a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam16. Evet, zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini…

16. Evet, zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Evet, zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vazeden, bilbedahe belki bilmüşahede rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın simasındaki mevcudatın vücudları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var. (14. Lem’a 2. Makam)

(Kemal-i intizam: Tam bir intizam / Hâtem-i ehadiyet: Allah’ın ehadiyet mührü / Vazeden: Koyan / Bilbedahe: Apaçık bir şekilde / Bilmüşahede: Gözle görerek)

Üstad Hazretleri, rahmet-i İlahiyenin iki delilini daha beyan etti. Birinci delil şu:

“Zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden…”

Bu delilde tam altı nokta var:

1. Nebatatın ve hayvanatın taifelerini unutmadan terbiye ve idare etmek.

2. Şaşırmadan terbiye ve idare etmek.

3. Vakti vaktine terbiye ve idare etmek.

4. Kemal-i intizam ile terbiye ve idare etmek.

5. Hikmet ile terbiye ve idare etmek.

6. İnayet ile terbiye ve idare etmek.

Üstad Hazretleri terbiye ve idare etme fiiline altı cihetten baktı. Buradaki her bir cihetin farklı bir odak noktası var. Bu cihetlerin izahına geçmeden önce, “Zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifeleri” ifadesi üzerinde biraz duralım:

Yeryüzü bir ordugâh-ı Sübhanîdir. Her bir nev, bu ordugâhın bir taburudur. Nevlerin cinsleri bu taburların bölükleridir. Cinslerin fertleri de bu bölüklerin -dolayısıyla ordugâhın- askerleridir.

Üstadımız nevlerin sayısını “dört yüz bin” olarak bildiriyor. Bu sayı Üstad Hazretlerinin zamanına aittir. Günümüzde yapılan araştırmalara göre bu sayı çok daha fazladır ve her gün artmaktadır.

Şimdi, mezkûr altı ciheti birkaç cümleyle izah edelim:

Nebatatın ve hayvanatın taifelerini unutmadan terbiye ve idare etmek: Şu âleme baktığımızda, kanadı unutulmuş bir kuş, iğnesi unutulmuş bir sinek, hörgücü unutulmuş bir deve, hortumu unutulmuş bir fil vs. göremezsiniz. Böcek gibi en hakir bir mahluk dahi hadsiz cihaz ve azalarla teçhiz edilmiş; hayat şartlarına uygun terbiye edilmiş.

Mahlukatı böyle unutmadan terbiye ve idare etmek, Allah’ın rahmetinin bir cilvesi ve şefkatinin bir tecellisidir.

Şaşırmadan terbiye ve idare etmek: Kartala sinek kanadı takılmamış, sineğe arının iğnesi verilmemiş. Yüzmeye çalışan bir kuş ya da uçmaya çalışan bir balık yok. Tavuk süt vermeye, inek yumurtlamaya çalışmıyor. Yine elma ağacından armut, incir ağacından üzüm çıkmıyor.

Hülasa: Nebatatın ve hayvanatın terbiye ve idaresinde zerre miskal şaşırma yok; her şey yerli yerinde. Böyle hadsiz bir çokluğu şaşırmayarak terbiye ve idare etmek ancak rahmet-i İlahiyenin bir cilvesi olabilir; ondan başka olamaz.

Vakti vaktine terbiye ve idare etmek: Mesela bebek dünyaya gelir, tam o anda annesinin sinesi bir süt çeşmesi olur. Bebeğin ve annenin terbiyesi ve idaresi vakti vaktinedir.

Yine karpuz yazın, portakal kışın çıkar. Her bir meyvenin bir vakti vardır. Ne o vakit gelmeden çıkar ne de geldikten sonra geç kalır.

Çiçeklerin açması da vakti vaktine bir terbiye ve idaredir. Her biri belli vakitlerde açar, belli vakitlerde solar.

Yine kuşun yumurtadan bir çıkma vakti var; çıktıktan sonra bir uçma vakti var; uçtuktan sonra da farklı farklı terbiyeleri var ki bunların hepsi vakti vaktinedir.

Hülasa: Her şeyin terbiye ve idaresinde bir vakit var. Mahlukat vakti vaktine terbiye ve idare olunuyor. Bu da Allah’ın varlığını ve rahmetini kör gözlere dahi gösteriyor.

Kemal-i intizam ile terbiye ve idare etmek: Zerrelerin hareketinden yeryüzünün hayat bulmasına, Güneş’in hareketinden yıldızların Mevlevi gibi raksına, gecenin ve gündüzün birbirini takip etmesinden kuşların göçüne kadar, her bir varlık tam bir intizam ile terbiye ve idare ediliyor. Zerre miskal bir karışıklık ve düzensizlik gözükmüyor. Bu da rahmet-i İlahiyenin vücudunu ve tahakkukunu ispat ediyor.

Hikmet ile terbiye ve idare etmek: Hikmet, her şeyde faydanın gözetilmesidir. Mesela karaciğerin 500 civarında görevi vardır. Bir et parçasına bu kadar görevler gördürmek, onu hikmet ile terbiye ve idare etmektir. Diğer mahlukatı siz buna kıyas edin…

İnayet ile terbiye ve idare etmek: İnayet, yardım etmektir. Eşyanın terbiyesi ve idaresi bir inayet iledir. Yani her daim onlara yardım edilir, her vakit hayatları kolaylaştırılır. Mesela kuşa kanat takmak ve uçmayı öğretmek, inayet ile bir terbiye ve idaredir. Arıya bal yapmayı öğretmek ve balı yapabileceği cihazat ile donatmak, inayet ile bir terbiye ve idaredir. Şu koca dünyayı insana beşik yapmak ve mahlukatı insanın emrine vermek, inayet ile bir terbiye ve idaredir. Bütün bu inayet ile terbiye ve idareler de rahmetin bir cilvesi ve şefkatin bir tecellisidir.

Bu altı madde üzerine 100 sayfa yazılsa yine de azdır. Hatta ehl-i ihtisası her bir madde üzerine 100 sayfa yazabilir. Mesela bir doktor, hikmet ile terbiye ve idare üzerine bir cilt kitap yazabilir. Yine bir gök bilimci, kemal-i intizam ile terbiye ve idare üzerine ciltler dolusu kitap yazabilir.

Biz sadece küçük bir pencere açmaya ve tefekkürün odak noktasını göstermeye çalıştık. Sizler maddeler üzerinde derinlemesine tefekkür edip, rahmet-i İlahiyeyi temaşa edersiniz.

Yine bu maddelerle zahir oldu ki: Risale-i Nurlardan tam istifade edebilmek ve bazı hakikatleri tefekkür edebilmek için pozitif ilimlerden biraz hülasa bilmek lazım. Biraz gök bilimi, biraz fizik, biraz botanik, biraz kimya gibi… Fenlere dair bilgimiz ne kadar çok olursa tefekkürümüz o kadar derin ve kaliteli olur.

Üstadımız, rahmet-i İlahiyenin ikinci delilini şöyle beyan etti:

“Ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vazeden, bilbedahe belki bilmüşahede rahmettir.”

Ehadiyet hâtemini daha önce izah etmiştik. Yeri geldikçe bilgileri tekrar etmek öğrenilmesini kolaylaştırır. Bu sebeple, hâtem-i ehadiyetin manasını bir daha izah edelim:

Vahidiyet ve ehadiyet Allah’ın isimlerinin tecellisine iki farklı bakıştır. Bu lafızların manasını şu misalle anlayabiliriz:

Güneş denizi aydınlattığı gibi, denizin her bir damlasını da aydınlatır. Denizde tecelli ettiği gibi, aynı şekilde tek bir damlada da tecelli eder.

– Güneşin denizdeki tecellisi vahidiyettir.

– Denizde tecelli ettiği şekliyle tek bir damlada tecelli etmesi ehadiyettir.

Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da şu âlemde isim ve sıfatlarıyla tecelli etmektedir.

– Bütün eşyanın hep birden Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olması Allah’ın vahidiyetinin tecellisidir.

– Tek bir eşyanın âlemde tecelli eden isim ve sıfatlara ayna olması ise Allah’ın ehadiyetinin tecellisidir.

Mesela, Allah’ın yeryüzünün tamamını idare ve tedbir etmesi vahidiyet tecellisidir. Tek bir kuşu idare ve tedbir etmesi ise ehadiyet tecellisidir. Eğer siz tefekkür ederken yeryüzünü bir bütün olarak düşünüp, yeryüzünün idare ve tedbirini tefekkür ederseniz vahidiyet tecellisini tefekkür etmiş olursunuz. Eğer tek bir kuşu nazara alıp, onun idare ve tedbirini düşünürseniz ehadiyet tecellisini tefekkür etmiş olursunuz.

Yine Allah’ın kâinatı yaratması ve “Mükevvin” isminin kâinatın icadında gözükmesi vahidiyet tecellisidir. Bir çiçeği yaratması ve “Mükevvin” isminin çiçeğin icadında gözükmesi ise ehadiyet tecellisidir. Eğer siz tefekkür ederken kâinatı bir bütün olarak düşünüp, “Mükevvin” ismini kâinatın yaratılmasında tefekkür ederseniz vahidiyet tecellisini tefekkür etmiş olursunuz. Eğer tek bir çiçeği nazara alıp, “Mükevvin” ismini onun yaratılmasında düşünürseniz ehadiyet tecellisini tefekkür etmiş olursunuz.

Tekrar metne dönelim. Üstadımız dedi ki: “Ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vazeden, bilbedahe belki bilmüşahede rahmettir.”

Hâtem-i ehadiyet rahmetin bir cilvesidir. Yani yeryüzündeki her bir varlığı, esmâ-i İlahiyeye mazhariyet noktasında küçük bir kâinat yapan, Allah’ın rahmetidir. Rahmetin bu tecellisi sayesinde, küçücük bir mahluk ekser esmaya ayna ve mazhar olmuştur.

Yine Üstadımız dedi ki: “Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın simasındaki mevcudatın vücudları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var.”

Evet, nasıl ki gözün gördüğü şu mahlukatı inkâr etmek mümkün değil; aynen bunun gibi, rahmeti de inkâr etmek mümkün değil. Rahmet-i İlahiyenin vücudu, göz ile gördüğümüz şu mevcudatın vücudu kadar katidir.

Yine mevcudatın sayısı neyse, rahmetin tahakkukunun o kadar delilleri vardır. Hatta rahmetin tahakkukunun delilleri, mevcudatın sayısının yüzler katıdır. Çünkü rahmet-i İlahiye her bir mahlukta yüzler cihetle tecelli eder. Mesela bir kuşu ele alalım:

– Kuşa verilen hayat rahmetin bir tecellisidir.

– Ona uçmayı öğretmek rahmetin bir tecellisidir.

– Hayat şartlarını ona talim etmek rahmetin bir tecellisidir.

– Kuşa takılan kanat rahmetin bir tecellisidir.

– Ona verilen göz rahmetin bir tecellisidir.

– Ona ihsan edilen cihazlar rahmetin bir tecellisidir.

Kuşun ne kadar aza ve cihazatı varsa onda o kadar rahmet tecelli etmiştir. Dolayısıyla rahmetin tahakkuku, mevcudatın sayısından yüzler belki binler defa fazladır.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Evet, zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın simasında hâtem-i ehadiyeti vazeden, bilbedahe belki bilmüşahede rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın simasındaki mevcudatın vücudları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin