28. Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın sünnet-i seniyyesinin membaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir…
11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
ON BİRİNCİ NÜKTE
ÜÇ MESELEDİR
Birinci Mesele: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyyesinin membaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. (11. Lem’a)
Akval “kavl” lafzının cem’idir (çoğuludur). Kavl, söz demektir. Sünnet-i seniyyenin birinci membaı Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın mübarek sözleridir.
Sünnetin ikinci membaı ise Peygamberimiz (a.s.m.)’ın ef’ali yani fiilleridir. Bilhassa ibadetlerin edasında ef’alî sünnete uymak zorundayız. Yani Peygamberimiz (a.s.m.) bir ibadeti nasıl eda etmişse bizler de o ibadeti aynı şekilde eda etmekle mükellefiz.
Sünnetin üçüncü membaı da Peygamberimiz (a.s.m.)’ın ahvali yani hâlleridir. Hâl, nitelenen zatın üzerinde bulunduğu sıfata denir. Burada ahvalden kasıt, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın ahlakına, zühdüne, takvasına vs. ait hâllerdir.
Sözün özü: Peygamberimiz (a.s.m.)’ın sözleri, fiilleri ve ahvali sünnet-i seniyyenin üç membaıdır.
Başka bir ifadeyle: Sünnet-i seniyye, bu üç membadan neb’an eder ve bu üç pınardan fışkırır.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir. (11. Lem’a)
Sünnet-i seniyyenin birinci kısmı “feraiz” kısmıdır. Farz ve vacip olan bütün ibadetler ve bu ibadetlerin eda edilme şekilleri sünnet-i seniyyenin feraiz kısmına dâhildir.
İkinci kısım “nevafil“dir. Nevafil “nafileler” demektir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın nafile olarak devam ettiği bütün ibadetler bu kısma girer. Nafile namazları, pazartesi ve perşembe oruçlarını, camide itikâfı, Kur’an okumayı vs. bu kısma örnek gösterebiliriz. Bu kısım da kendi içinde sünnet-i müekkede, sünnet-i gayr-ı müekkede ve müstehap gibi kısımlara ayrılır.
Üçüncü kısım, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın “âdât-ı hasenesi” yani güzel âdetleridir. Bunlar Efendimiz (a.s.m.)’ın yemesi, içmesi, oturması, uyuması gibi beşerî fiilleridir. Bunların her biri insanlar için güzel birer örnektir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Farz ve vacip kısmında ittibaa mecburiyet var. Terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. (11. Lem’a)
Sünnet-i seniyyenin farz ve vacip kısmına tabi olmak mutlak surette gereklidir. Farzın terki haram, vacibin terki ise tahrimen (harama yakın) mekruhtur. Farz ve vacibin terkinde azap ve ceza vardır. Bu kısma şunları örnek gösterebiliriz.
– Beş vakit namazı kılmak ve namazı Peygamberimizin kıldığı gibi kılmak,
– Namaz için abdest almak ve abdesti Peygamberimizin aldığı gibi almak,
– Ramazanda oruç tutmak ve orucu Peygamberimizin tuttuğu gibi tutmak,
– Kurban günlerinde kurban kesmek ve kurbanı Peygamberimizin kestiği gibi kesmek,
– Hac yapmak ve haccı Peygamberimizin yaptığı gibi yapmak,
– Ve diğer farz ve vacip ibadetleri eda etmek; eda ederken de Peygamberimizin eda ettiği gibi eda etmek kişiye farzdır yani mutlak surette gereklidir.
Bu kısım sünnet-i seniyye sadece ibadetle de sınırlı değildir. Miras taksimi, helaller, haramlar, cezalar ve hakkında açık nas bulunan bütün hükümler sünnetin bu kısmına dâhildir.
Sünnet-i seniyyenin bu kısmı muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Yani bunlar ayet ve hadislerle sabittir. Zaman bunları neshetmez ve değiştiremez. Mesela bir kimse diyemez ki:
— Artık namaz dört vakit olsun.
— Artık namazı abdestsiz kılalım.
— Kurban kesmek yerine parasını verelim.
— Hacca gideceğimize bu parayı fakirlere dağıtalım.
— Artık mirasta erkeğe iki hak, kadına bir hak değil; mirası eşit bölelim…
Bunlar gibi sözler sünnetin bu kısmı hakkında söylenemez. Söylense küfürdür ve kişiyi dinden çıkarır. Çünkü sünnetin bu kısmı farz ve vaciplerden oluşur ki bunlar da ayet ve hadislerle sabittir. Bunları inkâr etmek ya da küçümsemek, ayeti ve hadisi inkâr etmek ve küçümsemek gibidir. Bunun hükmü de küfürdür.
Sünnetin farz ve vacip olan bu kısmı fıkıh kitaplarında bütün tafsilatıyla beyan edilmiştir. Bir Müslüman’ın sünnetin bu kısmına uymaması düşünülemez. Eğer ki Müslüman’sa…
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalalettir ve büyük hatadır. (11. Lem’a)
Emr-i istihbabî: Müstehap olarak emredilmiş demektir. İslam’ın her emri farz veya vacip değildir. Bir kısım emirler istihbabîdir. Dilerseniz bir örnekle bu kısmı daha iyi anlayalım:
Bakara suresi 282. ayette şöyle buyrulmuş:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ
“Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alıp verdiğinizde onu yazın.”
Bu ayetteki “Yazın.” emri farz veya vacip değil, müstehap bir emirdir. İşte buna “emr-i istihbabî” denir. Kişi borç alıp verdiğinde yazmasa bundan mesul değildir. Ancak yazarsa sevap kazanır.
Demek bazı sünnetler farz veya vacip değil, müstehaptır. Bu kısmın terkinde her ne kadar bir azap ve ikab olmasa da ehl-i iman bu kısma tabi olmakla da mükelleftir. Zira müstehabın işlenmesinde büyük sevap, tağyir ve tebdilinde ise günah vardır. Hem tağyir ve tebdili bidattır, dalalettir ve büyük hatadır.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittiba etmek gayet müstahsendir. Çünkü her bir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mutabaat etmekle o âdab ve âdetler ibadet hükmüne geçer. (11. Lem’a)
(Âdât-ı seniyye: Yüce âdetler / Harekât-ı müstahsene: Beğenilen güzel davranışlar / Maslahaten: Fayda cihetiyle / Müstahsen: Güzel kabul edilen şey / Harekât-ı âdiye: Sıradan normal hareket / Mutabaat: Tabi olma)
Peygamberimiz (a.s.m.)’ın âdât-ı hasenesine tabi olmak yani mesela onun gibi yemek-içmek, onun gibi yatmak, onun gibi giyinmek ve onun gibi davranmak;
– Hem hikmeten,
– Hem maslahaten,
– Hem hayat-ı şahsiyemiz cihetiyle,
– Hem hayat-ı nev’iyemiz cihetiyle,
– Hem de hayat-ı içtimaiyemiz cihetiyle gayet müstahsendir ve güzeldir.
Çünkü Peygamberimiz (a.s.m.)’ın âdât-ı seniyyesinde bizler için çok menfaatler vardır. Hatta bu menfaatler üzerine hususi eserler kaleme alınmış ve ilmin düsturlarıyla bu menfaatler ispat edilmiştir.
Metnin bu kısmı gayet açıktır. Üzerinde yapılacak tefekkürü sizlere havale edip, şu kısım üzerinde biraz durmak istiyorum:
Üstadımız dedi ki: Mutabaat etmekle o âdab ve âdetler ibadet hükmüne geçer.
Mesela elbiseyi giymek ve çıkarmak âdi bir iştir. Ancak birisi elbisesini giymeye sağdan başlar, çıkarırken de soldan çıkarır; bununla da Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemeyi kastederse, bu âdeti onun için bir ibadet olur.
Yine mesela uyumak âdi bir iştir. Ancak birisi sağı üzerine yatar, ayaklarını biraz toplar, elini başının altına koyar; bununla da Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemeyi kastederse, yatmak âdeti onun için bir ibadet olur.
Yine mesela saç taramak âdi bir iştir. Ancak birisi saçını sağdan başlayarak tarar ve bununla Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemeyi kastederse, saçını taraması onun için bir ibadet olur.
Bunlar gibi bütün âdetlerimiz, Peygamberimize tabi olmakla ve halis bir niyetle ibadet hükmüne geçer. Bununla da -Üstadımızın Birinci Nüktede beyan ettiği- şu hakikat gerçekleşir:
— İşte bu sırra binaen, sünnet-i seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir; bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.
Bu meselenin mütalaasını Üçüncü Dersimizde detaylı bir şekilde yapmıştık. Dileyenler bu kısmı tekrar okuyabilirler.
Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
ON BİRİNCİ NÜKTE
ÜÇ MESELEDİR
Birinci Mesele: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyyesinin membaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir.
Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.
Farz ve vacip kısmında ittibaa mecburiyet var. Terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir.
Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalalettir ve büyük hatadır.
Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittiba etmek gayet müstahsendir. Çünkü her bir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mutabaat etmekle o âdab ve âdetler ibadet hükmüne geçer. (11. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz