21. Hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri mütedâhil daireler gibi…
On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:
Evet, hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir, hakiki hitabı tam temin edemiyor. Onun için vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lazımdır. Ta ki kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. (14. Lem’a 2. Makam)
(Kesret: Çokluk / Mütedâhil: Birbiri içine girmiş olan / Sikke: Damga / Enva: Neviler / Zat-ı Akdes: Her türlü kusur ve noksandan yüce olan zat (Allah))
Cümle cümle ilerleyelim:
Evet, hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır: Vahdet sikkesini tekrar hatırlayalım:
Güneş yeryüzünü aydınlattığı gibi, yeryüzündeki her bir şeffaf eşyayı da aydınlatır. Yeryüzünde tecelli ettiği gibi, aynı şekilde tek bir şeffaf eşyada da tecelli eder.
– Güneşin yeryüzündeki tecellisi vahidiyettir.
– Yeryüzünde tecelli ettiği şekliyle tek bir şeffaf eşyada -mesela camda- tecelli etmesi ehadiyettir.
Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da şu âlemde isim ve sıfatlarıyla tecelli etmektedir.
– Bütün eşyanın hep birden Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olması Allah’ın vahidiyetinin tecellisidir.
– Tek bir eşyanın âlemde tecelli eden isim ve sıfatlara ayna olması ise Allah’ın ehadiyetinin tecellisidir.
Mesela, Allah’ın yeryüzünün tamamına hayat vermesi ve Muhyi isminin yeryüzü ölçeğinde gözükmesi vahidiyet tecellisidir. Yine Allah’ın kâinatı yaratması ve “Hâlık” isminin kâinatın icadında gözükmesi vahidiyet tecellisidir. Yine Allah’ın yeryüzünü terbiye etmesi ve Rab isminin bu ölçekte gözükmesi vahidiyet tecellisidir.
Üstadımız dedi ki: Hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır.
Vahdet aynalarını şöyle saysak:
– Bir orman, içindeki hadsiz nebatat ve hayvanat ile vahdet tecellisine mazhardır.
– Ormanı içine alan ova, içindeki hadsiz mahlukat ile vahdet tecellisine mazhardır.
– Yine ovayı içine alan vadi,
– Vadiyi içine alan dağlar,
– Dağları kuşatan geniş alan,
– Bu geniş alanı içine alan yeryüzü,
– Yeryüzünü içine alan dünya,
– Dünyayı içine alan Samanyolu Galaksisi,
– Ve Samanyolu Galaksisi’ni içine alan evren vahdet tecellisine mazhardır.
İşte vahdet tecellisi, böyle birbiri içine girmiş nihayetsiz bir kesrette gözükür. En büyük dairedeki sikkeden en küçük dairedeki sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır. Belki de kesretteki bu vahdet sikkelerini en iyi beyan eden eser Âyetü’l-Kübra ismiyle müsemma Yedinci Şua’dır. Üstad Hazretleri Yedinci Şua’da, en geniş daire olan semavat dairesinden en dar daire olan nebatatın ve hayvanatın nevlerine kadar, her bir dairedeki vahdet sikkelerini beyan etmiş, kâinatı vahdet cihetiyle okumuş. Dolayısıyla “kesret tabakalarındaki vahdet sikkeleri” ifadesi en ekmel şekilde Yedinci Şua’da izah edilmiş. Burada şu kadar deriz ki:
Elbette bir ormanda gözüken vahdet sikkesiyle Samanyolu Galaksisi’nde gözüken vahdet sikkesi bir değildir; aralarında keyfiyet itibarıyla büyük bir fark vardır. Mesela her ikisinde de Rab ismi tecelli eder. Ancak ormanın bu isme âyinedarlığı bir damla iken, Samanyolu Galaksisi’nin âyinedarlığı bir denizdir.
Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir, hakiki hitabı tam temin edemiyor: Her ne kadar Allahu Teâlâ küllî varlıklara vahdet sikkesini vurup zatının varlığını ispat etse de, bu sikke kesret içinde bir sikkedir ve kesret içinde bir vahdettir. Bu sebeple Allah’a karşı hakiki hitabı tam temin edemiyor ve huzuru (Allah ile beraber olmayı) tam sağlayamıyor. Çünkü fikirler vahdet tecellisini ihata edemediğinden daralıyor, kalpler boğuluyor; huzur kaybolup nisyana ya da gaflete inkılâp ediyor.
Vahdet tecellisinin hakiki hitabı tam temin edememesi şudur: Allah’a müteveccih olunduğunda her şey kaybolmalı ve kişi Allah ile baş başa kalmalıdır. Vahdet tecellisini okuyarak Allah’a müteveccih olmada ise fikir kesret tabakasında boğulduğu için Allah’a hitap makamına tam çıkamıyor; Allah ile baş başa kalamıyor; kesret ile Allah arasında gidip geliyor. Kesretteki tefekkür çabası da huzuru ve huşuyu bozuyor. Bunun çözümü şudur:
Onun için vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lazımdır. Ta ki kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın: Cenab-ı Hak kendisiyle ünsiyeti tam yakalayabilmemiz için vahdet arkasında ehadiyet sikkesini vazetmiş; en cüz’î varlıkları dahi ekser esmasına mazhar eylemiş; kâinatta tecelli ettiği esmasıyla onda da tecelli etmiş. Ta ki o cüz’î mahlukatı Allah hesabına okuyalım, o mektupta yazılan İlahî isimleri tefekkür edelim ve kesrete dalmadan Allah ile ünsiyet edebilelim.
Bu meseleyi bu Dördüncü Sırda defaatle mütalaa ettik. Bu sebeple tahlili uzatmaya gerek yok.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Evet, hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden en küçük sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir, hakiki hitabı tam temin edemiyor. Onun için vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lazımdır. Ta ki kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. (14. Lem’a 2. Makam)
Yazar: Sinan Yılmaz