a
Ana SayfaOn Birinci Lem'a2. Birinci Nükte: Resul-ü Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş: Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse…

2. Birinci Nükte: Resul-ü Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş: Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse…

11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Birinci Nükte: Resul-ü Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş:  مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِي فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ  Yani “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” (11. Lem’a)

(Hadisin kaynağı: el-Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, I, 41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, VII, 282)

(Fesad-ı ümmet: Ümmetin fesadı / Temessük etmek: Yapışmak / Ecir: Sevap)

İşte bir hazine… Yüz şehit sevabı kazanabiliriz. Tek yapmamız gereken şey, Efendimiz (a.s.m.)’ın sünnetine yapışmak!

Bazı bedbahtlar Peygamberimizin sünnetini küçümsüyor, hadislerini inkâr ediyor. Bununla da bir kemal kazanacaklarını zannediyorlar. Bu kişilere deriz ki:

— Ey gafiller! Bakın ne kaybediyorsunuz? Yüz şehit sevabını kaybediyorsunuz. Bu kaybınızı neyle telafi edeceksiniz? Aklınızı başınıza alın, sünnete tabi olmanın kıymetini iyi anlayın!

Kardeşlerim, seven sevdiğine benzemeye çalışır. Bu, fıtratın kanunudur. Mesela birisi falan popçuyu sever, ona benzemeye çalışır. Onun gibi giyinir, onun gibi konuşur.

Birisi bir futbolcuyu sever, onun gibi topa vurmaya çalışır. Onun gibi koşar, ona benzer.

Kim kimi severse, ona benzemeye çalışır. Eğer biz Allah’ın Resulü (a.s.m.)’ı seviyorsak elbette ona benzemeye çalışacağız. Gücümüz ne kadarına yeterse… Ona benzemek de onun sünnetine tabi olmaktır!

Ben de biliyorum elbette bütün sünnetlerine tabi olmaya gücümüz yetmez. Ancak gücümüz yettiği kadarına tabi olmak, yetmeyen kısma da taraftar olmamız gerekir.

Haydi tamam, sünnetin hepsine tabi olmaya gücümüz yetmiyor.

— İyi de sevmeye de mi gücümüz yetmez?

— Taraftar olmaya da mı gücümüz yetmez?

— Kıymetini takdir etmeye de mi gücümüz yetmez?

Elbette bunlara gücümüz yeter.

Üstad Hazretleri şöyle devam ediyor:

Evet, sünnet-i seniyyeye ittiba mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilası zamanında sünnet-i seniyyeye ittiba etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında sünnet-i seniyyenin küçük bir adabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. (11. Lem’a)

(İttiba: Tabi olma / Fesad-ı ümmet: Ümmetin fesadı / Müraat etmek: Riayet etmek, uymak / İhsas: Hissettirme)

Üstadımız bu ifadesiyle insanları üç kısma ayırdı:

Birinci kısım: İslam’ın hâkim olduğu zamanda yaşayan insanlardır. Böyle bir zamanda ibadet etmek ve sünnete tabi olmak kolaydır. Zira herkes zaten namazını kılıyor, ibadetini yapıyor ve takva sahibi. Herkes birbirine lisan-ı hâlleriyle nasihat ediyor, sünneti ders veriyor.

Böyle bir zamanda sünnete tabi olmak yine kıymetlidir. Ancak böyle bir zamanda sünneti yaşamak kolay olduğu için sevabı daha azdır.

İkinci kısım: Bidatların istilası zamanında yaşayan insanlardır. Sünnet-i seniyye yok olmuş, yerlerini bidatlar almış. İşte böyle bir zamanda sünnete tabi olmak öncekinden daha kıymetlidir. Öncekinin sevabı bir ise bunun sevabı ondur.

Üçüncü kısım: Daha zor bir zamanda yaşayan insanlardır. Bu zamanı sadece bidatlar istila etmemiş, ümmet de fesada uğramış. Ümmet öyle fesada uğramış ki kendilerine âlim diyenler sünnet-i seniyyeye savaş açmış. Sünneti ders vereceklerine sünneti yok etmeye çalışıyorlar. Peygamberimize -hâşâ- postacı diyecek kadar ileri gitmişler. “O da bizim gibi bir beşerdir, biz onun sünnetine uymayız.” diyorlar.

Onların bu dersini dinleyen avam da onlara meyletmiş. Sünnete tabi olanlar küçümseniyor. Sünneti terk etmek bir kemal kabul edilmiş. Ümmet-i Muhammed, Peygamberlerinin sünnetini böyle terk etmiş; sünnetini küçümsemiş, hakaret etmiş.

İşte böyle bir zamanda sünnet-i seniyyeye tabi olana Allahu Teâlâ yüz şehit sevabı veriyor.

Üstadımız diyor ki: Hususan fesad-ı ümmet zamanında sünnet-i seniyyenin küçük bir adabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.

Yani böyle bir zamanda sünnete tabi olmak kişinin imanının ve takvasının kuvvetindendir. Bu ifadeyle anlayalım ki: Sünnetten yüz çevirenlerin hakiki imandan ve takvadan nasibi yoktur. Eğer biraz nasipleri olsaydı sünnete uyar, uyamadıkları kısma da taraftar olur ve severlerdi.

Şunu da ifade edelim: Bir kişi güneşten kaçsa, “Aman beni aydınlatmasın, ısıtmasın!” dese, güneşe ne zararı olacak? Zarar kendinedir; karanlıkta kalır, gündüzü kendisine gece yapar.

Aynen bunun gibi, birisi çıkıp, “Ben sünnete uymam, sünneti kabul de etmiyorum!” dese, Efendimiz (a.s.m.)’a ne zarar verecek? Zarar kendinedir ve sadece kendisi hüsrana uğrar. Yarın mahşer günü Efendimiz (a.s.m.)’ın yanına gittiğinde hangi yüzle ona bakacak? Ya da baksa, Peygamberimiz ona bakacak mı? Bunu bir düşünsün!

Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:

Birinci Nükte: Resul-ü Ekrem (a.s.m.) ferman etmiş:  مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِي فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ  Yani “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”

Evet, sünnet-i seniyyeye ittiba mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilası zamanında sünnet-i seniyyeye ittiba etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında sünnet-i seniyyenin küçük bir adabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. (11. Lem’a)

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin