a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam4. Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat…

4. Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” ona bakıyor. (14. Lem’a 2. Makam)

(Mahiyet-i câmia: Toplayıcı mahiyet / Letaif-i re’fet: Şefkat ve merhametin güzellikleri / Dekaik-ı şefkat: Şefkatin incelikleri / Şuâat-ı merhamet-i İlahiye: İlahî merhametin parıltıları / Sikke-i ulyâ-i rahîmiyet: Allah’ın rahîmiyetinin yüksek damgası)

İlk önce “insanın mahiyet-i câmiası” üzerine konuşalım:

Mahiyet-i câmia “toplayıcı mahiyet” demektir. Cenab-ı Hak insanın fıtratına bir vüsat vermiş ve onu küçük bir âlem suretinde yaratmış. Kâinatı küçültsek insan olur, insanı büyütsek kâinat olur. Kâinat insan-ı kebirdir, insan da misal-i musaggar-ı kâinattır (kâinatın küçültülmüş bir misalidir). Şu kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda da vardır. Mesela:

– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.

– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.

– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.

– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.

– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.

– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.

– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.

– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.

– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.

– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.

– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.

– Âlemde Arş var, bizde kalp.

– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.

– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…

Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.

Meseleye şöyle de bakabiliriz:

İnsan, belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya noktadır. Yani mesela:

– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağdı, bir damlasını alıp insana koydu, o damla insanda hafıza oldu.

– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kalp oldu.

– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda akıl oldu.

– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda hayal kuvveti oldu.

– Ormanları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda saç, sakal ve kıllar oldu.

– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kemik şeklini aldı. Ve hakeza…

İnsan âdeta kâinatın sağılmış bir özü oldu; bir damlası veya noktası oldu. İşte bu cihetten insanın mahiyeti câmiadır, yani çok şeyleri ve âlemleri kendinde cemetmiştir.

Üstadımız dedi ki: İnsanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” ona bakıyor.

Üstadımız, insanın mahiyet-i câmiasındaki üç şeye dikkat çekti:

1. Letaif-i re’fet: Re’fet; ziyade acımak, esirgemek, şefkat ve merhamet göstermek demektir. Letaif-i re’fet, re’fetin lütufları ve iyilikleri manasındadır.

2. Dekaik-ı şefkat: Şefkat; acımak, şefkat etmek, esirgemek demektir. Dekaik-ı şefkat, şefkatin incelikleri manasındadır.

3. Şuâat-ı merhamet-i İlahiye: Allah’ın merhametinin nurları ve parıltıları demektir.

İnsanın mahiyet-i câmiasında bu üçü vardır. Yaratılışında, terbiyesinde, aza ve cihazlarla donatılmasında, ona verilen latife ve duygularda, mahlukatın ona musahhar kılınmasında ve fıtratının her zerresinde, Allah’ın re’fetinin lütufları, şefkatinin incelikleri ve merhametinin şuaları vardır. Bunu da uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur. Kim kendini hayvana kıyas etse bu farkı güneş gibi görür.

İnsanın mahiyet-i câmiasında olan bu letaif-i re’fetten, dekaik-ı şefkatten ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden Rabbanî bir sikke tezahür ediyor. Üstadımız bu sikkeye “sikke-i ulyâ-i rahîmiyet” dedi. Yani Allah’ın rahîmiyetinin pek yüce sikkesi…

İşte Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” bu sikkeye bakıyormuş. Bu sikkeye bakmasının manası şudur:

Allahu Teâlâ’nın, insanı böyle bir mahiyet-i câmiada yaratması; ona re’fetiyle, şefkatiyle ve merhametiyle muamele etmesi ism-i Rahîm’in bir tecellisidir. Yoksa insanın hakkı ve kuvvetinin bir neticesi değildir. Allahu Teâlâ Rahîm ismiyle insanda tecelli etmiş; bu tecellinin neticesinde insan kıymet kazanmış, tek bir ferdi bir neve bedel olmuş, küçük bir kâinat hükmünü almış, eşya ona musahhar olmuş, Allah’ın nazdar bir misafiri, kelam-ı İlahînin muhatabı ve emanet-i kübrânın hamelesi olmuş.

Sözün özü: İnsanda ne kadar kemal var, cemal var, ihsan var; ne kadar re’fet, şefkat ve merhamet tecellisi var; hepsi ism-i Rahîm’in bir tecellisidir ki besmeledeki “er-Rahîm” bu tecelliye bakıyor, bu sikkeye işaret ediyor.

Mütalaa ettiğimiz cümleyi bir daha okuyalım:

Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” ona bakıyor. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin