a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam17. Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi…

17. Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var. (14. Lem’a 2. Makam)

(Hâtem-i rahmet: Allah’ın rahmet mührü / Sikke-i ehadiyet: Ehadiyet damgası / Sikke-i rahmet: Allah’ın rahmetinin damgası / Sikke-i uzma-yı rahmet: Rahmetin en büyük damgası / Nokta-i mihrakiye: Çok esmâ-i İlahiyenin tecellisinin toplandığı nokta / Câmiiyet: Toplayıcılık)

Yine uzun bir cümle… Parçalayarak mütalaa edelim:

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi: Hâtem-i rahmetin ve sikke-i ehadiyetin manasını daha önce izah etmiş; zemin yüzündeki hâtem-i rahmeti ve sikke-i ehadiyeti uzunca mütalaa etmiştik. Bu sebeple tekrar izahına girişmiyor, cümlenin izahını önceki mütalaalara havale ediyoruz.

İnsanın mahiyet-i maneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki: “İnsanın mahiyet-i maneviyesi” ifadesiyle “insanın mahiyet-i câmiası” kastedilmiş. Çünkü Üstad Hazretleri eserin başında şöyle demişti:

İnsanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki…”

Bu cümlenin izahını başta yaptığımızdan burada izahına girmiyoruz.

İnsanın mahiyet-i câmiasında bir sikke-i rahmet vardır. İnsanın yaratılışında, terbiyesinde, aza ve cihazlarla donatılmasında, ona verilen latife ve duygularda, mahlukatın ona musahhar kılınmasında ve fıtratının her zerresinde, Allah’ın rahmetinin lütufları ve şefkatinin şuaları vardır. Bunu da uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur. Kim kendini hayvana kıyas etse bu rahmeti güneş gibi görür.

Küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil: “Merhamet” ile “rahmet” ifadeleri arasında bir mana farkı yoktur. Her iki kelime de  رَحِمَ  (merhamet etti) fiilinin masdarıdır. Üstadımız ifadeyi güzelleştirmek için aynı manaya gelen iki farklı kelime kullanmış. Buna belagatta “tefennün sanatı” denir.

Tefennün: Bir defa söylenilmiş bir kelimeyi ikinci defa söylemek gerekince, o kelimeyi tekrar etmemek için, aynı manaya gelen başka bir kelime kullanmaktır.

Üstad Hazretleri Risale-i Nurlarda -muhatabı sıkmamak için- tefennün sanatını bolca icra eder.

Tekrar metne dönelim:

Cenab-ı Hak rahmetiyle kâinatı ve yeryüzünü kuşatmış, bu iki simaya rahmetinin ve şefkatinin sikkesini vurmuş.

Sikke: Madenî paranın üzerine vurulan damgadır. Bu damgayla o paranın devlete ait olduğu ispat edilir.

Cenab-ı Hak da mezkûr iki simaya (yeryüzüne ve kâinata) rahmetinin sikkesini vurarak bu simaların sahibi olduğunu ilan etmiş.

Üstadımız dedi ki: “İnsanın mahiyet-i maneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil.”

İnsan yeryüzüne ve kâinata kıyasla ne kadar küçüktür… Ancak insanda tecelli eden rahmet, arzda ve kâinatta tecelli eden rahmetten daha aşağı değildir. Yani insan cismi itibarıyla küçücük bir varlık iken, sikke-i rahmete mazhariyet noktasında kâinat kadar büyüktür. Bu cihetle kâinata ve yeryüzüne meydan okuyabilir.

Mesele üzerinde biraz daha tefekkür etmek ihatayı kolaylaştıracaktır:

Şimdi, rahmetin bir kelebek üzerindeki cilvesine bakalım:

– Kelebeğin yoktan icat edilmesi rahmetin bir cilvesidir.

– Ona hayat verilmesi rahmetin bir cilvesidir.

– Uçmanın öğretilmesi rahmetin bir cilvesidir.

– Hayat şartlarının ona talim edilmesi rahmetin bir cilvesidir.

– Kelebeğe takılan kanat rahmetin bir cilvesidir.

– Onu öyle boyamak rahmetin bir cilvesidir.

– Ona ihsan edilen her bir cihaz rahmetin bir cilvesidir.

Bir kelebekte tecelli eden rahmeti saymakla bitiremeyiz.

Şimdi, hayalen bütün kelebekleri yan yana getirin… Sonra diğer böcekleri, kuşları, balıkları ve bütün hayvanatı bu halkaya dâhil edin… Sonra nebatatı bu halka arkasında saf tutturun… Şimdi de onlarda tecelli eden rahmeti tasavvur etmeye çalışın…

Hayalin bunu tasavvur etmesi ve ihatası mümkün değildir!

Şimdi, hayalin tasavvurundan âciz kaldığı rahmetin bu yekûnunu bir kefeye koyun… Diğer kefeye de insana bahşedilen rahmeti koyun.

— Hangi kefe ağır basar?

Üstadımız dedi ki: “İnsanın mahiyet-i maneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil.”

Yani rahmet-i İlahiye insanda öyle tecelli etmiş ki bu tecelli, rahmetin yeryüzü sayfasındaki tecellisinden hatta kâinatın simasındaki tecellisinden daha aşağı değildir.

Ya Rabbi! Sen bizleri affeyle. Bizler, rahmetinin üzerimizdeki bu azim tecellisinden gaflet ettik, şükrünü eda edemedik. Hatta senden şekva edip, seni kullarına şikâyet ettik…

Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var: İnsan tecelli-i ehadiyete mazhariyet noktasında küçük bir kâinat olmuş; kâinatta tecelli eden isimler onda da tecelli etmiş. Sanki insan, binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesidir. Yani bu isimlerin odak noktası ve tecelligâhı insandır. İnsanın esmaya karşı böyle bir câmiiyeti var. İnsan ekser esmanın cilvesini kendinde cemetmiş ve bu isimlerin tecellisine bir ayna olmuş.

Dilerseniz biraz tefekkürle meseleyi açalım:

Şu dünyadaki her bir varlık Allah’ın isimlerine bir aynadır. Her bir mevcud, Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış İlahî bir mektuptur. Bir çiçek, bir böcek, ağaç, kuş, kelebek, bir damla su; her ne varsa, her şey Allah’ın şirin bir mektubudur. O mektupta Allah’ın isim ve sıfatları yazılmıştır.

Şimdi insanı bu cihetle okuyalım ve üzerinde yazılan İlahî isimleri bir nebze tefekkür edelim:

– İnsan yok idi var oldu. Varlığı ile Allah’ın “Mucid”, “Mübdi”, “Hâlık” ve “Mükevvin” isimlerine ayna oldu.

– Allah insana hayat verdi. Hayatıyla “Muhyi” ismine ayna oldu.

– Allah insanı besledi. Beslenmesiyle “Rezzak”, “Rahman”, “Münevvil” ve “Mukit” isimlerine ayna oldu.

– İnsan sanatlı vücuduyla “Sâni” ismine, hikmetli cihazlarıyla “Hakîm” ismine, suretiyle “Musavvir” ve “Fettah” isimlerine ayna oldu.

– Vücudunda onlarca maddenin toplanmasıyla “Cami” ismine, teninin rengiyle “Mülevvin” ismine, diğer insanlara benzememesiyle “Mufassıl” ismine ayna oldu.

– Vazifesinin ve hayat şartlarının kendisine öğretilmesiyle “Rab”, “Mülakkin” ve “Sâik” isimlerine ayna oldu.

– Bir damla sudan çıkartılmakla “Fâlik” ismine, her ihtiyacının karşılanmasıyla “Rahim”, “Vehhab” ve “Muhsin” isimlerine ayna oldu.

– Hâlden hâle, şekilden şekle sokulmasıyla “Muhavvil”, “Mükemmil” ve “Mübeddil” isimlerine ayna oldu.

– Nutfe hâliyle “Evvel” ismine, son şekliyle “Ahir” ismine, varlığıyla “Zahir” ismine, içinde çalışan fabrikayla “Bâtın” ismine ayna oldu.

– Yapan elbette yaptığını bilecek. Kudreti onu yapmaya yetecek. Yaptığını görecek ve yapmayı irade edecek. Bütün bunlarla insan, Allah’ın “Alîm”, “Kadîr”, “Basîr” ve “Mürîd” isimlerine ayna oldu.

Daha bunlar gibi, onlarca İlahî isme ayna oldu, mazhar oldu. Kâinatta büyük ölçekte tecelli eden esmâ-i hüsna insanda küçük bir ölçekte tecelli etti ve insanı küçük bir kâinat hükmüne getirdi. İnsan bu cihetle küçük bir âlem, âlem ise büyük bir insandır.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin