a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam2. Birinci sır: Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki…

2. Birinci sır: Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ

قَالَتْ يَا اَيُّهَا الْمَلَؤُا اِنِّي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mana: (Sebe Kraliçesi) dedi ki: Ey ileri gelenler! Şüphesiz bana şerefli bir mektup bırakıldı. Şüphesiz o mektup Süleyman’dandır ve gerçekten o “Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle” başlamaktadır.

Şu makamda birkaç sır zikredilecektir. (14. Lem’a 2. Makam)

Üstad Hazretleri bu risalede besmelenin altı sırrını beyan ediyor. Başta da ifade edildiği gibi, Üstadımıza besmelenin yirmi-otuz sırrı açılmış, ancak sadece altısını kaydedebilmiş. Bu altıyı Üstadımıza kaydettiren ve bizlerin istifadesine sunan Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun.

BİRİNCİ SIR

Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında birbiri içinde birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var. (14. Lem’a 2. Makam)

Rububiyet: Allah’ın mahlukatı yaratması, öldürmesi, beslemesi, suret vermesi, aza ve cihazlarla donatması, vazifesini öğretmesi, hâlden hâle şekilden şekle sokması; mahlukunu evirmesi, çevirmesi ve onda tasarrufta bulunmasıdır.

Biraz daha açalım: Cenab-ı Hakk’ın fiilî sıfatları vardır. Bu sıfatlar; tahlik (yaratma), terzik (rızık verme), inşa (ilk başta yaratma), ibda (eşsiz bir şekilde yaratma), ihya (diriltme), ifna (yok etme), tasvir (şekil verme), inma (büyütme), tezyin (süsleme), tanzim (nizama koyma), tekmil (kemale ulaştırma), ba’s (öldürdükten sonra diriltme), in’am (nimetlendirme), gufran (affetme), terbib (terbiye etme) gibi fiille ilgili olan sıfatlardır. Bütün bu sıfatların tecellisine Allah’ın rububiyeti denir.

Sikke: Madenî paranın üzerine vurulan damgadır. Bu damgayla o paranın devlete ait olduğu ispat edilir.

Zerrattan seyyarata kadar her bir mahluk üzerine bir sikke-i rububiyet vurulmuştur. Her bir mahluk, Allah’ın rububiyetinin tecellisine mazhardır ve bu tecelli Allah’a mahsus bir sikke hükmündedir. Ancak Üstadımız bu makamda, sikke-i rububiyeti üç simada temaşa etmekte ve her bir simada hususi bir tecelli-i rububiyeti göstermektedir. Bu simalar: Kâinat siması, arz siması ve insan simasıdır. Bu simalarda gözüken sikke-i rububiyet metnin devamında gelecektir.

Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki “Bismillah” ona bakıyor. (14. Lem’a 2. Makam)

(Heyet-i mecmua: Bütün, tüm / Sikke-i kübra-i uluhiyet: Allah’ın ilahlığının en büyük damgası)

Teavün: Karşılıklı yardımlaşmadır.

Tesanüd: Birbirine dayanma, el ele verme ve birbirini kollamadır.

Teanuk: Birbirini kucaklama ve birbirine sarılmadır. Mesela toprağa bir tohum attığımızda sanki toprak tohumu kucaklar da sinesinde saklar. Tohum da toprağın sinesine sığınır. İşte bu “teanuk”tur.

Tecavüb: Karşılıklı cevap vermedir. Mesela yeryüzü semaya seslenir: “Su var mı?” Sema da suyunu boşaltmakla cevap verir: “Evet var, gönderiyorum.”

Bu dört kelime manaca birbirine yakın olup, varlıklar arasındaki yardımlaşmayı ve birbirlerinin imdadına koşmayı ifade eder.

Bu kelimelerin hepsi Arapçada “tefâül” babından gelmiştir. Bu babın özelliği, bir işin karşılıklı yapıldığını göstermesidir. Demek, bu kelimelerde hep iki varlığı karşılıklı düşünmeliyiz. İki varlığın birbirine yardım etmesi, birbirine dayanması, birbirini kucaklaması, birbiriyle konuşması, birbirlerinin isteklerine cevap vermesi gibi…

Üstadımız dedi ki: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki bismillah ona bakıyor.

Şimdi cümleyi parçalayıp izahını yapmaya çalışalım:

Kâinatın heyet-i mecmuasındaki: Bu ifadeyle kâinatın tamamı kastedilmektedir. Yani bahsi geçen hakikat sadece dünyada gözükmüyor ve yeryüzünü ihata etmiyor; bütün kâinatta gözüküyor ve âlemin tamamını ihata ediyor. Zerreden şemse, denizlerin diplerinden semavatın kandillerine, balıktan seyyarata kadar her şeyde bu hakikat gözüküyor.

Bu hakikat de şudur:

Teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden: Yani mahlukatın birbirine yardım etmesi, birbirine dayanması, birbiriyle kucaklaşması ve birbirlerinin isteklerine cevap vermesinden…

— Peki, bunlardan ne tezahür eder? Yani eşyanın birbirinin yardımına koşması neyi ispat eder?

…tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki: Mezkûr dört madde (teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb) Allah’ın varlığına ve uluhiyetine en büyük bir delildir. Yani nasıl ki bir devlet, madenî paranın üzerine bir damga vurur; ta bu damgayla o paranın devlete ait olduğu anlaşılsın. Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da eşyanın üzerine bir sikke vurmuştur ki bu sikke sayesinde bütün eşyanın Allah’a ait olduğu anlaşılır. Zira bu sikkeyi Allah’tan başkası vuramaz ve O’ndan başkası sahip çıkamaz. İşte bu sikke, her bir eşya üzerine vurulan teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb sikkesidir. Bu sikkeler, sikke-i kübra-i uluhiyettir. Yani Allah’ın varlığının ve ilahlığının en büyük sikkeleridir. Dilerseniz, bu sikkeleri bir misal üzerinde tahlil edelim:

Kökün iki tane vazifesi vardır. Birisi, ağacı ayakta tutmaktır. Diğeri ise ağaca lazım olan maddeleri topraktan almaktır.

Lakin iğne yapraklı ağaçların (ardıç, çam gibi) yetiştiği topraklar asit karakterli olduğundan kök lazım olan maddeleri topraktan alamaz. İşte ağaç bu sıkıntı içinde kıvranırken, emr-i Rabbanî ile bir mantar giderek köke yerleşir. Ağaca lazım olan maddeleri onun için hazırlar ve ağaca sunar. Ağaç da bu iyiliğe karşı, ürettiği şekerin bir kısmını ona verir.

İşte bu hadisede teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb hakikatleri gözükmektedir.

Şimdi, bu hakikatleri şu sorularla tahlil edelim:

1. Mantar ağacın sıkıntısını nereden biliyor? Elbette bilmesi mümkün değildir. Zira bilmek ilim sıfatının varlığı ile mümkündür. Mantarın ise ilmi yoktur.

2. Hadi mantar biliyor diyelim. Lakin ağaca yardım etmek merhametin eseridir. Hâlbuki mantarın merhameti de yoktur.

3. Hadi merhameti de var diyelim. Acaba kökün yapamadığı işi o nasıl yapıyor?

4. Ağaca lazım olan maddeleri nereden biliyor? Hangi mektepte botanik okumuş?

5. Acaba ağacın bu iyiliğin altında kalmayıp mantara şeker sunması onun minnettarlığının bir eseri midir?

Daha çok sorular sorabiliriz ki eğer Allah’ın varlığı kabul edilmezse bu soruların hiçbirine cevap verilemez.

İşte bu cihetten mezkûr dört hakikat bir sikke-i kübra-i uluhiyettir. Allahu Teâlâ her varlık üzerine kendine mahsus sikkelerini vurmuştur. Bu sikkelerin lisan-ı hâliyle “Bütün eşya benimdir.” der. Bizler bu makamda dört sikkeyi öğrendik: Teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb.

Üstadımız bu dört sikke hakkında “sikke-i kübra-i uluhiyettir” dedi. Yani bunlar Allah’ın varlığını ispat eden en büyük sikkeler ve delillerdir.

Şimdi metnin en can alıcı noktasına geldik:

Üstadımız dedi ki: “Bismillah ona bakıyor.”

Meseleye şuradan başlayalım: Üstadımız Birinci Söz’de şöyle diyor:

— Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile bismillah der.

Bismillah demek, o işi yapmaktan âciz olmanın ve fail-i hakikinin Allah olmasının temsilî bir ifadesidir. Mesela inek ot yer ve bembeyaz bir süt çıkarır. İnek bu işi yapmaktaki acziyetinin lisanıyla şöyle der:

— Ben yeşil bir ot yiyor ve bembeyaz bir süt çıkarıyorum. Yeşil bir otu süte çevirip, kan ve fışkı arasından tertemiz bir süt çıkarmak benim fiilim olamaz. Çünkü bu işi yapabilmek için ilim, irade, kudret ve hikmet gibi birçok sıfata sahip olmak lazımdır ki bunların hiçbiri bende bulunmaz. Zaten adım hayvandır. Hayvan olanda bunlar olur mu? Madem olmaz, o hâlde bu sütü yapan ben değilim. Bu sütü yapan, bu sıfatlarla muttasıf olan Allah’tır. Ben Allah’ın bir memuru ve kudretinin perdesiyim…

İşte bu mana onların “bismillah” demesiyle temsil edilmiş. Bismillah demek, “Bu işi ben yapmıyorum. Ben ancak Allah’ın vazifedar bir memuruyum. Zerre miskal icatta tesirim yoktur.” demektir.

Şimdi meselemize gelelim:

Eşyanın arasında gözüken teavün, tesanüd, teanuk ve tecavüb eşyanın kendi fiili olamaz. Yani varlıklar birbirlerinin yardımına kendi başlarına koşamaz. Zira bu fiillerin faili olabilmek için ilim, irade, kudret ve hikmet gibi sıfatlara sahip olmak gerekir. Eşyada ise bu sıfatlar yoktur. Bu durumda, mezkûr hakikatler Allah’ın havl ve kudretiyle gerçekleşmektedir.

– Yani onları birbirinin yardımına koşturan Allah’tır.

– Onları birbirine yaslayan Allah’tır.

– Onları birbirleriyle kucaklaştıran Allah’tır.

– Onlara birbirlerinin sesini işittiren ve isteklerine cevap verdiren Allah’tır.

İşte bu hakikat, “Bismillah ona bakıyor.” ifadesiyle beyan edilmiş.

Yani ortada teavün, tesanüd, teanuk ve tecavübden oluşan bir hakikat var. Bu hakikat kâinatın heyet-i mecmuasını kuşatmış. Bu cihetle, bir sikke-i kübra-i uluhiyettir; Allah’ın varlığına en büyük bir delildir. Bismillah bu hakikate bakar. Yani mahlukatı birbirinin yardımına koşturanın Allah olduğunu gösterip, esbabın tesir sahibi olmadığını ilan eder.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ

قَالَتْ يَا اَيُّهَا الْمَلَؤُا اِنِّي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

BİRİNCİ SIR

Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında birbiri içinde birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var. 

Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki “Bismillah” ona bakıyor. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin