a
Ana Sayfa1-50 Arası Sorular15. Kur’an’ın kitab-ı âlemin tefsiri olup mahlûkata karşı Allah’ın hücceti olması.

15. Kur’an’ın kitab-ı âlemin tefsiri olup mahlûkata karşı Allah’ın hücceti olması.

Soru: Mesnevi-i Nuriye’de Kur’an hakkında şöyle deniliyor: Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlukata karşı Allah’ın hücceti olan Kur’an’dır.

Kur’an’ın âlemin tefsiri olmasını ve mahlukata karşı Allah’ın hücceti olmasını açıklar mısınız?

El-cevap: İlk önce Kur’an’ın kitab-ı âlemin tefsiri olmasını izah edelim:

Tefsir: Açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek demektir. Nasıl Kur’an’ın tefsirleri var, Kur’an ayetlerinin kapalı manalarını açıklamışlar; aynen bunun gibi, Kur’an da bir tefsir olmuş, kâinat kitabının manalarını açıklamış.

Üstadımız İşârâtü’l İ’caz’da Kur’an için, “Şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri…” diyor. Demek, Kur’an hem âlem-i gaybı hem de âlem-i şehadeti açıklamış.

Mesela âlem-i gaybtan olan cenneti açıklamış. İçindeki pınarlardan tutun tepsilerine kadar, ırmaklarından tutun köşk ve bahçelerine kadar, ehl-i cennetin elbiselerinden tutun sofralarındaki nimetlere kadar, her şeyi bize açıklamış.

Cenneti açıkladığı gibi, âlem-i gaybtan olan cehennemi de açıklamış. Ateşinin derecesinden tutun bekçilerine kadar, ehl-i cehennemin elbiselerinden tutun döşek ve sofralarına kadar, vuruldukları zincirin boyundan tutun cehennemin tabakalarına kadar, her şeyi bize açıklamış.

Yine âlem-i berzahtan tutun Arş ve Kürsî’ye kadar, mahşer meydanından tutun ehl-i cennet ve ehl-i cehennemin aralarındaki konuşmalara kadar, her şeyi bize açıklamış. Bize âlem-i gaybın haritasını çıkarmış. İşte bu manasıyla Kur’an âlem-i gaybın bir tefsiri olmuş.

Âlem-i şehadetin tefsiri olması meselesine gelince, bunun manası da şudur:

Kur’an kâinatın ve insanın yaratılışını açıklar; geçmiş ümmetlerin ahvallerini bildirir; güneşin dönüşünü yağmurun oluşumunu, yıldızların hareketini ve bunlar gibi daha birçok ilmî meseleyi izah eder. Bu cihetle de kâinatın bir müfessiri olur.

Yine Kur’an kâinat ve içindeki eşyaya mana-yı ismiyle değil, mana-yı harfi ile bakar; her şeyin Allah’a bakan yüzünü gösterip onda yazılan manayı şerh ve izah eder.

Kur’an’a göre, her bir mevcut şu kâinat kitabının bir ayetidir. Kuş bir ayettir, balık bir ayettir, ağaç bir ayettir ve her bir mahluk bir ayettir. Kur’an bu ayetlerin manasını izah etmiş ve kitab-ı âlemin müfessiri olmakla vasfedilmiştir.

Dilerseniz, meseleyi biraz daha somutlaştıralım:

— Mesela âlem kitabının bir ayeti olan ağacı Kur’an nasıl tefsir etmiş? Ağaca nasıl bakmış ve ağacın manasını nasıl izah etmiş?

Şimdi, bu konu üzerinde biraz tefekkür edelim:

1. Kur’an der ki:

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ  Bitkiler de ağaçlar da (Allah’a) secde ederler. (Rahman 6)

Yine der ki: (Bu bir secde ayetidir)   أَلَمْ تَرَ   Sen görmedin mi ki   أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ  وَمَنْ فِي الْأَرْضِ   yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’a secde ediyor.   وَالشَّمْسُ  Güneş de secde ediyor,   وَالْقَمَرُ  Ay da secde ediyor,   وَالنُّجُومُ  yıldızlar da secde ediyor,   وَالْجِبَالُ  dağlar da secde ediyor   وَالشَّجَرُ  ve ağaçlar da secde ediyor… (Hac 18)

Bu ayetler, şu âlem kitabının bir ayeti olan ağacın bir hâlini tefsir etti. Bizim başıboş ve vazifesiz zannettiğimiz ağaç Allah’a secde eden bir sâcid imiş.

2. Yine Kur’an diyor ki:

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ  (Allah’a ortak koştukları şeyler mi hayırlı) Yoksa gökleri ve yeryüzünü yaratan   وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً  ve size semadan su indiren mi daha hayırlı?   فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ   Biz o suyla güzel güzel bahçeler bitirdik.   مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنبِتُوا شَجَرَهَا  Siz o bahçenin bir ağacını bile bitiremezsiniz… (Neml 60)

Bu ayet diyor ki: Bir ağacı yaratmak için nihayetsiz bir kudrete ihtiyaç vardır. Her bir ağaç o kudret-i ezelînin bir şahididir. Her bir ağaç üstünde Allah’ın nihayetsiz Kadîr olduğu yazılmış. İşte Kur’an mezkûr ayetiyle bu yazıyı tefsir etmiş.

3. Yine Kur’an diyor ki:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ  Yedi sema O’nu tesbih eder,   وَالأَرْضُ  yeryüzü O’nu tesbih eder   وَمَن فِيهِنَّ   gökte ve yerde ne varsa her şey onu tesbih eder.  وَإِن مِن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ  Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin   وَلَكِن لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ  lakin siz onların tesbihini anlayamazsınız. (İsra 44)

Kur’an bu ayetiyle beyan etti ki her şey Allah’ı tesbih ediyormuş. Demek, benim odun parçası zannettiğim ağaç Allah’ın bir müsebbihi imiş, Allah’ı tesbih edermiş; bir zâkirmiş, Allah’ı zikredermiş.

4. Yine Kur’an diyor ki:

فَانظُرْ إِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ  Allah’ın rahmet eserlerine bakın,  كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا   ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor.  إِنَّ ذَلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَى  Şüphesiz ölüleri de böyle diriltecek. (Rum 50)

Ağaçların kışın gelince öldüğünü ve kurumuş iskeletler gibi kaldığını, bahar gelince de dirilip canlandığını görürüz. Bunun manası neymiş? Kur’an mezkûr ayetiyle bunun manasını bize tefsir etti ve dedi ki:

— Bu, ölümden sonra dirilmeye bir numunedir. Bu ağaç ve diğer bütün nebatatı Allah kışın öldürdü ve baharda tekrar diriltti. Ağacın kurumuş dallarına yapraklar dizdi ve çiçeklerle süsledi. Bu ağacı böyle dirilten zat elbette sizi de diriltecektir.

İşte Kur’an ağacın ölüp dirilmesindeki manayı böyle tefsir etti.

5. Yine Kur’an diyor ki:

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ   Sizin için ekinleri bitirir,  وَالزَّيْتُونَ  zeytini bitirir,   وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ  hurma ve üzümleri bitirir   وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ  ve her türlü meyveleri bitirir.  إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  İşte bunda, tefekkür eden bir kavim için bir ayet vardır. (Nahl 11)

Ağaçların dallarına takılan meyveler neymiş? Rabbimizin bizim için bitirdiği hediyelermiş. Ve ağaç, dallarındaki bu meyvelerle bir mütalaagâh imiş, tefekkürümüz için böyle süslenmiş ve ziynetlenmiş.

Meseleyi bir daha toparlayalım:

Kur’an’ın dersini dinlememiş bir insan için ağaç bir odun parçasıdır. Dallarındaki meyveler tesadüfün veya tabiatın işidir. Her kışta ölmesi ve baharda dirilmesi manasız boş bir iştir. Ona göre bu ağaç vazifesiz, hiç bir manası olmayan, sadece yakılacak bir kütüktür.

Kur’an ise dedi ki:

1. Bu ağaç bir sâciddir, Allah’a secde eder, O’nun kudreti karşısında eğilir.

2. Bu ağaç Allah’ın varlığına ve kudretinin sonsuzluğuna bir delildir. Bütün insanlar toplansa bu ağacı yapamaz. İnsanın yapamadığını tesadüf, tabiat ve esbab nasıl yapsın?

3. Bu ağaç Allah’ı tesbih eden bir müsebbih ve O’nu zikreden bir zâkirdir.

4. Bu ağaç, öldükten sonra dirilmeye bir numune ve bir delildir.

5. Bu ağacın dalları âdeta rahmetin bir elidir. Rahmet meyvelerini bize bu el ile uzatıyor.

6. Bu ağaç, tefekkür eden bir kavim için bir ayettir, bir mütalaagâhtır ve bir kitaptır.

Kur’an, ağacın bu manaları gibi daha onlarca manasını bize tefsir ediyor.

Bizim odun gözüyle baktığımız ağaca bir sâcid gözüyle, Allah’ın kudretinin ilancısı gözüyle, bir müsebbih gözüyle bakıyor. Hakiki manasını tefsir ediyor. Allah bu ağacı niçin yaratmış, niçin süslemiş, niçin vazifelerde çalıştırmış ve vakti geldiğinde niçin öldürmüş; bütün bu niçinlerin cevabını veriyor ve ağaç ayetinin sebeb-i hilkatini tefsir ediyor.

İşte Kur’an bu ağaç gibi, âlem kitabının bütün ayetlerinin manasını tefsir etmiş, lisan-ı hâl ile yaptıkları konuşmaları tercüme etmiş, üzerlerinde yazılan esmâ-i İlahiyeyi keşfetmiş, insanlar için her bir mevcudu bir ders-i ibret yapmış.

Kur’an’ın şu kitab-ı âlemin tefsiri olması üzerine saatlerce konuşulsa yine de azdır. Bu makam bu kadara müsaade etti deyip bu kapıyı kapatalım.

Kur’an’ın ikinci vasfı, mahlukata karşı Allah’ın hücceti olmasıydı. Bunun da manası şudur:

Mahşer günü Cenab-ı Hak insanlara: “Niçin bana iman etmediniz?” dediğinde, insanların: “Ya Rab, sen bize kitap ve peygamber göndermedin. Eğer kitaplar gönderip bize kendini bildirseydin, biz sana iman ederdik.” dememeleri için Cenab-ı Hak insanlara hem peygamberler hem de kitaplar göndermiştir.

Bu mana Kur’an’ın birçok ayetinde geçmektedir. Mesela Nisa suresinde şöyle buyrulmuş:

رُسُلاً مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ  Peygamberleri müjdeciler ve korkutucular olarak gönderdik ki   لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ  Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir hüccetleri -yani bahaneleri- kalmasın… (Nisa 165)

Yine Maide suresinde şöyle buyrulmuş:

Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada, size Resulümüz geldi. (Hakkı) size açıklıyor ki   أَنْ تَقُولُوا مَا جَاءَنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ  (Yarın kıyamet günü) “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.” demeyesiniz.  فَقَدْ جَاءكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ  Şüphesiz size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. (Maide 19)

Bu ayetlerin beyanıyla, hem peygamberlerin hem de kitapların gönderilmesinin bir sebebi, ins ve cinne karşı Allah’ın hücceti olmasıdır. Üstadımız burada, hüccet olmayla Peygamberimizi değil, Kur’an’ı vasfetti. Hakikatte her ikisi de hüccettir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin