18. Dokuzuncu nükte: Sünnet-i seniyyenin her bir nevine tamamen bilfiil ittiba etmek…
11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
DOKUZUNCU NÜKTE
Sünnet-i seniyyenin her bir nevine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da bi’n-niyet, bi’l-kasd taraftarane ve iltizamkârane talip olmak, herkesin elinden gelir. (11. Lem’a)
(İttiba etmek: Tabi olmak / Ehass-ı havas: Seçkinlerin en seçkini / bi’n-niyet: Niyetle / bi’l-kasd: Düşünerek, gaye edinerek / İltizamkârane: Gerekli görerek)
Peygamber Efendimiz (a.s.m)’ın bütün sünnetlerine bilfiil tabi olmak ehass-ı havassa mahsustur ve ancak onlara müyesser olur. Bunun bir örneğini Ahmed İbni Hanbel Hazretlerinde görüyoruz. Ahmed İbni Hanbel Hazretleri kabak yemezmiş. Bunun sebebi sorulunca Hazret şöyle cevap vermiş:
— Hazreti Peygamber (a.s.m.)’ın nasıl kabak yediğini bilmiyorum. Ona muhalefet etmemek için kabak yemeği terk ettim.
Bir rivayet de Süfyan-ı Sevrî Hazretlerinden nakledelim:
Süfyan-ı Sevrî Hazretleri bir gün camiye girerken farkında olmadan sol adımını önce atıyor. Sonra camiye sol ayakla girdiğini fark edip kendi kendine şöyle diyor:
— Buraya bir hayvanı, bir öküzü de koysak ya sağ ayakla ya da sol ayakla girer. Senin hayvandan farkın olmalıydı; hangi ayakla girdiğine dikkat etmeliydin. Bundan sonra senin adın sevr (öküz) olsun.
Gerçekten de öyle oluyor. Bugün bütün kitaplarda bu büyük zatın adı Süfyan-ı Sevri olarak geçiyor.
Şunu bir düşünün: Birisi, Peygamberimizin nasıl kabak yediğini bilmediği için kabak yemeğini terk ediyor; diğeri camiye sol ayakla girdiği için kendine sevr (öküz) diyor. Acaba bizim hâlimiz nedir?
Üstadımız burada bize bir yol gösteriyor ve diyor ki: Siz onlar gibi olamazsınız ve sünnetin her meselesine ittiba edemezsiniz. Ancak gücünüz şuna yeter: Niyetle ve kasıtla sünnet-i seniyyeye taraftar olabilirsiniz.
Bu mesele üzerine biraz konuşalım:
Mesela sarık ve cübbe bir sünnettir. Diyelim ki biz bu sünnet elbiselerini giyemiyoruz; insanlardan utanıyor ve çekiniyoruz. Peki, şu kadarını yapamaz mıyız: Sokakta bu elbiseleri giyen birisini gördüğümüzde ona dua edip, onu beğenip, “Ya Rabbi, bana da nasip eyle, nefsimi bu amele musahhar eyle.” diyemez miyiz?
İşte böyle demek, sünnet-i seniyyenin bu hükmüne bi’n-niyet ve bi’l-kast taraftarlıktır.
Ya da mesela diyelim ki sözümüz nefsimize geçmiyor ve sakal bırakamıyoruz. Ya da bıraktık ama sünnet ölçüsü olan bir tutam kadar uzatamıyoruz. Hadi gücümüz buna yetmiyor diyelim. Peki, şuna yetmez mi: Sünnet üzere sakal bırakan birisini gördüğümüzde, “Maşallah, ne güzel sakal bırakmış, hak ve doğru olan sakalı böyle bırakmaktır. Ya Rabbi bana da nasip et, ben de bu hususta Peygamberimize benzeyeyim.” diyemez miyiz?
İşte böyle demek, sünnet-i seniyyeye bi’n-niyet ve bi’l-kast taraftarlıktır.
Bi’n-niyet, niyet ederek taraftar olmak; bi’l-kast ise gaye edinerek ve yapmaya çalışarak taraftar olmaktır. Yapamasak da yapmaya gayret etmek ve sünneti beğenmektir. Artık gücümüz ne kadarına yeterse…
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Farz ve vacip kısımlara zaten ittibaa mecburiyet var. (11. Lem’a)
(İttiba: Tabi olmak)
Beş vakit namaz, zekât ve hac gibi farz olan kısma; yine kurban kesme, vitir namazı ve bayram namazı gibi vacip olan kısma her hâlükârda uymak zorundayız. Farzın terki haram, vacibin terki ise tahrimen (harama yakın) mekruhtur.
Bunlar aynı zamanda dinin farzı ve vacibidir. Bununla birlikte, Peygamberimiz (a.s.m.) bunlarla amel ettiği için sünnet hükmündedir. Bunlara sünnetin farz ve vacip kısmı diyebiliriz. Bunlara tabi olma mecburiyetimiz var.
Sünnetin diğer kısmını Üstadımız şöyle izah ediyor:
Ve ubudiyetteki müstehap olan sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır. (11. Lem’a)
(Ubudiyet: İbadet / Tağyir: Değiştirme)
Sünnet ile müstehap arasında şöyle bir fark vardır:
Sünnet devamlı olandır. Yani Peygamberimiz (a.s.m.)’ın devam ettiği ve bazen de özürsüz olarak terk ettiği şeydir.
Müstehap ise Peygamberimiz (a.s.m.)’ın işlediği ancak devam etmediği şeylerdir. Müstehabın işlenmesinde sevap vardır, terkinde ise günah yoktur. Müstehaba mendup da denilir.
Mesela abdest alırken kıbleye dönmek müstehaptır. Yine zaruret olmadıkça konuşmamak müstehaptır. Bir kimse abdest alırken kıbleye dönerse sevap kazanır; dönmezse günah kazanmaz, ancak sevabın zayiatı olur. Yine abdest alırken konuşmazsa sevap kazanır; konuşursa günah kazanmaz, ancak sevabı kaybeder.
İbadette nelerin müstehap olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. Fıkıh kitaplarındaki genel usul şudur: Önce ibadetin farz ve vacipleri, sonra sünnetleri, sonra da müstehapları yazılır. Bazen müstehap yerine “mendup” tabiri de kullanılır.
Üstadımız dedi ki: Müstehap olan sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır.
Müstehabı değiştirmeye şunu misal verebiliriz: Abdest bittikten sonra kelime-i şehadet getirmek, salavat getirip dua etmek ve Kadir suresini okumak müstehaptır. Bir kimse bunları okursa sevap kazanır; okumazsa sevaptan mahrum olur ancak günah kazanmaz. Eğer bunlar yerine başka şeyler okur ve müstehabı kendi fikrinin mahsulüyle değiştirirse hata etmiş olur. Çünkü en küçük müstehap dahi bizim fikrimizin ürününden kat ve kat daha kıymetlidir.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Âdât ve muamelattaki sünnet-i seniyye ise ittiba ettikçe o âdât ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah’ın âdab-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır. (11. Lem’a)
(Âdât: Âdetler / İtab: Azarlama)
Mesela elbise giymek bir âdettir. Ancak birisi elbisesini Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın giydiği gibi giyer ve bununla da Peygamberimize benzemeyi kastederse, bu bir ibadet olur.
Yine mesela uyumak bir âdettir. Ancak birisi Peygamberimiz (a.s.m.)’ın uyuduğu gibi uyur ve ona benzemeyi kastederse, bu bir ibadet olur.
Bunlar gibi, en basit âdetler dahi -niyet ile- ibadet hükmüne geçer, âdet olmaktan çıkar ve bir ibadet olur. Eğer kişi bunları terk ederse ona günah ve itab yoktur. Fakat Peygamberimiz (a.s.m.)’ın âdâbının nurundan mahrum kalır. Bu mahrumiyet de asla küçümsenecek bir şey değildir.
Üstadımız buraya kadar olan kısımda, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın sünnet-i seniyyesini dörde ayırdı:
1. Farz olan sünnetler.
2. Vacip olan sünnetler.
3. Müstehap olan sünnetler.
4. Âdet olan sünnetler.
Her bir kısmın hükmünü üstte örnekleriyle tahlil ettik. Bu bahse bir sonraki derste devam edeceğiz. Şimdi, bu derste mütalaasını yaptığımız bölümü bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
DOKUZUNCU NÜKTE
Sünnet-i seniyyenin her bir nevine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da bi’n-niyet, bi’l-kasd taraftarane ve iltizamkârane talip olmak, herkesin elinden gelir.
Farz ve vacip kısımlara zaten ittibaa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehap olan sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır. Âdât ve muamelattaki sünnet-i seniyye ise ittiba ettikçe o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah’ın âdab-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır. (11. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz