19. Hadsiz kesret içinde vahidiyet tecellisi, hitab-ı “iyyâke na’büdü” demekle herkese kâfi gelmiyor…
On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:
DÖRDÜNCÜ SIR
“Hadsiz kesret içinde vahidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalp bulunmak lazım geliyor.” (14. Lem’a 2. Makam)
(Kesret: Çokluk / Mecmuunda: Bütününde / Mülahaza: Akla getirmek / Vüs’at: Genişlik)
Vahidiyet tecellisini daha önce izah etmiştik. Makam münasebetiyle farklı bir şekilde bir daha izah edelim. Ola ki kitabın ortasından okuyan olursa mahrum kalmasın.
Güneş Dünya’dan 1.300.000 defa büyüktür. Bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisi’nde ise böyle üç yüz milyar yıldız vardır. Şimdi, bu üç yüz milyar yıldız üzerine biraz tefekkür edelim:
Bu üç yüz milyar yıldız yoktan yaratılmış. Yaratılmalarıyla da Hâlık ismine mazhar olmuş. Hâlık ismi ne kadar şaşaalı bir surette tecelli etmiş değil mi?..
— Peki, Hâlık ismini, bu haşmetli tecellisi üzerinden tefekkür edebilir misiniz?
Hayır, edemezsiniz; çünkü bu üç yüz milyar yıldızı fikren ihata edemezsiniz.
— Fikren ihata edemediğiniz bir hadise üzerinde, bir ismin tecellisini nasıl tefekkür edeceksiniz?
İnsan değil üç yüz milyar yıldızı, sadece Güneş’in büyüklüğünü bile ihata edemiyor. İşte bu sebepten, Allahu Teâlâ vahidiyet içinde tecelli-i ehadiyetini gösteriyor.
Vahidiyet içinde tecelli-i ehadiyeti göstermek şudur: Hâlık isminin Samanyolu Galaksisi’nin icadında tecelli etmesi vahidiyet tecellisidir. Aynı ismin bir yıldızda, bir meteorda, bir gök taşında ya da küçük bir gök cisminde tecelli etmesi ise ehadiyet cilvesidir.
Vahidiyet tecellisini tefekkürde zorlananlar, ehadiyet cilvesi sayesinde Allah’ın isimlerini küçük mahlukatta seyir ve temaşa ederler. Fikir bu küçük mahlukatı ihata edebildiğinden onda tecelli eden isimleri de ihata ve tefekkür eder.
Yine Allahu Teâlâ bu üç milyar yıldızı aynı anda hareket ettiriyor; eviriyor, çeviriyor. Bununla da Rab isminin şaşaalı bir cilvesini gösteriyor.
— Peki, Rab ismini, bu şaşaalı tecellisi üzerinden tefekkür edebilir misiniz?
Hayır, edemezsiniz; çünkü akıl bu sıkleti çekmez. İnsan daha bir yıldızın hareketini aklına sığıştıramazken, üç milyar yıldızın hareketini aklına nasıl sığıştıracak ve bunu nasıl tefekkür edecek?..
İşte bu sebepten, Allahu Teâlâ vahidiyet içinde tecelli-i ehadiyetini gösteriyor. Rab ismiyle Samanyolu Galaksisi’nde tecelli ettiği gibi, küçücük bir yıldızda da tecelli ediyor.
Rab isminin Samanyolu Galaksisi’nde tecelli etmesi vahidiyet tecellisidir. Aynı ismin bir gök cisminde tecelli etmesi ise ehadiyet tecellisidir. İnsanın fikri bir yıldızı ihata etmeye bir nebze yeter. Bu sebeple Allahu Teâlâ, Samanyolu Galaksisi’nde tecelli eden ekser esmasıyla küçücük bir gök cisminde de tecelli eder; onu esmasının şirin bir kitabı yapar.
Diğer isimleri bu iki misale kıyas edin… Bu izahtan sonra, şimdi metni cümle cümle izaha çalışalım:
Hadsiz kesret içinde vahidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor: Vahidiyet tecellisinin, اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmemesi ve fikrin dağılması şudur: اِيَّاكَ نَعْبُدُ “Biz ancak sana ibadet ederiz.” manasındadır.
— Peki, buradaki “biz” kimdir?
Geniş dairede “biz” yeryüzü ve içindeki mahlukattır. Yeryüzündeki her bir mahluk Allah’a ibadetle meşgul bir âbid, secde eden bir sâcid ve zikreden bir zâkirdir. Yeryüzü sanki bir mescid-i ekberdir; içindeki her bir mahluk da bu mescitte saf tutmuş birer musallidir.
İşte insan اِيَّاكَ نَعْبُدُ (Biz ancak sana ibadet ederiz.) dediğinde, yeryüzündeki bütün mahlukatı arkasına alarak, onlar namına, onların reisi ve imamı olarak اِيَّاكَ نَعْبُدُ der. Bu hitabın hakikatine ulaşabilmek için kişi bütün mevcudatı arkasına almalı, her birini kendine mahsus bir ibadetle meşgul görmeli ve bu hâl ile اِيَّاكَ نَعْبُدُ demeli.
Bütün mahlukatın ibadet üzere olduğunu tefekkür etmek vahidiyeti tefekkür etmektir. Bunu yapabilmek için yeryüzü genişliğinde bir kalp ve fikir bulunmak lazım gelir. Bu ise ekser insanda yoktur.
Meseleyi biraz daha açalım:
Diyelim ki yanınızda iki kişi var. Siz bu iki kişiyle sultanın huzuruna çıkmışsınız, bir ihtiyacınızı arz edeceksiniz… Siz sultana “biz” dediğinizde, yanınızdaki iki kişinin ismini ve suretini aklınıza getirebilir ve bu “biz”in içini fikren doldurabilirsiniz.
Eğer yanınızda on kişi olsaydı, siz “biz” dediğinizde bu “biz”in içini zar zor doldurur, on kişiyi aynı anda zar zor mülahaza ederdiniz.
Eğer yanınızda yüz kişi olsaydı, “biz” dediğinizde bu “biz”in içini asla dolduramaz, yüz kişiyi aynı anda akla getiremezdiniz. Yüz kişiyi aynı anda mülahaza edebilmek için, yüz kişi genişliğinde bir fikir ve kalp lazımdır.
Bir de şunu düşünün: “Biz sana ibadet ederiz.” dediğimizde, “biz” ile yeryüzündeki bütün mahlukatı kastediyoruz. Bütün mahlukatı bir anda mülahaza edip akla getirmek ise mümkün değildir. Daracık fikrimiz vahidiyetin bu geniş tecellisini ihata edemez. Bunun için yeryüzü genişliğinde bir kalp ve fikir lazımdır.
Mecmuundaki vahdet arkasında: Yani mahlukatın tamamında tecelli eden vahidiyet arkasında… Eğer bizler tek bir mahlukun ibadetini düşünürsek bu, ehadiyet tecellisini tefekkür etmek olur. Yeryüzünü mescid kabul eder ve içindeki bütün mahlukatın ibadetini düşünürsek bu, vahidiyet tecellisini tefekkür etmek olur. Cümledeki “vahdet” kelimesi ile “vahidiyet” kastedilmiş.
— Peki, mecmuundaki vahdet arkasında, yani bütün mahlukatta tecelli eden vahidiyet arkasında Allah’ı mülahaza edebilir miyiz?
Üstadımız şöyle cevap verdi:
Zat-ı Ehadiyeti mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalp bulunmak lazım geliyor: Vahidiyet tecellisi arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülahaza etmek, yani bütün bu tecellilerin Ehad olan Allah’a ait olduğunu akla getirmek için yeryüzü genişliğinde bir kalp lazımdır. Çünkü kişi اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (Biz ancak sana ibadet eder ve senden yardım dileriz.) dediğinde, “biz” sözüyle yeryüzündeki bütün mevcudatı kasteder. “Ancak sana” sözüyle de Zat-ı Ehadiyeti yani bir olan Allah’ı kasteder.
Şimdi, “biz” sözünün içindeki cemaatin çokluğunu bir düşünün…
Şimdi de şunu hayal edin: “Biz ancak sana ibadet eder ve senden yardım dileriz.” derken, “biz” sözüyle bu cemaat-ı uzmayı düşüneceğiz; “sana” derken de hemen Allah’a intikal edip Allah’ı düşüneceğiz…
Bunu yapabilmek için yeryüzü genişliğinde bir kalp lazım ki yeryüzüne bir anda nazar etsin ve “biz” ile kimi kastetmişse hepsini aynı anda görsün; sonra da Zat-ı Ehad’e intikal etsin. Bu ise beşer için mümkün değildir.
Zor bir bölümü mütalaa ediyoruz. Yavaş yavaş okumalı ve anlayarak ilerlemelisiniz. Şimdi metni bir daha okuyalım:
“Hadsiz kesret içinde vahidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalp bulunmak lazım geliyor.”
Metni tam ihata edemediyseniz başa dönün ve yaptığımız izahı bir daha okuyun. Tam anladığınızdan emin olduğunuzda sonraki derse geçebilirsiniz.
Yazar: Sinan Yılmaz