a
Ana SayfaOn Birinci Lem'a27. Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır…

27. Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır…

11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. (11. Lem’a)

Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatları nihayetsizdir; bir had ve sınırları yoktur. Kudretinin bir sınırı olmadığı gibi, ilminin de bir sınırı yoktur. İradesinin bir sınırı olmadığı gibi, görmesinin de bir sınırı yoktur. İşitmesinin bir sınırı olmadığı gibi, hayatının da bir sınırı yoktur. Ve hakeza…

Aynen bunlar gibi, rahmetinin ve muhabbetinin de bir sınırı yoktur. Tabii biz bu rahmetin ve muhabbetin hakiki mahiyetini bilemeyiz ve künhünü kavrayamayız. Bu sebeple bunlara “rahmet-i mukaddese” ve “muhabbet-i mukaddese” deriz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Bütün kâinattaki masnuatın mehasiniyle ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi, masnuatını -hususan sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîşuur mahlukatı- sever. (11. Lem’a)

(Masnuat: Sanatla yapılmış eserler / Mehasin: Güzellikler / Zîşuur: Şuur sahibi)

Eşyanın yaratılışına ait bir sırrı ve hikmet-i hilkate ait bir muammayı öğrendik; bir sorumuzun cevabını bulduk. Bu soru şu:

— Eşya niçin bu kadar süslü yaratılmış?

— Niçin böyle acip boyanmış?

— Niçin böyle hadsiz maddi ve manevi teçhizat ile donatılmış?

— Ve niçin her biri böyle antika bir sanat eseri gibi icad edilmiş?

Bütün bu soruların cevabı şuymuş: Çünkü Cenab-ı Hak kendisini sevdirmek istiyor; sevdirmek istediği için de mahlukatını böyle süslüyor, böyle güzelleştiriyor.

Allahu Teâlâ kendisini sevdirmek istediği gibi, masnuatını da seviyor. Bilhassa sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîşuur mahlukatını seviyor.

— Madem Allahu Teâlâ kendisini sevdirmek istiyor ve bu sırdan dolayı mahlukatını süslüyor ve güzelleştiriyor. Ve madem Allahu Teâlâ masnuatını seviyor ve bilhassa kendisini seven zîşuur mahlukatını daha ziyade seviyor. Acaba bu durumda bize ne düşüyor?

Ne düştüğünü Üstadımız şöyle beyan ediyor:

Cennetin bütün letaif ve mehasini ve lezaizi ve niamatı, bir cilve-i rahmeti olan bir Zatın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksat olduğu bilbedahe anlaşılır. (11. Lem’a)

(Letaif: İncelikler / Mehasin: Güzellikler / Lezaiz: Lezzetler / Niamat: Nimetler / Bilbedahe: Apaçık bir şekilde)

Evet, cennet bütün şaşaasıyla ve bütün nimetleriyle; köşkleriyle, bahçeleriyle, pınarlarıyla, ırmaklarıyla, sofralarıyla, hurileriyle; had ve hesaba gelmeyen, akla ve fikre düşmeyen bütün lezaiziyle; hayalin tasavvur edemediği, gözün görmediği, kulakların işitmediği ve insanın kalbine hutur etmeyen bütün letaifiyle, Allah’ın rahmetinin tek bir cilvesidir.

Tek bir cilveyi şöyle anlayalım: Güneş bütün yeryüzünü şuaıyla aydınlatır. Yeryüzünü aydınlattığı gibi, seyyaratı dahi aydınlatır. Bu aydınlatma faaliyeti içinde, denizdeki tek bir damlayı aydınlatması, onun tek bir cilve-i nurudur.

Aynen bunun gibi, cennet bütün nimetleriyle, Allah’ın rahmetinin tek bir cilvesidir. Acaba koca cennet, bir cilve-i rahmet ve bir tecelli-i şefkat ise Allah’ın rahmetinin ve şefkatinin büyüklüğü nedir, bunu tasavvur edebilir misiniz?

Bu makamda Üstadımız dedi ki: Böyle bir Zatın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksat olduğu bilbedahe anlaşılır.

İşte insanın hayatının gayesi bu olmalıdır: Allah’ın sevgisini celbe çalışmak, Allah tarafından sevilmek ve Allah’ın sevdiği kullar zümresine dâhil olmak!..

Bu makamda şu soru ortaya çıkıyor:

— Peki, Allah’ın sevgisini nasıl celbedeceğiz?

Üstadımız sorumuza şöyle cevap veriyor:

Madem nass-ı kelamıyla; O’nun muhabbetine, yalnız ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur. Elbette ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.), en büyük bir maksad-ı insani ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder. (11. Lem’a)

Nass-ı kelamdan murad şu ayet-i kerimedir:

قُلْ  De ki  اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ  eğer siz Allah’ı seviyorsanız  فَاتَّبِعُونِي  o hâlde bana tabi olun.  يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ  -Bana tabi olun ki- Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmran 31)

Bu ayet-i kerimenin açık beyanıyla, Allah’ın muhabbetine yalnız ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur. Peygamberimiz (a.s.m.)’ın sünnetine tabi olmaktan başka hiçbir şeyle o muhabbet celbedilmez.

Madem hakikat budur; Allah’ın muhabbetini sünnet-i seniyyeye tabi olmaktan başka bir şey celbetmiyor. O hâlde ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.), en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriyedir. Yani insan için, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın sünnetine tabi olmaktan daha büyük bir maksat ve bu vazifeden daha ehemmiyetli bir vazife yoktur. Tabii aklı ve imanı olanlar için…

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehasiniyle ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi, masnuatını -hususan sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîşuur mahlukatı- sever.

Cennetin bütün letaif ve mehasini ve lezaizi ve niamatı, bir cilve-i rahmeti olan bir Zatın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksat olduğu bilbedahe anlaşılır.

Madem nass-ı kelamıyla; O’nun muhabbetine, yalnız ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur. Elbette ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.), en büyük bir maksad-ı insani ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder. (11. Lem’a)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin