15. Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâmü’l-guyub’a karşı edep nasıl olur?
11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Sual: Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâmü’l-guyub’a karşı edep nasıl olur? Sebeb-i hacalet olan hâletler ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür; mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâmü’l-guyub’a karşı tesettür olamaz? (11. Lem’a)
(Allâmü’l-guyub: Gayb âlemlerini ve bütün gizlilikleri çok iyi bilen (Allah) / Hacalet: Utanma / Mûcib-i istikrah hâlât: Sevmemeye sebep olan hâller / Setretmek: Örtmek)
İnsan başkasından utanır da gönlünden geçenleri saklar, hayalinin dokuduklarını örter ve aklına gelenleri gizler. Yine insan başkasından utanır da avretini örter, mûcib-i istikrah hâlâtını setreder. Hâlbuki Allahu Teâlâ’dan gizlenmek ve akla gelen manaları gizlemek mümkün değildir. Allahu Teâlâ insanın her hâline muttali, her durumuna şahit ve her daim üzerinde rakîbtir. Hâl böyle iken, insan Allah’a karşı nasıl edepli olabilir?
Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:
El-cevap: Evvela: Sâni-i Zülcelal nasıl ki kemal-i ehemmiyetle sanatını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor. (11. Lem’a)
(Sâni-i Zülcelal: Celal sahibi sanatkâr / Müstekreh: Çirkin görülen, tiksinilen)
Allahu Teâlâ’nın âdetindendir ki çirkin şeyleri gizliyor, müstekreh şeyleri perde altında saklıyor; bununla da sanatının güzelliğini göstermek istiyor. Demek çirkin şeylerin saklanması, Allah’ın, sanatını güzel göstermeyi istemesi sebebiyleymiş. Bu hakikate bir misal olarak hayvanatın avret uzuvlarını gösterebiliriz. Hayvanatın avreti öyle gizlenmiş ki onlara bakan asla bu uzuvları göremiyor. Sadece o mahluktaki sanatı görüyor ve bu sanat karşısında hayrete düşüyor.
Yine Allahu Teâlâ’nın âdetindendir ki nimetlerini süslüyor; bununla da nazar-ı dikkatleri nimetlerine celbediyor. Bahar mevsiminde huriler gibi süslenmiş ağaçlar bu hakikate tam bir misaldir.
— Peki, Cenab-ı Hak sanatını kime göstermek istiyor ve nimetlerini süslemekle kimin nazar-ı dikkatini celbediyor?
Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:
Öyle de mahlukatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. (11. Lem’a)
(İbad: Kullar / Zîşuur: Şuur sahibi)
Evet, Allahu Teâlâ murad ediyor ki zîşuur mahlukat olan melekler, ruhaniler, insanlar ve cinler eşyayı güzel görsün, güzel telakki etsin; varlıklardaki sanat-ı İlahiyeyi keşfetsin; ibadına verdiği nimetleri görüp, merhamet-i Rabbâniyeyi tefekkür etsin…
— Peki, mahlukatın çirkin bir vaziyette görünmesi ve edepsiz bir şekilde arz-ı endam etmesi niçin uygun değildir?
Bunun sebebi şudur:
Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edep oluyor. (11. Lem’a)
Hikmet-i İlahiye iktiza ediyor ki mahlukat çirkin bir vaziyette görünmesinler. Zira onlardaki güzellik, Allah’ın Cemil, Mücemmil, Müzeyyin, Mükemmil, Mülevvin, Latif, Hakîm gibi isimlerinin bir nevi tecellisidir. Eşya ancak bu isimlere âyinedarlık yapmak cihetiyle güzelleşir. Bu sebeple, kim ki çirkin hâllerini neşrederse bu isimlere karşı bir nevi hürmetsizlik ve edepsizlik etmiş olur.
Yani asıl mesele, insanın setr-i avret ile Allah’tan gizlenmesi değildir. Zaten gizlenemez de… Asıl mesele, Allah’ın mezkûr esmasına karşı edeptir ve bu esmanın tecellisine mazhar olmakla zîşuur mahlukata karşı güzel görünmektir. Çünkü Sâni-i Zülcelal bizlerin güzel görünmesini murad etmekte, bu sebeple de bizleri esmasının tecellisiyle güzelleştirmektedir. Kim ki bu esmaya tam mazhar olur ve güzelleşirse, Allah’a karşı edeple amel etmiş olur. Kim de esmanın, kendindeki tecellisini çirkinleştirirse bu isimlere karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edep etmiş olur.
— Peki, bu edebin mahiyetini nereden öğreneceğiz?
Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:
İşte sünnet-i seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelal’in esmalarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır. (11. Lem’a)
(Sâni-i Zülcelal: Celal sahibi sanatkâr (Allah) / Esma: İsimler / Mahz-ı edep: Tam edep)
Demek kim edebin mahiyetini öğrenmek ve Allah’a karşı tam bir edep vaziyeti takınmak istiyorsa, sünnet-i seniyyeye müracaat etmelidir. Zira Efendimiz (a.s.m.)’ın her bir hâli ve sünneti, Allah’ın esmasının bir tecellisi olup, o esmanın hudutları içinde tam bir edeptir.
Şu ifade üzerine de birkaç kelam edelim: Sâni-i Zülcelal’in esmalarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır.
— Mesela Hakîm isminin hududu içinde mahz-ı edep vaziyeti nasıl takınılır?
Elcevab: Hakîm: Her işinde faydalar gözeten; her şeye menfaatler takan, mahlukatına hikmetli vazifeler gördüren ve hiçbir şeyi abes olarak yaratmayan manasındadır.
Bu ism-i şerif insana bir hudut çizmiştir. İsraf eden, boş işlerle meşgul olan ve faydayı gözetmeyen kimse bu ismin hududundan çıkmış olur. İsmin hududundan çıkmak demek, o ismin tecellisinden uzaklaşmak demektir. Müsrif bir kulda ism-i Hakîm tecelli etmez.
Burada insana düşen vazife, Hakîm isminin hududu içinde kalarak her işinde hikmet sahibi olmaya çalışmak, israf ve malayaniyi terk etmektir. Başka bir ifadeyle: İsm-i Hakîm’in tecellisine tam bir ayna olmaktır.
Diğer isimlerin hududu içinde kalmayı bu misale kıyas edersiniz.
Kim ki sünnet-i seniyye elbisesini giye, edep ve hayâ elbisesine bürüne. Kim de bu elbiseyi çıkara, edep ve hayâdan soyuna…
Bu meselenin ikinci cihetine bir sonraki derste devam edeceğiz. Bu dersimizde şu bölümü mütalaa ettik:
Sual: Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâmü’l-guyub’a karşı edep nasıl olur? Sebeb-i hacalet olan hâletler ondan gizlenemez. Edebin bir nev’i tesettürdür; mûcib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâmü’l-guyub’a karşı tesettür olamaz?
El-cevap: Evvela: Sâni-i Zülcelal nasıl ki kemal-i ehemmiyetle sanatını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor. Öyle de mahlukatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edep oluyor.
İşte sünnet-i seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelal’in esmalarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır. (11. Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz