olduğu için de ibareleri hafifletmiyor, meseleyi mücmel bir hâlde bırakıyordu. Bu da eserin işkâline sebep oldu.

4. Üstadımız fikrî terakkiyatında ve kalbî sunuhatında, kalbine gelen ilhamlara ve feyizlere, en ince ibarelerle ve en kısa cümlelerle işaret ediyordu. Bu işaretler hakikati izah etmek için değil, belki kaybetmemek içindi. Bu da ibarelerin kısalığına ve dolayısıyla eserin işkâline sebep oldu.

Bütün bu sebeplerden dolayı, değil avam bir mümin, bir âlim bile bu eserleri tam manasıyla anlayamamakta ve ilimde râsih olanlar dahi idrakten aczlerini izhar etmektedir.

Bu izahtan sonra, şimdi geldik meselemize:

Üstad Hazretleri diyor ki: “…kalbe gelen ilhamlara ve feyizlere, en ince ibarelerle ve en kısa cümlelerle işaret ediyordu; onu ondan başkası anlamıyordu. İlimde râsih olanlar da onu idrakten aczlerini izhar ediyorlardı.”

Sorumuz şu:

— İlimde râsih olanların dahi anlamaktan âciz kaldığı bazı eserleri bu zamanın gençliği nasıl anlayacak?

— Risalelerdeki bu ince ibareleri ve kısa cümleleri nasıl idrak edecek?

Eğer derseniz: Anlamasın, idrak etmesin; önemli değil.

O zaman biz de deriz ki: Bu eserler bu kadar kıymetsiz midir ki anlaşılmasının bir önemi olmasın. Yani içlerinde hiç mi hakikat yok? Hiç mi ilmî mesele yok. Manasız şeyler midir?

“Risale-i Nurlar anlaşılmadan okunsun.” diyenler, Risale-i Nurları manasızlıkla ve kıymetsizlikle itham etmektedirler. Bilerek ya da bilmeyerek…

ON DÖRDÜNCÜ CEVAP

Üstad Hazretleri Yirmi Sekizinci Mektup’ta şöyle diyor:

— Üçüncü Misal: Burdurlu Hasan Efendi isminde ehl-i kalp bir ahiret kardeşim ve talebem vardı. Bana karşı haddimden çok fazla hüsnüzan ederek, büyük bir veliden himmet beklemek gibi biçare benden medet bekliyordu. Birdenbire hiç münasebet yokken, Otuz İkinci Söz’ü Burdur köylerinde oturan birisine mütalaa etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatırıma geldi, dedim: “Şayet Burdur’a gidersen Hasan Efendi’ye ver, beş altı gün mütalaa etsin.” O adam gitmiş, doğrudan doğruya Hasan Efendi’ye vermiş. Hasan Efendi’nin eceli otuz kırk gün kalmıştı. Gayet susamış bir adamın, âb-ı kevser gibi tatlı suya rast gelirken yapışması gibi; öyle de Otuz İkinci Söz’e yapışmış, mütemadiyen mütalaa yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, hususan Üçüncü Mevkıf’ındaki muhabbetullah bahsinde, tamamıyla derdine deva bulmuş ve bir kutb-u a’zamdan beklediği feyzi onda bulmuş. Sağlam olarak camiye gitmiş, namaz kılmış, orada ruhunu Rahman’a teslim eylemiş, rahmetullahi aleyh.

Hasan Efendi -Allah ona rahmet etsin- Otuz İkinci Söz’e yapışmış, mütemadiyen mütalaa etmiş, tefeyyüz etmiş, muhabbetullah bahsinde derdine deva bulmuş, kutb-u a’zamdan beklediği feyzi onda bulmuş.

Bu makamda sorumuz şu:

— Anlamadan okumak ile bunlar gerçekleşebilir mi?

300 kelime ile konuşan bir genç, 5.000 kelime ile yazılmış bir eseri mütalaa edebilir mi?

— Şer’î ilimlere dair hiçbir altyapısı olmayan bir genç, şer’î ilimlerden ibarelerin ve usul kaidelerinin olduğu bir eseri hakkıyla anlayabilir mi?

— Anlayamazsa -Hasan Efendi gibi- tefeyyüz edebilir mi? Derdine deva bulabilir mi?

Mütalaa etmek, tefeyyüz etmek, derdine deva bulup yaralarına merhem sürmek için evvela anlamak lazım.

— Peki, anlayamayan ne yapacak?

Ya bir anlayana soracak, onunla mütalaa edecek. Ya da bu nimetlerden mahrum olacak!

Hem bakın, Üstad Hazretleri, “Şayet Burdur’a gidersen Hasan Efendi’ye ver, beş altı gün mütalaa etsin.” diyor. “Okusun.” ya da “Anlamadan okusun.” demiyor. Okumak farklı, mütalaa etmek farklı. Üstadımızın istediği şey mütalaa.

— Üstad Hazretleri, gazete gibi okumamıza dahi razı değil iken, nasıl olur da anlamandan okumamıza razı olur?

ON BEŞİNCİ CEVAP

Bu cevapta, şerh ve izaha karşı çıkanlarla hayalî bir münazara yapacağız.

Onlara soruyoruz:

— Risale-i Nurlar anlaşılmalı mı yoksa anlaşılmasına bir gerek yok mu?

Bu soruya şu iki cevaptan birini verebilirler:

1. Anlaşılmasına gerek yok.

2. Elbette anlaşılmalı. Zira içinde çok kıymetli hakikatler var.

Eğer muhatabımız, “Anlaşılmasına gerek yok.” cevabını verirse ona deriz ki:

— Demek, senin nazarında Risale-i Nurların hiçbir kıymeti yok. Eğer sen Risalelerde bir kıymetin olduğunu kabul etseydin manaya önem verir, anlaşılması gerektiğine inanırdın. Sen cevabının lisan-ı hâliyle diyorsun ki: “Risaleleri anlasan da anlamasan da aynı. Anlamanın bir faydası olmaz. Bu sebeple, anlamaya çalışmaya hiç gerek yok, vird gibi oku gitsin.”

Sorumuza, “Anlaşılmasına gerek yok.” diyene bu cevabı verir, onunla daha fazla konuşmayız. Zira aklını çıkarıp atanla konuşmak beyhudedir.

Eğer sorumuza, “Elbette anlaşılmalı. Zira içinde çok kıymetli hakikatler var.” diye cevap verirse, bu sefer de ona şöyle deriz:

— Peki, Risale-i Nurları anlamanın yolu nedir? Bu kadar insan okuyor ama anlayamıyor. Ne yapsak da anlamanın yolunu açsak?

Eğer bize, “Okumaya devam et. Kendi kendine açılır.” derse, biz de ona deriz ki:

— Bak, ortada bu kadar okuyan var, hiçbirine tam açılmamış. Hatta benim 10 yıldır, 20 yıldır okuyan tanıdıklarım var, birçok risaleyi anlayamıyorlar; anladıkları yerleri de tam ihata edemiyorlar. Demek, senin önerdiğin yoldan gitmek mümkün değil. Zira gidenler ortada ve hâlleri ehline malum…

Bu durumda, Risale-i Nurların anlaşılması için geriye tek bir yol kalır ki o da anlayamadığımız yerleri ehlinden dinlemek ve öğrenmektir. Bu da ya video derslerle, ya şerh üzerine yazılmış kitaplarla ya da ehil kişilerden sohbetlerde dinlemekle hasıl olur. Hatta sadece ibareyi anlamakla da iş bitmez. Manayı enfüsi tefekkür ile ruha ve kalbe işletmek gerekir. Bunun başka bir yolu yoktur.

Bu yola karşı çıkanlar, Risalelerin anlaşılmasına karşı çıkmış olurlar. Bu durumda da onlar ile “Risale-i Nurların anlaşılmasına gerek yok.” diyenler arasında hiçbir fark kalmaz!

ON ALTINCI CEVAP

Bu cevaba “mantık ve iz’an delili” diyorum. Risalelerin izah edilmesine karşı çıkanların söylediği sözler şunlardır:

— Ya yanlış anlıyorsa?

— Anlattığı onun anladığıdır, Üstadımızın anlattığı değildir.

— İzah yapıldığında ifadelere bir kayıt gelir ve o geniş ifadeler küçülür.

Bu ve benzeri sözlerin temelinde Risaleleri yanlış veya eksik anlama mazereti vardır. Hâlbuki bu mazeret Kur’an ve hadis-i şerifler için de geçerlidir. Bugüne kadar binlerce müfessir kendi anlayışlarına göre Kur’an’ı tefsir etmiştir. Muhaddisler kendi fikir ve anlayışlarına göre hadisleri şerh etmiştir. Hatta bazen bir hadisi okuduğunuzda o hadis hakkında birbirine muhalif birçok izahı görürsünüz. Zaten mezheplerin ihtilafının bir sebebi de Kur’an ayetlerini ve hadisleri anlamadaki ihtilaftır.

Demek, Risale-i Nurların şerhi hususundaki yanlış anlaşılabilme mazereti, Kur’an ve hadis-i şerifler için de geçerlidir. Ancak bu mazeretten dolayı tefsir ve hadis şerhinden vazgeçilmemiş, ehli olanlar Kur’an’ı ve hadisleri şerh etmiştir.

Ayrıca Kur’an ve hadislere yanlış mana vermek mesuliyeti gerektiren bir iştir. Hâlbuki Risalelerdeki bir cümleye yanlış mana vermek mesuliyeti gerektirmez. Neticede tefekküri bir ibadet yapılmış ve günaha girilmemiş olur. Hâl böyle iken, nasıl oluyor da Kur’an ve hadis-i şerifler şerh ve izah edilebiliyor da Risale-i Nurlar edilemiyor? Bunu mantık ve iz’an kabul eder mi?

Risale-i Nurların izah edilmesine karşı çıkanlar şöyle bir söz daha söylüyorlar:

— Üstadımız diyor ki: “Risaletü’n-Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Müteferrik Risalelerdeki parçalar toplansa veya burhanlar cemedilse mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir.”

— Üstadımız bu beyanında, şerh ve izah olarak benzer konuların toplanmasını kastetmiştir. Yani Risaleyi Risale ile izah etmeye müsaade etmiştir. Kişilerin kendi görüşleriyle şerh ve izah yapmaları yasaktır…

İşte bazı kardeşlerimiz böyle diyor. Onlara göre şerh ve izahtan maksat sadece aynı konuların cemedilmesiymiş. Bu kardeşlerime şunu sormak istiyorum:

— Peki, o mesele Risale-i Nur’da izah edilmemişse ne olacak?

Sorumu biraz daha somutlaştırayım: Ben şimdi sizlere Risale-i Nur’dan bazı cümleler söyleyeceğim. İzaha karşı çıkan kardeşlerimiz bu cümlelerin Risalelerde geçen izahını bulup bize göstersinler.

– Cüz’î ihtiyarinin üssü’l-esası olan meyelan Maturidice bir emr-i itibaridir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. (Yirmi Altıncı Söz)

– Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. Hâlbuki o emr-i itibarî dediğimiz kesb-i insanî, bazen yapmak ve bazen yapmamaktadır. Eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa, tercih bilâ müreccih lazım gelir. Bu ise usul-u kelamın en mühim bir esasını hedmeder. (Yirmi Altıncı Söz)

– Mana-yı harfî kasdi hükümlere mahkûm-u aleyh olamaz ve o mana-yı harfînin inceliklerinde tedkikat yapılamaz. Fakat mânâ-yı ismî sâdık, kâzip her hükme mahal olur. (Mesnevi-i Nuriye, Şule)

– İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: İsm-i Zahir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor. Bunları birbirine karıştırıp mercilerini kaybetmek mahzurludur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre’nin Zeyli)

– Cenab-ı Hak bütün cüz ve cüz’îlerde sikke-i mahsusasını ve bütün küll ve küllîlerde has hatemini vazettiği gibi… (Mesnevi-i Nuriye, Lem’alar)

Cüz nedir? Cüz’î nedir? Küll nedir? Küllî nedir?

Daha bunlar gibi onlarca yer gösterebiliriz ki birçok cümlenin izahı Risale-i Nur’un diğer yerlerinde yapılmamıştır. Şimdi şunu soruyoruz:

— Önümüzde iki yol var. Ya bu cümleleri anlamadan okuyacağız ya da bilen biri bize izah edecek anlayacağız. Bu iki yoldan hangisi istifadelidir ve hangisi hikmete uygundur?

Kaldı ki anladığımızı zannettiğimiz yerleri bile ilmî birikimi olan bir ağabey izah ettiğinde anladığımız şeylerin çok ötesinde manalar inkişaf ediyor. En basit bir cümle olan “Bismillah her hayrın başıdır.” cümlesini bir hadis âlimi ağabey izah ettiğinde karşımıza bambaşka bir mana çıkıyor. Birikimi olan bir hadis âlimi ağabeyimizden bu cümlenin izahını dinlemekte ne sakınca var?

Kardeşlerim, zaman değişmiş, bahusus gençler Risale-i Nur’un dilinden çok uzak. Değil zor meseleleri, en basit yerleri dahi okuyup anlayamıyorlar; bunun için de okumuyorlar. Onların anlamasını ve okumasını sağlamak için birikimi olan bir ağabey cümleyi izah etse; aslını aynen muhafaza ederek önce aslını okusa, sonra Üstadımızın cümlesini şerh etse bunda ne sakınca var?

ON YEDİNCİ CEVAP

Şimdi de meseleye başka bir cihetten bakacağız:

Sorumuz şu:

— Doğru okuma metodu nedir?

Dilerseniz bu metodu Üstad Hazretlerinden öğrenelim. Şimdi Üstad Hazretlerinin şu hatırasını yavaş yavaş okuyalım. Sonra üzerinde tahlil yapacağız:

Bundan otuz sene evvel, Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi.  اَلْمَوْتُ حَقٌّ  kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî (r.a.)’ın Fütuhu’l-Gayb namındaki kitabıyla tefe’ül etti.

Tefe’ülde şu çıktı:  اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ  (Sen dâru’l-hikmettesin. Bir tabip ara, kalbini tedavi etsin.)

Aciptir ki o vakit ben Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiye azası idim. Güya ehl-i İslam’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Hâlbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvela kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.

İşte Hazreti Şeyh bana der ki: Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.

Ben dedim: Sen tabibim ol.

Tuttum, kendimi ona muhatap addederek o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.

Fakat sonra ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci Üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatını dinledim, çok istifaza ettim… (28. Mektup)

Şimdi, Üstad Hazretlerinin anlattıkları üzerine biraz tahlil yapalım:

Üstadımız, Şeyh-i Geylânî Hazretlerinin Fütuhu’l-Gayb namındaki kitabını okuyor.

— Peki, nasıl okuyor?

Nefsini ona muhatap addederek o kitabı kendisine hitap ediyor gibi okuyor. İşte istifadenin sırrı budur…

Eğer bizler de Risale-i Nurlardan istifade etmek istiyorsak kendimizi Risalelere muhatap addederek okumalıyız. Yani sanki Risaleler bizim için özel yazılmış ve sadece bize hitap ediyor. Sanki Üstad Hazretlerinin kapısını çalmışız da Üstad Hazretleri de kapıyı açmış, bizi içeriye buyur etmiş ve bize hususi bir ders yapıyor gibi okumalıyız. Okurken bu hâlet-i ruhiye içinde olmalıyız. Dinlerken de -okuyanı aradan çıkarıp- sanki Üstad Hazretleri anlatıyormuş gibi dinlemeliyiz.

Şimdi Üstadımızın şu sözlerine dikkat edelim:

Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.

Biz Fütuhu’l-Gayb kitabını elimize alsak birkaç günde bitiririz.

— Peki, Üstadımız niçin bitiremiyor?

— Niçin okumaya dayanamıyor?

— Niçin tahammül edemiyor?

— Ve bizler Risale-i Nurları okumaya nasıl tahammül ediyoruz?

Cevap şudur: Üstad Hazretlerinin okuma usulüyle bizim okuma usulümüz çok farklı. Üstad Hazretleri kendini kitaba muhatap yapıyor. Biz ise sanki Üstad Hazretleri başkasına konuşuyor da biz kulak misafiriymişiz gibi okuyoruz.

— Peki, kendimizi Üstad Hazretlerine muhatap addederek okumanın ya da dinlemenin birinci basamağı nedir?

Birinci basamağı okuduğumuzu anlamaktır.

— Okuduğumuzu anlamazsak kendimizi nasıl muhatap ittihaz edeceğiz?

Eğer kemal bulmak, nefsimizi tezkiye etmek, güzelleşmek, bu kazanda pişmek ve insan-ı kamil olmak istiyorsak, Üstadımızın derslerini nefsimizi muhatap kabul ederek okumalı ve gücümüz nispetinde amel etmeliyiz. Hakiki okuma, Üstadımızın Fütuhu’l-Gayb’ı okuduğu usulle okumadır. Risale-i Nurlar mutlaka bu metotla okunmalıdır. Bu usulle okumanın birinci basamağı da okuduğumuzu anlamaktır. Şerh ve izah ise bizi bu maksuda ulaştıracak bir vesiledir.

Baştan beri yaptığımız bütün bu izahlarla beraber, bizler kimsenin okuma usulüne ilişmiyor ve herkesi kendi tarzıyla baş başa bırakıyoruz. Her okuyana saygı duyuyor ve Allah katında bizden daha kıymetli ve daha makbul olduğuna inanıyoruz. Herkes dilediği gibi okuyabilir, herkesin tarzı başımızın üstünde. Sadece onlardan da bizim usulümüze ilişmemelerini bekliyoruz.

Ayrıca yaptığımız şerh ve izahlarda, “Son noktayı koyduk, buranın başka bir izahı yoktur.” gibi iddialarda bulunmuyoruz. Bizler, Risale-i Nurlarla yeni tanışmış, “Okuyorum ama bir türlü anlayamıyorum.” diyen, anlayamadığı için de Risale-i Nurlara lakayt kalan kardeşlerimize bir pencere açabilmek için böyle bir hizmete başlamış bulunuyoruz.

Yaptığımız şerh ve izahlar bizim o cümle ve metinden anladığımızdır. Eğer doğru anlamışsak bu, Rabbimizin ihsanıdır. Eğer yanlış veya eksik anlamışsak bu da bizim kusurumuzdur.

Cehlimize ve aczimize rağmen takatimizin bütün bütün fevkinde olan Risaleleri şerh etmek gibi büyük bir işe giriştik. Rabbimize cehlimizi ve aczimizi şefaatçi yapıyor ve bu yolu tamamlatmasını rahmetinden niyaz ediyoruz. Hidayet ve tevfik Allah’tandır!

Rabbimiz hepimize azami mertebede istifadeyi nasip etsin. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin