a
Ana SayfaOn Birinci Lem'a19. Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bidattır. Bidatlar ise…

19. Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bidattır. Bidatlar ise…

11. Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bidattır. (11. Lem’a)

(Ahkâm-ı ubudiyet: İbadetlerdeki hükümler)

Her ibadetin farzı, vacibi, sünneti ve müstehabı bellidir. Yine mekruhları ve ibadeti bozan şeyler de bellidir. Bunlar fıkıh kitaplarında kaydedilmiştir. Bunları değiştirmek ve yeni hükümler ihdas etmek bidattır.

Hakikat bu iken, maalesef her gün birilerinin:

— Balıktan kurban olabilir.

— Hac zilhicce ayından başka bir ayda da yapılabilir.

— Âdetli kadın namaz kılabilir ve oruç tutabilir.

— Namaz beş vakit değil, üç vakittir.

gibi çok sözlerini işitiyoruz. Allahu Teâlâ bu sözde âlimlerin şerrinden ümmet-i Muhammed’i (a.s.m.) muhafaza etsin. Âmin.

Üstadımız, ibadetlerde yeni hükümler ihdas etmenin yasaklığına şu ayeti delil getiriyor:

Bidatlar ise  اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ  sırrına münafi olduğu için merduddur. (11. Lem’a)

(Münafi: Zıt / Merdud: Reddedilmiş)

Cenab-ı Hak Maide suresinin 3. ayet-i kerimesinde,  اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ  “Bugün sizin için dininizi tamamladım.” buyurmuştur. Bu ayet-i celilenin hükmüyle, din ikmal olmuş ve tamamlanmıştır. Artık bundan sonra yeni hükümler ihdas etmek ayetin hükmüyle merduddur.

Dinin mevcut hükümlerini bir kenara koyup yeni hükümler ihdas edenlere deriz ki:

— Ey bedbahtlar! Din eksik midir ki siz yeni hükümlerle tamamlamaya çalışıyorsunuz? Ya da dinin hükümleri eskimiş midir ki siz yenilerini yapıyorsunuz? Ya da Allah’ın hükümlerini beğenmiyorsunuz da o hükümleri değiştiriyor musunuz? Allahu Teâlâ, “Ben sizin için dininizi tamamladım.” dedikten sonra, siz hangi cesaretle yeni hükümler ihdas edip İslam’ın hak hükümlerini kaldırıyorsunuz? Allah’tan korkun ve aklınızı başınıza alın!

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Fakat tarikatta evrad ve ezkâr ve meşrepler nevinden olsa ve asılları Kitap ve sünnetten ahzedilmek şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lakin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dâhil edip fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş. (11. Lem’a)

(Evrad: Virdler, devamlı yapılan zikirler, dualar / Ezkâr: Zikirler / Ahzedilmek: Alınmak / Mukarrer: Belirli)

Üstadımız tarikattaki evrad ve ezkârın bid’a olmadığını beyan ediyor ve buna bazı şartlar getiriyor. Bu şartlar:

1. Bu evrad ve ezkârın asılları Kur’an veya sünnette olmalı; her meşreb kendi yoluna uygun olan evrad ve ezkârı Kur’an ve sünnetten almalı.

2. Belirli olan usule ve sünnet-i seniyyenin esasatına muhalefet edilmemeli. Mesela namazların sonundaki tesbihat terk edilip yerine başka zikirler konulmamalı. Yine bu zikirlerde usul olan 33 defadan az veya çok çekilmemeli; usule muhalefet edilmemeli.

3. Sünnet-i seniyye tağyir edilmemeli. Mesela Peygamberimiz (a.s.m.)’ın vitir namazının kunutunda okuduğu dualar bellidir. Bu duaları değiştirmek ve Peygamberimizin sünnetini terk edip yerine başka dualar okumak yasaktır.

Demek tarikattaki evrad ve ezkârın caiz olması, asıllarının Kur’an ve sünnette bulunması, mukarrer usule ve sünnet-i seniyyeye muhalefet edilmemesi ve sünnet-i seniyyenin tağyir edilmemesi şartına bağlıdır. Bununla birlikte, bir kısım ehl-i ilim bunları bid’aya dâhil etmiş ve “bid’a-i hasene” namını vermiştir.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sânî (r.a.) diyor ki: Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniyye şuaı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve hâlleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki sünnet-i seniyyenin şuaı bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur. (11. Lem’a)

(Müceddid-i Elf-i Sânî: İkinci binin müceddidi / Seyr-ü sülûk-u ruhanî: Manevi makamlarda ruhen seyir ve seyahat / Mervî: Rivayet edilen / Şua: Parıltı)

Bu kısmı on defa okusak yine de azdır. Çünkü bizler yolumuzu şaşırmış; Peygamberimiz (a.s.m.)’ın mübarek ağzından çıkan evrada ve ezkâra yapışacağımıza, kendi fikrimizin mahsulü olan kelimata yapışmışız. Sanki Peygamberimiz (as.m.)’ın öğrettikleri bize yetmiyor da nuru ve feyzi başka yerde arıyoruz.

Bu hastalığımıza İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin keşfi ve beyanı tam bir tiryaktır. Metni bir kaç defa okuyalım ve hâlimizin nice olduğunu düşünelim. Sonra da aşağıdaki son kısma geçelim.

Üstadımız şöyle tamamlıyor:

İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zatın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve membaıdır.

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدٖينَ

(Saadet-i dâreyn: İki dünya saadeti)

Dua meal: “Ey Allah’ımız! Bizleri sünnet-i seniyyeye tabi olmakla rızıklandır.”

Ayet meal: “Ey Rabbimiz! Biz senin indirdiğine iman ettik ve Resule tabi olduk. Öyleyse sen de bizi şahitlerle beraber yaz.” (Âl-i İmran 53)

— Sünnet-i seniyye neymiş?

1. Saadet-i dâreynin temel taşı.

Bu taş olmazsa dünya ve ahiret saadeti olmaz.

2. Kemalâtın madeni ve membaı.

Kişi bu madende çalışmaz ve bu membadan su içmezse kemalâta ulaşamaz.

O hâlde kim dünya ve ahiret saadetini isterse, sünnet-i seniyyeye yapışsın. Kim de kemal bulmak ve insan-ı kamil olmak isterse, sünnet-i seniyyeyi kendine rehber ve imam yapsın.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bidattır. Bidatlar ise  اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ  sırrına münafi olduğu için merduddur. Fakat tarikatta evrad ve ezkâr ve meşrepler nevinden olsa ve asılları Kitap ve sünnetten ahzedilmek şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lakin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dâhil edip fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş.

İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sânî (r.a.) diyor ki: Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniyye şuaı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve hâlleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki sünnet-i seniyyenin şuaı bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.

İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zatın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ

رَبَّنَا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدٖينَ

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin