7. Dördüncü Nükte: Bir zaman rabıta-i mevtten ve el-mevtü hakkun kaziyesindeki tasdikten…
11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Bir zaman rabıta-i mevtten ve اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenasından gelen bir hâlet-i ruhiyeden kendimi acib bir âlemde gördüm. Baktım ki ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin başında duruyorum. (11. Lem’a)
(Rabıta-i mevt: Ölümü düşünme / اَلْمَوْتُ حَقٌّ : Ölüm haktır / Kaziye: Hüküm / Zeval: Yok oluş / Fena: Ölüm)
Rabıta-i mevt: Ölümü düşünüp nefsi terbiye etmeye çalışmaktır. Üstad Hazretleri rabıta-i mevti çok ciddi bir şekilde yapmış ve ihlası muhafaza etmek için yapılmasını ısrarla tavsiye etmiştir.
İnsan rabıta-i mevte çalıştıkça âlem nazarında değişir, başka bir suret alır. Üstad Hazretleri de -artık nasıl bir rabıta-i mevt yapmışsa- kendisini bir cenaze hükmünde görüp, üç büyük cenazenin başında durduğunu hissetmiş.
Metne devam edelim:
Birisi: Benim hayatımla alakadar ve mazi kabrine giren zihayat mahlukatın heyet-i mecmuasının cenaze-i maneviyesi başında bir mezar taşı hükmündeyim. (11. Lem’a)
(Zihayat: Hayat sahibi / Heyet-i mecmua: Tüm, bütün)
Birinci cenaze Üstad Hazretlerinin hayatıyla alakadar olan insan ve diğer mahlukatın heyet-i mecmuasından oluşan bir cenaze-i maneviyeymiş. Yani Üstad Hazretlerinin annesi, babası, kardeşleri, akrabaları, talebeleri, dostları, tanıştığı görüştüğü diğer kişiler ve hayatına temas eden kediden köpeğe, tavuktan kuşa, bütün zihayatın oluşturduğu bir cenaze-i maneviye…
Üstadımız kendisini bu manevi cenazenin başında bir mezar taşı hükmünde görmüş.
İkinci cenaze de şu:
İkincisi: Küre-i arz mezaristanında, nev-i beşerin hayatıyla alakadar enva-ı zihayatın heyet-i mecmuasının mazi mezarına defnedilen azim cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karıncayım. (11. Lem’a)
(Küre-i arz: Yeryüzü / Enva-ı zihayat: Canlı çeşitleri ve nevleri / Heyet-i mecmua: Tüm, bütün)
İkinci cenaze Hz. Âdem’den o ana kadar yaşamış olan insanlardan ve diğer zihayattan mürekkep bir cenaze-i maneviye…
Yeryüzü bir kabristan olmuş; hem nev-i beşer hem de nev-i beşerin hayatıyla alakadar olan enva-i zihayat bu kabristanda gömülmüş. Dünya kaç dünyayı buraya boşaltmış, Allah bilir…
Bu asır da bu büyük cenazenin başında bir mezar taşı şeklinde Üstada gözükmüş. Kendisini de bu asrın mezar taşı üzerinde bir nokta ve bir karınca şeklinde görmüş. Çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karınca…
Üçüncü cenaze de şu:
Üçüncüsü: Şu kâinatın kıyamet vaktinde ölmesi muhakkaku’l-vuku olduğu için nazarımda vaki hükmüne geçti. (11. Lem’a)
(Muhakkaku’l-vuku: gerçekleşeceği muhakkak olan)
Üçüncü cenaze de kâinatın cenazesi…
– Birinci cenaze Üstad Hazretlerinin hayatına taalluk eden insan ve zihayattan oluşan bir cenaze-i maneviye idi.
– İkinci cenaze Hz. Âdem’den o ana kadar yaşamış olan bütün insan ve zihayattan oluşan ve yeryüzünü kabristan yapan bir cenaze-i maneviye idi. O ana kadar yaşamış bütün zihayat bu kabristanda gömülü idi.
– Üçüncü cenaze ise daha büyük. Bu cenazede mevta kâinat…
Kıyametin kopmasıyla kâinat dahi ölecek. Üstadımız istikbalde vukua gelecek bu hadiseyi vukua gelmeden önce iman gözüyle görüyor ve kâinatın ölümünü hayalen seyrediyor. Kıyametin bu hengâmında kendi hâlini de şöyle anlatıyor:
O azim cenazenin sekeratından dehşet ve vefatından beht ve hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkaku’l-vuku olan vefatım, o zaman vuku buluyor gibi göründü ve فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ sırrıyla bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatımla bana arkalarını çevirip beni terk ettiler, yalnız bıraktılar. Hadsiz bir deniz suretini alan ebed tarafındaki istikbale ruhum sevk ediliyordu. O denize ister istemez atılmak lazım geliyordu. (11. Lem’a)
(Azim: Büyük / Sekerat: Can çekişme anı / Beht: Şaşkınlık / Muhakkaku’l-vuku: Vukuu muhakkak olan / Mahbubat: Sevgililer / Ebed: Sonsuzluk)
( فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ ayetinin manası: Eğer onlar yüz çevirirlerse sen de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. O, büyük Arş’ın Rabbidir. (Tevbe 129))
Kıyamet kopuyor… Güneş dürülmüş, dağlar yürütülmüş, denizler kaynamış, yıldızlar düşüyor…
Üstad Hazretleri bu büyük cenazenin sekeratından dehşete düşmüş; kâinatın vefatındaki bu acip hâle şaşırmış, hayret içinde kalmış. Kendini de bu cenaze içinde görmüş. Sanki istikbalde vukua gelecek vefatı o zaman vukua geliyormuş gibi hissetmiş.
Bakmış ki bütün mevcudat ve mahbubat onu terk ediyor, yalnız bırakıyor. Sevdikleri elveda deyip sırtını dönüyor. Âdeta kâinat فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ “Eğer onlar senden yüz çevirirse…” ayetini okuyor. Yani her şey Üstad Hazretlerinden yüz çevirmekle bu ayetin manasını gösteriyor.
Ebed memleketi bir deniz şeklinde görünüyor. Ruhu da o denize sevk ediliyor. İster istemez o denize atılmak lazım geliyor.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
İşte o pek acib ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’an’dan gelen bir medetle فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ ayeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selametli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o ayetin içine girdi. (11. Lem’a)
(Medet: Yardım / Sürur: Neşe)
(Ayetin manası: Eğer onlar yüz çevirirlerse sen de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. O, büyük Arş’ın Rabbidir. (Tevbe 129))
Üstad Hazretleri mezkûr üç cenaze başında -bahusus bu son cenazede- pek acib ve hazin bir hâlde iken birden iman ve Kur’an’ın imdadına mazhar oluyor ve mezkûr ayet-i kerime Üstad Hazretlerine selametli bir gemi hükmüne geçiyor.
Hani ebed memleketi bir deniz şeklinde görünmüş ve ruhu da o denize sevk ediliyordu ya, işte bu denizde kendisini boğulmaktan kurtaracak selametli bir gemi buldu. Bu gemi فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ ayetinin mana-yı işarîsidir. Üstad Hazretleri bu ayetin manası içine girdi, kemal-i emniyet ve sürur buldu.
Mezkûr ayet-i kerimede Peygamberimiz (a.s.m)’a bir hitap vardır. Ona denilir ki:
فَاِنْ تَوَلَّوْا Eğer bütün insanlar senden yüz çevirse ve davetine icabet etmeyip seni yalnız bıraksa, فَقُلْ -sen hiç mahzun olma- ve de ki: حَسْبِىَ اللّٰهُ Allah bana yeter. Allah bana kâfidir. لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ Ben O’na tevekkül ettim. وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ O, büyük Arş’ın Rabbidir.
Ayetin mana-yı sarihi (açık manası) budur ve bu ayette Efendimiz (a.s.m.)’a bir teselli vardır.
Ayetlerin mana-yı sarihi olduğu gibi, bir de mana-yı işarîsi (işaretle ifade ettiği manası) vardır. Üstadımız ayetin mana-yı işarîsini kendine hitap ediyor şeklinde görmüş. Mesela فَاِنْ تَوَلَّوْا “Eğer bütün insanlar senden yüz çevirse…” ifadesini, “Ölüm ve kıyametle her şey ölür de seni yalnız bırakırlarsa…” şeklinde anlamış. Bununla da bir teselli bulmuş. Ayetin mana-yı işarîsi âdeta Üstad Hazretleri için bir sefine-i Rabbânî hükmüne geçmiş. Üstadımız kemal-i emniyetle ve sürurla bu ayetin manası içine girmiş.
Böyle kalbî derslerden tam istifade edebilmek için önce Üstad Hazretlerinin ruh hâlini iyi anlamalı, sonra da aynı elbiseyi giyerek hakikati hissetmeye çalışmalıyız. Eğer sadece okuyup geçersek tam istifade edemeyiz. Bu dediğimi yaptığınızda bana hak verecek ve “Evet, Risaleler böyle okunmalı.” diyeceksiniz.
Üstad Hazretlerinin nasıl bir manevi hâl içinde olduğunu yaptığımız mütalaa ile anladık. Şimdi, aynı hâli biz uzaktan uzağa hissetmeye çalışalım. Bunun için de şu basamakları uygulayalım:
1. Önce bütün sevdiklerimizi ve alakadar olduğumuz bütün zihayatı ölmüş ve kabristanda yatıyor vaziyetinde görelim. İşte hemen şurada annem-babam yatıyor… Şurada kardeşlerim, eşim ve evlatlarım… Şurada akrabalarım, dostlarım, tanıdıklarım… Şurada da sevdiğim kuşum, çiçeğim, kedim, köpeğim… Ben dahi bu kabristanın bir mezar taşı hükmündeyim.
İlk önce bu manayı kalbe ve ruha iyice yedirelim. Gözümüzü kapayıp dostlarımızın kabirlerini teker teker gezelim. Başlarında bir Fatiha okuyalım. Sonra sahne birden değişsin, kendimizi ikinci cenazenin başında görelim.
2. Bütün yeryüzü bir kabristan olmuş. Önceki kabristanın büyüklüğü belki bir ilçe kadardı. Zira insanın dost ve ahbabını bir ilçe belki de bir sokak büyüklüğündeki bir kabristan alır. Ama bu ikinci kabristan bir ilçe büyüklüğünde değil, yeryüzü büyüklüğünde… Haddizatında yeryüzünün kendisi bir kabristan olmuş.
— Acaba kaç dünya bu kabristana boşalmıştır?
Hz. Âdem’den bu ana kadar yaratılan bütün insanlar bu kabristanda yatıyor. Bu asır bu kabristanın bir mezar taşı olmuş. Önceki kabristanda biz mezar taşıydık. Bu kabristanda ise asrımız mezar taşı… Biz ise bu mezar taşı üzerinde bir nokta ve bir karıncayız. Çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karınca…
Bu hâli iyice tefekkür edelim. Ruhumuzun içten içe inlemesini işitelim. Sonra sahne yine değişsin. Kendimizi üçüncü cenaze içinde görelim.
3. Kâinat kıyamet ile ölüyor. Dağlar yürütülmüş, Güneş dürülmüş, yıldızlar düşüyor… Biz dahi sanki o zamandayız. Bütün eşya ile birlikte biz de ölüme gidiyoruz.
4. Sonra bütün mahlukatın bizi terk edişini ve hepsinin yokluğa düşüp kaybolduğunu düşünelim. Yapayalnız kaldık… Nerede dostlar, nerede sevgililer, nerede ahbaplar? Yalnızlığın, kimsesizliğin, sahipsizliğin hüznü içimizi doldurmuş. Zavallı bir biçare olarak yardım bekliyor; “el-Eman, el-Eman” diyoruz.
5. Bu perişan vaziyette iken birden فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ ayeti imdadımıza koşuyor. Âdeta Rahmanî bir gemi oluyor. Mezkûr ayetin mana-yı işarîsinden aldığımız dersle gönlümüz sürur buluyor. Var gücümüzle, bütün kâinata işittirecek bir seda ile niyaz ediyoruz:
— Ya Rab, madem sen varsın, sen her şeye bedelsin. Sen bana yetersin ve kâfisin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sana tevekkül ettim ve sana dayandım. Sen Arş-ı azîmin Rabbisin…
İşte bu beş basamaklı tefekkürü yapmalı ve Üstad Hazretlerinin hissettiği hâleti uzaktan uzağa hissetmeliyiz. Kalbî yerleri bu mantıkla okursak mananın boyasıyla boyanırız. Böyle bir okuma kalp ve ruhumuzda büyük ameliyatlar yapar ve sonunda bizi inşallah insan-ı kâmil makamına çıkarır.
Dersimizi burada tamamlayalım. Metnin devamında bu manalar daha da açılacak. Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
Dördüncü Nükte: Bir zaman rabıta-i mevtten ve اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenasından gelen bir hâlet-i ruhiyeden kendimi acib bir âlemde gördüm. Baktım ki ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin başında duruyorum.
Birisi: Benim hayatımla alakadar ve mazi kabrine giren zihayat mahlukatın heyet-i mecmuasının cenaze-i maneviyesi başında bir mezar taşı hükmündeyim.
İkincisi: Küre-i arz mezaristanında, nev-i beşerin hayatıyla alakadar enva-ı zihayatın heyet-i mecmuasının mazi mezarına defnedilen azîm cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karıncayım.
Üçüncüsü: Şu kâinatın kıyamet vaktinde ölmesi muhakkaku’l-vuku olduğu için nazarımda vaki hükmüne geçti.
O azîm cenazenin sekeratından dehşet ve vefatından beht ve hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkaku’l-vuku olan vefatım, o zaman vuku buluyor gibi göründü ve فَاِنْ تَوَلَّوْا … اِلٰى اٰخِرِ sırrıyla bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatımla bana arkalarını çevirip beni terk ettiler, yalnız bıraktılar. Hadsiz bir deniz suretini alan ebed tarafındaki istikbale ruhum sevk ediliyordu. O denize ister istemez atılmak lazım geliyordu.
İşte o pek acib ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’an’dan gelen bir medetle فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ ayeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selametli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o ayetin içine girdi. (11. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz