18. Ey insan! Hiç mümkün müdür ki: Sana bu simayı veren, o simada böyle bir sikke-i rahmeti…
On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:
Ey insan! Hiç mümkün müdür ki: Sana bu simayı veren, o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vazeden zat, seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın! Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin. Hâşâ! (14. Lem’a 2. Makam)
Böyle metinlerde yapılması gereken şey enfüsi tefekkürdür. Boynu bükmeli, nefsi karşımıza almalı ve onunla konuşmalıyız. Sakın böyle yerleri bir çırpıda okuyup geçmeyin. Hep diyorum ya, mesele sadece okumak değildir. Asıl mesele, hakikatin boyasıyla boyanmak ve insan-ı kâmil olmaktır. Yine mesele, Allah’ta ve resulünde fâni olmaktır. Bunun yolu da nefsi hesaba çekmek ve hakikat üzerinde tefekkür etmekten geçer.
Dilerseniz, ben kendi tefekkürümün bir kısmını yazayım. Yeni başlayanlara bir misal olsun:
“Ey nefsim! Şunu bir düşün: Allahu Teâlâ sana bir sima yani bir mâhiyet-i câmia vermiş ve bununla seni kâinatın küçük bir misali yapmış. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesini fıtratına koymuş ve seni bir neve bedel kılmış… Sonra simana sikke-i rahmetini vazetmiş, yani seni hadsiz rahmetine mazhar eylemiş. Bu öyle bir mazhariyet ki sende tecelli eden rahmet, yeryüzünde hatta kâinatta tecelli eden rahmetten aşağı değildir… Sonra simana hâtem-i ehadiyeti vazetmiş. Yani şu âlemde tecelli eden ekser esmasıyla sende tecelli etmiş. Seni esmaya mazhariyet noktasında kâinata denk tutmuş. Hatta öyle isimler var ki onlar koca kâinatta tecelli etmez de ancak sende tecelli eder…
Ey nefsim! Hiç mümkün müdür ki sana böyle muamele eden Zat-ı Zülcemal, seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin. Ey nefsim! Her amelin yazılıyor, her işin kaydediliyor. Bu kayıt bir hesap içindir. Elbette sana böyle rahîmâne muamele eden Zat, bu rahmete karşı ne şükür ettiğini senden soracak. Bu sual için bir cevabın var mıdır?..
Hem ey nefsim! Allahu Teâlâ şu kâinatı senin emrine vermiş ve sana müteveccih kılmış. Hiç mümkün müdür ki o Zat-ı Hakîm, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın! Sen kâinat ağacının meyvesisin. Eğer ahiret gelmezse bu ağaç israf ve abes olur. Sen dahi bu ağacın çürük, bozuk ve ehemmiyetsiz bir meyvesi olursun. Elbette sana böyle merhametle muamele eden Zat-ı Rahîm buna müsaade etmeyecek ve kâinatı abesiyetten ve seni kıymetsizlikten kurtarmak için ahireti getirecek. O zaman hâlin nice olacak?..
Ey nefsim! Ahiretin gelmesi, Allah’ın rahmeti gibi, hikmetinin de iktizasıdır. Eğer ahiret gelmezse her şey israfa döner, abesiyete inkılâp eder. Hiç mümkün müdür ki Allahu Teâlâ, hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin! Buna ihtimal var mıdır?
Madem yoktur, o hâlde aklını başına al. Sen bir yolcusun ve ahirete gidiyorsun. Buna göre yaşa ve buna göre amel et. Rahmet-i İlahiyenin, üzerindeki tecellilerini iyi gör. Ve bu rahmete karşı bütün gücünle şükret…”
Sizler üzerine koyar ve kendi tefekkürünüzü yaparsınız. Ancak tefekkür ederken metinden uzaklaşmayın. Hep bir ayağınız metinde olsun.
Ey insan! Bil ki o rahmetin arşına yetişmek için bir miraç var. O miraç Bismillahirrahmanirrahîm’dir. (14. Lem’a 2. Makam)
Peygamberimiz (a.s.m.) miraç ile Arş-ı A’zam’a çıktı. Bizler için bu mümkün değil. Bizler değil Arş’a çıkmak, bir metre bile havalanamayız. Ancak eğer rahmetin arşına çıkmak istiyorsak bunun bir yolu ve miracı var. O miraç; Bismillahirrahmanirrahîm’e yapışmak, bu kelamı dilin vird-i zebanı yapmak ve bu kelamın manasıyla amel etmektir.
Cenab-ı Hak cümlemize bu miracı nasip etsin. Bizleri besmeleye yapışanlardan ve rahmetin arşına çıkanlardan eylesin. Âmin.
Ve bu miraç ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüz on dört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidalarına ve umum mübarek işlerin mebdelerine bak. Ve besmelenin azamet-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki: İmam Şafiî (r.a.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: “Besmele tek bir ayet olduğu hâlde, Kur’an’da yüz on dört defa nazil olmuştur.” (14. Lem’a 2. Makam)
(İptida: Başlangıç / Mebde: Başlangıç / Azamet-i kadr: Kıymetinin büyüklüğü /Hüccet: Delil
Üstad Hazretleri, besmelenin kıymetine dair dört delil sundu:
1. Kur’an’daki surelerin başında besmelenin olması. Üstadımız, “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüz on dört surelerinin başlarına” dedi. Kur’an’da 114 sure vardır. Ancak besmele Tevbe suresinin başında yoktur. Tevbe suresinin başında zikredilmeyen besmele, Neml suresinin otuzuncu ayetinde zikredilmiştir. Bu durumda, besmele Kur’an’da 113 surenin başında ve Neml suresinin otuzuncu ayetinde, toplamda 114 defa zikredilmiştir.
Üstadımızın, “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüz on dört surelerinin başlarına” demesi, herhâlde -bilinmesinde çok da fayda olmayan- bu detaya girmek istememesindendir. Yoksa Üstadımızın bunu bilmemesi mümkün değildir.
2. Bütün mübarek kitapların başlarında besmelenin bulunması. Mübarek kitaplar ifadesiyle tefsir, hadis, kelam, akaid, siyer gibi dinî ilimlere ait kitaplar kastedilmiştir. Bu kitapların müellifleri eserlerine besmele ile başlamışlar ve ilk sayfaya بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ yazmışlar.
3. Bütün mübarek işlere bu kelam ile başlanması. Kur’an okumaktan tutun abdest almaya, bir virdi okumaktan tutun camiye girmeye, sadaka vermekten tutun tövbe etmeye kadar her hayırlı işe bu kelam ile başlanır.
4. İmam Şafiî (r.a.) gibi bazı müçtehid imamların şöyle demesi: “Besmele tek bir ayet olduğu hâlde, Kur’an’da yüz on dört defa nazil olmuştur.”
Bu fıkhî meseleyi şöyle izah edelim: İmam Şafiî Hazretlerine göre besmele, her surenin başında -birinci ayet olarak- 113 kere ve Neml suresinin otuzuncu ayetinde bir kere, toplamda 114 kere nazil olmuştur. Yani İmam Şafiî Hazretlerine göre, surelerin başında bulunan besmele o sureye dâhildir ve ondan bir ayettir.
Hanefi mezhebine göre ise besmele müstakil bir ayet olarak bir kere indirilmiş ve surelerin arasını ayırmak için sure başlarında tekrar edilmiştir.
Netice: Kur’an’daki surelerin başında besmelenin olması, bütün mübarek kitapların başlarında besmelenin bulunması, bütün mübarek işlere besmele ile başlanması ve İmam Şafiî (r.a.) gibi bazı müçtehidlere göre besmelenin 114 defa nazil olması ispat eder ki bu kelam-ı İlahî çok kıymetli bir kelamdır.
Cenab-ı Hak bizleri kıymetini bilenlerden ve her işine besmeleyle başlayanlardan eylesin. Âmin.
Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Ey insan! Hiç mümkün müdür ki: Sana bu simayı veren, o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vazeden zat, seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın! Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin. Hâşâ!
Ey insan! Bil ki o rahmetin arşına yetişmek için bir miraç var. O miraç Bismillahirrahmanirrahîm’dir. Ve bu miraç ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüz on dört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidalarına ve umum mübarek işlerin mebdelerine bak. Ve besmelenin azamet-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki: İmam Şafiî (r.a.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: “Besmele tek bir ayet olduğu hâlde, Kur’an’da yüz on dört defa nazil olmuştur.” (14. Lem’a 2. Makam)
Yazar: Sinan Yılmaz