12. Evet, kâinatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcatına…
On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:
Evet, kâinatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak bilbedahe iki hâletten birisidir. (14. Lem’a 2. Makam)
(Enva: Neviler / Hâcat: İhtiyaçlar / Kemal-i intizam: Tam bir intizam / İnayet: Yardım / Bilbedahe: Apaçık bir şekilde)
Şu âlemde her şey insana hizmet ediyor, insan için çalışıyor, insanın yardımına koşuyor ve insana boyun eğiyor. Mesela tavuk insan için yumurtluyor, bal arısı insana bal yapıyor, ipek böceği insan için ipeği dokuyor. Öküz tarlayı insan için kazıyor, at ve deve insanı sırtında taşıyor, fil insana boyun eğiyor. Koyun sütünü insana içiriyor, ağaç meyvesini insana yediriyor, toprak insan için bir kazan olup kaynıyor.
Sözün özü: Bütün eşya, hayvanat, nebatat hatta cemadat insanın etrafında toplanmış ona hizmet ediyor. İnsanın ihtiyacını gidermek için hummalı bir şekilde çalışıyor, hikmet dairesinde işliyor ve kemal-i intizamla insanın yardımına koşuyor.
— Peki, bu iş nasıl oluyor? Bu mahlukatı insan mı kendisine musahhar etmiş yoksa işin içinde başka bir iş mi var?
Üstadımız dedi ki: İki hâletten birisidir.
Yani bu hakikati izah edebileceğimiz iki yol var; bir üçüncü yol yok. Birinci yol şu:
Ya kâinatın her bir nevi kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. (14. Lem’a 2. Makam)
(Muavenet: Yardım)
Birinci ihtimal, mahlukatın insanı tanıması, insana itaat etmesi ve yardımına koşmasıdır. Yani mesela bal arısı bizi tanıyor, sözümüze itaat ediyor ve bal yapmakla yardımımıza koşuyor.
Yine tavuk bizi tanıyor, ondan yumurta istediğimizi biliyor; sözümüze boyun eğerek yardımımıza koşuyor, bizim için yumurta yapıyor.
Yine koyun-keçi gibi hayvanlar bizi tanıyor; süte olan ihtiyacımızı biliyor; bizler için birer süt fabrikası oluyor. Bize karşı tam bir itaat içindeler. Ve hakeza…
— Peki, bu mümkün müdür?
Mümkün değildir. Üstad Hazretleri mümkün olmadığını şöyle ispat ediyor:
Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalatı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lazım geliyor.
(Muhalat: İmkânsızlıklar / İntac etmek: Netice vermek / Âciz-i mutlak: Sonsuz âciz olan / Sultan-ı Mutlak: Her şeye hükmeden ve sınırsız kudreti olan sultan)
Birinci ihtimal -yani mahlukatın bizi tanıması, itaat etmesi ve yardımımıza koşması- çok muhalatı ve imkânsızlığı içinde barındırmaktadır. Şimdi bu muhallerden bir kısmını maddeleyelim:
1. Onların bizi bilmesi ilimle mümkündür. Cemadatın ve nebatatın ise ilmi yoktur ki bizi bilsin ve bizden haberdar olsun.
2. Yine bize yardım etmeleri iradenin bir neticesidir. Yardım etmeyi yardım etmemeye tercih etmek ancak irade sahibi olmakla mümkündür. Hâlbuki cemadatın ve nebatatın iradesi yoktur.
3. Yine yardım etmek merhametin bir neticesidir. Onların bize karşı bir merhametleri yok ki bize yardım etsinler, imdadımıza koşsunlar. Arının insanı sokması, atın insanı sırtından atması bu hakikati tenvir eder.
4. Yine kemal-i intizamla yardım etmek hikmetin bir neticesidir. Öyle ya, balı yapmak, sütü kan ve fışkı arasından çıkarmak, kupkuru dallarda meyveyi bitirmek ve vakt-i münasipte insana yetiştirmek için nihayetsiz bir hikmetin sahibi olmak gerekir. Hakîm olmayan bu işleri yapamaz. Hakikat-i hâl bu iken, bizlerin imdadına koşan hayvanatın, nebatatın ve cemadatın böyle bir hikmeti yoktur.
5. Ayrıca onları böyle çalıştırabilmek ve emre âmâde edebilmek için hadsiz bir kudrete ihtiyaç vardır. Üstadımızın ifadesiyle, “İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lazım geliyor.”
Yani eğer insanın, Allah’ın kudreti gibi bir kudreti olsaydı, bu fiile fail olması mümkündü. Ama insan bir âciz-i mutlaktır. Yani kendinde aczden ve zaaftan başka hiçbir şey yoktur. Sözü değil kâinata, bir sineğe bile geçmez. Böyle bir teshir ise ancak bir Sultan-ı Mutlak’ın hadsiz kudretiyle yapılabilir.
Dolayısıyla bu teshiri insanın yaptığını iddia etmek, âciz-i mutlak olan insanda bir Sultan-ı Mutlak’ın kudretinin bulunduğunu kabul etmekle mümkündür. Bunu kabul ise akıl sahipleri için mümkün değildir.
Eşyanın insana teshirindeki ikinci ihtimal şu:
Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envaı insanı tanıyor değil. Belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zatın tanımasının ve bilmesinin delilleridir. (14. Lem’a 2. Makam)
(Kadîr-i Mutlak: Kudreti sonsuz olan (Allah) / Muavenet: Yardım / Enva: Neviler)
Birinci ihtimal muhal olduğuna göre, ikinci ihtimali kabul etmekten başka çare yok. Hem bu ihtimal gayet makuldür, akıl kabul eder; hem gayet mümkündür, vicdan tasdik eder. Bu ihtimal de şudur:
Şu kâinatın perdesi arkasında bir Zat-ı Kerim var. İnsanı biliyor ve ona merhamet ediyor. O’nun kudretidir şu eşyayı insana musahhar eden. O’nun rahmetidir her şeyi insanın emrine veren. O’dur mahlukatı insanın yardımına koşturan. Her şey O’nun emriyle ve kudretiyle vücut bulur.
Yoksa eşya kendi hesaplarına yardıma koşuyor değiller. Onların yardıma koşması, perde arkasındaki Zat-ı Rahim’in insanı bildiğinin delili, merhamet ettiğinin ispatıdır.
Ya Rabbi! Bütün yardımlar senin inayetinledir. Bütün teshirler senin kudretinledir. Bütün ihsanlar senin merhametinledir. Bu mahlukatı bize hizmetkâr yapan, bize boyun eğdiren, yardımımıza koşturup bize itaat ettiren sensin; senin rahmetin ve kudretindir.
Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Evet, kâinatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak bilbedahe iki hâletten birisidir. Ya kâinatın her bir nevi kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalatı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lazım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envaı insanı tanıyor değil. Belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zatın tanımasının ve bilmesinin delilleridir. (14. Lem’a 2. Makam)
Yazar: Sinan Yılmaz