12. Bir kısmı da nevafil nevindendir. Nevafil kısmı da iki kısımdır…
11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Bir kısmı da nevafil nevindendir. (11. Lem’a)
(Nevafil: Nafileler)
Sünnet-i seniyyenin vacip olan kısmını önceki derste mütalaa etmiştik. Bu dersimizde sünnetin nevafil kısmı üzerine konuşacağız. Sünnetin ikinci kısmı nafile olan ibadet ve amellerdir. Mesela:
– Teheccüd namazı nafiledir.
– Ramazan ayının dışında oruç tutmak nafiledir.
– Sadaka vermek nafiledir.
– Kur’an okumak, zikir ve tesbih çekmek nafiledir.
– Camide itikaf yapmak nafiledir.
Bu gibi ibadetler sünnet-i seniyyenin nevafil nevindendir.
Üstadımız bu kısmı da ikiye ayırıyor:
Nevafil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi sünnet-i seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş. Onların tagyiri bidattır. (11. Lem’a)
(Nevafil: Nafileler / Tagyir edilmek: Değiştirilmek)
Nevafilin bir kısmı ibadete taalluk eden nafilelerdir. Mesela:
– Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak.
– Beş vakit namazın önündeki ve sonundaki sünnet namazlar.
– Nafile tavaf etmek.
– Namazın içindeki ve sonundaki tesbihler.
– Abdestin sünnetleri ve hakeza…
Bunlar gibi ibadetler sünnet-i seniyyenin nevafil kısmına dâhildir. Bunlar şeriat kitaplarında beyan edilmiştir. Onların tagyiri (değiştirilmesi) bidattır. Yani bir kimse diyemez ki:
— Ben Kâbe’nin etrafında tavaf ederken yedi kere değil, sekiz kere döneceğim.
— Öğle namazının son sünnetini üç rekât kılacağım.
— Akşam namazının farzını sünnetinden sonra kılacağım.
— Abdest alırken ellerimi yıkamak yerine göbeğimi yıkayacağım…
Kişi bunlar gibi sözler söyleyemez ve sünnet-i seniyyenin nafile ibadetlere temas eden kısmını değiştiremez. Sünnetin bu kısmı dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş. Onların tagyiri bidattır.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Diğer kısmı “âdâb” tabir ediliyor ki siyer-i seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid’a denilmez. Fakat âdâb-ı nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edepten istifade etmemektir. (11. Lem’a)
(Âdâb: Edepler / Siyer-i seniyye: Peygamberimiz (a.s.m.)’ın yüksek ahlak ve vasıflarını konu alan ilim dalı)
Nevafil kısmının birincisi ibadete taalluk ediyordu. Bunların tagyiri (değiştirilmesi) bidattı. İkinci kısım nevafil ise ibadete taalluk etmiyor, âdâba taalluk ediyor. Yani Peygamberimiz (a.s.m)’ın yemesi, içmesi, uyuması gibi harekâta taalluk ediyor. Âdâb tabir edilen bu kısım nevafil siyer-i seniyye kitaplarında zikredilmiştir.
Üstadımızın ifadesiyle, bu âdâba muhalefete bid’a denilmez. Yani bir insan Peygamberimiz (a.s.m.) gibi yemese, içmese, uyumasa, oturmasa, kalkmasa bu kişiye “Bidat işliyorsun.” denilmez. Fakat onun bu hâli âdâb-ı nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edepten istifade etmemektir.
Evet, sünnetin bu kısmını terk eden günaha girmez ve bidat ehli olmaz. Ancak sünnetin nurundan mahrum kalır ve hakiki edepten istifade edemez.
Üstadımız bu kısmı şöyle beyan ediyor:
Bu kısım ise örf ve âdât ve muamelat-ı fıtriyede Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tevatürle malum olan harekâtına ittiba etmektir. Mesela söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir. (11. Lem’a)
(Muamelat-ı fıtriye: Doğuştan gelen ve fıtrî olan davranışlar / İttiba: Tabi olmak / Hâlât: Hâller / Muaşeret: İnsanlarla sosyal ilişkiler)
Örfümüzü, âdetlerimizi ve yemek, içmek, yatmak, konuşmak gibi fıtrî muamelelerimizi Peygamberimiz (a.s.m.)’ın âdâbına benzetmeliyiz. Bir örnek ile meseleyi izah edelim:
Bizim örfümüzde taziyeler kabristanda yapılıyor. Hâlbuki Efendimiz (a.s.m.)’ın sünnetinde kabristanda taziye yapılmaz; kabristanda taziye mekruhtur.
— Bu durumda biz ne yapmalıyız?
Elcevab: Örfümüzü ve âdetimizi değiştirip taziyeyi kabristan dışında yapmalıyız. Eğer böyle yaparsak âdetimiz ibadete çevrilir ve âdi harekâtımız ibadet hükmünde olur. Bu hakikati Üstadımız şöyle beyan ediyor:
Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir, o âdaptan mühim bir feyiz alır. (11. Lem’a)
(İttiba eden: Tabi olan)
Sorumuzun cevabını öğrendik: Âdap denilen bu kısma tabi olan âdetini ibadete çevirir ve o âdaptan mühim bir feyiz alır. Mesela:
– Bir kimse -Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemek kastıyla- elbisesini giymeye sağ ile başlasa ve çıkarırken soldan çıkarsa, elbiseyi giyip çıkarmak bu kişi için bir ibadet hükmünde olur.
– Bir kimse uyurken -Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemek kastıyla- sağı üzerine yatsa, elini yanağının altına koyup ayaklarını hafifçe toplasa, bu kişinin yatması bir ibadet hükmünde olur.
– Bir kimse -Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemek kastıyla- suyu oturarak üç yudumda içse, su içmesi bu kişi için bir ibadet olur.
Bunlar gibi, kişi âdet hükmündeki harekâtını Peygamberimiz (a.s.m.)’ın âdâbına benzetirse, âdâtını ibadete çevirir, o âdaptan mühim bir feyiz alır.
— Peki, bu işin sırrı nedir? Peygamberimizin âdâbına ittiba eden neden sevap kazanıyor ve feyiz alıyor?
Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:
En küçük bir âdâbın müraatı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor. (11. Lem’a)
(Müraat: Uyma, riayet etme / Tahattur ettirmek: Hatıra getirmek)
İşte sır bu: Sünnetin en küçük bir âdâbına müraat eden, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı hatırına getiriyor. Bu da kalbe bir nur veriyor. Şöyle ki:
Mesela bir kimse -Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzemek kastıyla- suyu oturarak üç yudumda içse, suyu içerken aklına Peygamberimiz (a.s.m.) gelir. Peygamberimizin de suyu bu şekilde üç yudumda ve oturarak içtiğini düşünür. İşte Peygamberimizi -velev ki kısa bir zaman dahi olsa- hatırlamak kalbe bir nur verir. Ve onu düşünmek tefekküri bir ibadet olur.
Mütalaamız burada tamamlandı. Fakir mütalaa derslerine önem verdiği kadar, usul derslerine de önem veriyor. Hatta okuma usulüne dair dersler ona mütalaa derslerinden daha kıymetli geliyor. Çünkü bir dersin mütalaası olmasa, en fazla o bölümden istifademiz azalır. Hâlbuki okuma usulü doğru olmazsa bütün Külliyattan istifademiz azalır.
— Bir dersten istifadenin azalması nere, Külliyattan nasipsiz kalmak nere?
Bu sebeple, dersi tamamlamadan önce biraz usul üzerine dertleşmek isterim. Şu soruyla meseleye giriş yapalım:
— Bu dersten hissemiz nedir? Sadece sünnet-i seniyyenin kısımlarını öğrenmek midir?
Eğer nasibimiz buysa çok azdır. Nasibinin bu olduğunu zannedenler Risale-i Nurları defalarca okusalar da bir türlü hakiki kemali bulamazlar ve insan-ı kamil olamazlar?
Hem şunu da sormak istiyorum:
— Üstad Hazretleri bu dersi bize sadece bir parça ilim sahibi olalım diye mi yapmış? Yani tek amacı sünnetin kısımlarını mı öğretmek? Başka bir gayesi yok mu?
Elbette başka bir gayesi var.
— Peki, o gaye nedir?
O gaye bizleri insan-ı kamil makamına çıkarmaktır. Zira insan-ı kamil odur ki her hâlinde Peygamberimiz (a.s.m.)’a benzeye ve fenâ fi’r-resul makamına çıka…
Kim ki Üstadımızın sünnete dair bu eserini okur ve kendinde hiçbir değişiklik yapmazsa, bu kişi Risaleleri seyirci gibi okuyordur. Yani amacı yaşamak ve amel etmek değil, malumat sahibi olmaktır.
Kim de bu eseri okuduktan sonra hayatında bir değişiklik yapmaya karar verir ve bir âdetini Peygamberimiz (a.s.m.)’ın bir âdâbına benzetirse, işte bu kişi okumanın manasını anlamıştır.
O hâlde kardeşlerim, madem Cenab-ı Mevla bize okuma nimetini ihsan etmiş, o hâlde bu nimete karşı amelle şükretmeliyiz. Risale-i Nurları malumat sahibi olmak için değil; amel etmek için, güzelleşmek için, insan-ı kamil olmak için okumalıyız. Her okuduğumuz yerden kıssadan hissemizi almalıyız.
O hâlde gelin, bu mütalaanın bir meyvesi olsun. Bir âdetimizi Peygamberimiz (a.s.m.)’ın bir âdâbına benzetelim. Mesela:
– Suyu ayakta içiyorsak, oturarak üç yudumda içmeye söz verelim.
– Yemeği sol elle yiyorsak, sağ elle yemeye söz verelim.
– Yüzükoyun yatıyorsak, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın yattığı gibi yatmaya söz verelim. Ve hakeza…
Hepsi olmasa da birini yapmaya söz verelim ve bu amel de bu dersin bir meyvesi olsun. Her dersi meyvesini koparmak ve sepetimize koymak niyetiyle okursak, bir bakmışsınız bir gün bizi görenler Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ı gördüklerini zannediyorlar…
Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık:
Bir kısmı da nevafil nevindendir. Nevafil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi sünnet-i seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş. Onların tagyiri bidattır.
Diğer kısmı “âdâb” tabir ediliyor ki siyer-i seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid’a denilmez. Fakat âdâb-ı nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edepten istifade etmemektir.
Bu kısım ise örf ve âdât ve muamelat-ı fıtriyede Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tevatürle malum olan harekatına ittiba etmektir. Mesela söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir.
Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir, o âdâptan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın müraatı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor. (11. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz