a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam7. Yani mesela, nasıl ki güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki güneşin zatını…

7. Yani mesela, nasıl ki güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki güneşin zatını…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Yani mesela, nasıl ki güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki güneşin zatını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lazım olduğundan; güneşin zatını unutturmamak için her bir parlak şeyde güneşin zatını aksi vasıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zatîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. (14. Lem’a 2. Makam)

(Mecmu-u ziya: Ziyanın toplamı ve tamamı / Mülahaza: Tefekkür / Tasavvur: Zihinde şekillendirme / İhatalı: Kapsamlı / Nazar: Bakış / Cilve-i zatî: Zatına ait cilve / Elvan-ı seb’a: Yedi renk)

Cümle cümle ilerleyelim:

Yani mesela, nasıl ki güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor: Mesela penceremi aydınlattığı gibi, Ay’ı da aydınlatıyor. Bir damlayı ışıklandırdığı gibi, denizi de ışıklandırıyor. Zerreden seyyarata kadar hadsiz eşyayı ihata ediyor; eşya onun ziyasıyla nurlanıyor ve aydınlanıyor.

Güneşin ekser eşyayı aynı anda ihata etmesi ve aydınlatması vahidiyetin misalidir.   

Mecmu-u ziyasındaki güneşin zatını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lazım olduğundan: Güneşi bir damlada görmek ve sıfatlarını onda tefekkür etmek kolaydır. Güneşin zatını tefekkür etmek ise zordur ve müşküldür. Bunu yapabilmek için, güneşin aydınlattığı bütün eşyayı aynı anda ihata etmek ve güneşin zatını mülahaza etmek gerekir. Bunun için de güneş kadar geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lazımdır.

Güneşin zatını unutturmamak için her bir parlak şeyde güneşin zatını aksi vasıtasıyla gösteriyor: Madem güneşin zatını tefekkür etmek için güneş kadar geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lazım. O hâlde güneşi unutturmamanın yolu, güneşi her bir şeffaf eşyada göstermek ve akisleri vasıtasıyla onu hatırlatmaktır.

Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zatîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor: Rengi siyah olan güneşi siyah gösterir, beyaz olan beyaz gösterir. Mavi olan mavi gösterir, kırmızı olan kırmızı… Her parlak şey, kendi kabiliyeti ve mahiyetine göre güneşin zatının cilvesini, ziyasını, hararetini ve yedi rengini gösterir. Şeffaf eşyada gözüken, güneşin zatı değildir. Ancak güneşten gayrı bir şey de değildir. Belki güneşin bir cilvesi, aksi ve tecellisidir.

Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor: Nasıl ki güneş ziyasıyla, sıcaklığıyla ve yedi rengiyle eşyayı ihata ediyor; eşya da kendi kabiliyetine göre güneşi bütün sıfatlarıyla gösteriyor. Elbette bir damla, güneşi deniz gibi gösteremez. Ancak fark keyfiyettedir, kemiyette değil.

Her parlak şeyin güneşi göstermesi ve güneşin sıfatlarına mazhar olması ehadiyetin misalidir.

Üstadımız bu misalden şu hakikate çıkıyor:

Öyle de وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, her bir şeyde, hususen zîhayatta, hususen insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vahidiyet cihetiyle dahi mevcudat ile alâkadar her bir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. (14. Lem’a 2. Makam)

(Samediyet-i İlahiye: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin O’na muhtaç olması / Hususen: Özellikle / Zîhayat: Hayat sahibi)

Misaldeki güneş, Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ’dan kinayedir. Güneşin akisleri, esmâ-i İlahiyenin misalidir. Şeffaf eşyanın güneşin aksine mazhar olması ise mahlukatın Allah’ın isimlerine ayna olmasının karşılığıdır.

Nasıl ki güneş seyyaratı aydınlattığı gibi, bir damlayı da aydınlatıyor; aynen öyle de Allahu Teâlâ isimleriyle bütün âlemde tecelli ettiği gibi, bir kelebekte de tecelli ediyor. Allahu Teâlâ’nın ekser esmasıyla bir mahluktaki tecellisi ehadiyet tecellisidir. Bu tecelli bilhassa zîhayatta ve insanın mahiyet aynasında gözüküyor. Bununla birlikte, Allahu Teâlâ’nın her bir ismi umum mevcudatı ihata ediyor. Buna da vahidiyet cilvesi deniyor.

Bu meseleleri daha önce mütalaa ettiğimizden izahına girişmiyor, önceki izahlara havale ediyoruz. Burada sadece şu ifade üzerinde biraz duralım: “Ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, her bir şeyde, hususen zîhayatta, hususen insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi…”

Ehadiyetin her bir şeyde, bilhassa hayat sahiplerinde ve insanın mahiyet âyinesindeki cilvesini mütalaa etmiştik.

— Peki, samediyet-i İlahiyenin her bir şeyde, hususen zîhayatta, hususen insanın mahiyet âyinesindeki cilvesi nedir?

Bu cilve şudur: Samediyet-i İlahiye, Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp, her şeyin Allah’a muhtaç olmasıdır. En hakir bir varlık dahi Allah’ın bu samediyetini göstermekte ve lisan-ı hâliyle, “Beni yaratan zat Samed’dir.” demektedir. Şöyle ki:

Mesela bir karıncayı ele alalım. Onu yaratabilmek için sonsuz bir kudrete, muhit bir ilme, nihayetsiz bir hikmete ve uluhiyetin diğer sıfatlarına sahip olmak gerekir. Kudreti kayıtlı, ilmi nakıs, hikmeti cüz’î olan ve uluhiyetin diğer sıfatlarına sahip olmayan, karıncaya sahiplik iddiasında bulunamaz. Dolayısıyla karıncaya kim sahipse Samed odur. Samed olmayan, karıncayı halk edemez. Zira böyle nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, latif bir hikmet ve diğer sıfatlar ancak samed olan zatta bulunabilir.

İşte bu cihetle, her bir mahluk Allah’ın ehadiyet tecellisine mazhar olduğu gibi, samediyet cilvesine de mazhardır. Bu uzun bahsi kısa kesiyor ve fehminize havale ediyoruz.

İşte vahidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalpler Zat-ı Akdes’i unutmamak için daima vahidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden Bismillahirrahmanirrahîm’dir. (14. Lem’a 2. Makam)

(Ukûl: Akıllar / Zat-ı Akdes: Her türlü kusur ve noksandan yüce olan zat / Sikke-i ehadiyet: Birlik damgası / Ukde: Gizem / İrae eden: Gösteren)

Sikke-i ehadiyetin üç mühim ukdesi Birinci Sırda beyan edilmişti. Bu ukdeler:

1. Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i ulûhiyet.

2. Küre-i arz simasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübra-i rahmaniyet.

3. İnsanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyet.

Bu sikkelerin mütalaasını daha önce yaptığımızdan burada izahına girişmiyoruz. Dileyenler önceki mütalaayı okuyabilir.

İşte Bismillahirrahmanirrahîm bu üç sikkeyi nazara veren İlahî bir kelamdır. Belki de kıymetinin bir ciheti, bu sikkeleri nazara vermesinden ve vahidiyet içinde tecelli-i ehadiyeti göstermesindendir.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Yani mesela, nasıl ki güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki güneşin zatını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lazım olduğundan; güneşin zatını unutturmamak için her bir parlak şeyde güneşin zatını aksi vasıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zatîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor.

Öyle de وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, her bir şeyde, hususen zîhayatta, hususen insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vahidiyet cihetiyle dahi mevcudat ile alâkadar her bir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor.

İşte vahidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalpler Zat-ı Akdes’i unutmamak için daima vahidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden Bismillahirrahmanirrahîm’dir. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin